DÜŞÜNCE

Bilim Üretmek ya da Ustalık – Mühendislik

Yılmaz Soyyer[1]

Eski dünyada (Ortaçağ ve öncesi) bilim bir işe yaraması için yapılırdı. Bunun pratik getirilerinin yanı sıra dini arkaplanını da unutmamak lazımdır. Müslümanlar “faydasız ilimden sana sığınırım (Müslim-73)” şeklindeki hadisten muhakkak ki çok etkilenmişlerdir. Orta çağda Müslüman âlimlerce yapılan o zamanın teknolojisine katkı büyük ölçüde abdest suyu döken robot yapma şeklinde olmuştur. Örneğin Cezeri’nin yaptığı otomatik saat, su pompaları ve otomatik abdest alma makinası bu tür girişimlerdendir..Oysa Antik Yunan ve Yeniçağ aydınlanma dönemi keşifleri tamamen merak duygusunun tatmin edilmesi temelliydi. Mesela Herakleitos “her şey akar” şeklindeki keşfini ya da Arşimet suyun kaldırma kuvvetini işe yaramasını planlayarak bulmamışlardır.  Bu keşifleri insanların yararına sunan âletleri yapan mühendisler çok sonraları ortaya çıkmıştır. Mesela alternatid akımı Faraday bulmuş ama patentini çok sonraları Tesla almıştır. Bundan on yıllarca sonra alternatif akımla çalışan âletler yapılabilmiştir. Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, klima ve vantilatörler doğrudan alternatif akımla çalışırlar. Faraday’ın buzdolabı yapmak gibi bir amacının olduğunu düşünemeyiz bile. Gerek o dönemde gerekse aydınlanma sonrasında bu tür meraklı bilginlerin çoğu yoksulluk içerisinde hayata veda etmişlerdir. Osmanlı da bu bağlamda eski ismiyle usta, yeni nitelendirmeyle mühendis yetiştirmek, faaliyete daha başlarken, ortaya ne çıkacağının bilinmesi bakımından geçerliydi. Halk da devlet de bu faaliyeti desteklemek için para verecekse sonucunda ne üretileceğini bilmek isterlerdi. Oysa yeni çağda başlayan bilimsel faaliyet sırf merakın peşine takılarak gayret göstermektir. Bu durum eski dünya insanı için boş işle uğraşmaktır. Avrupa bu eyleme Antik Yunan’dan dolayı alışıktır; İslam filozofları da elbette Yunan’ı biliyor ve anlıyorlardı ama onların girişimleri hem saman alevi gibi birkaç yıllık bir parlamadan ibaret kaldı hem de yukarıda da belirttiğimiz gibi yarar hedefli olmaktan âzade kalamadı.  Avrupa buna sıkı sıkıya sarılınca bilimsel merakla teknolojiyi yarattı. Eski dünya yani şark bu teknolojiye sarıldı ve mühendis yani usta yetiştirmeye, bunu da bilim yapmak zannetmeye başladı. Ülkemizde mühendis yetiştirmeyi ki bu usta yetiştirmenin benzeridir, bilim zannederek merakın giderilmesine para ayırmayı luzumsuz sayan zihniyet eğitilmedikçe Türkiye’de bilim yapılamaz ve dolayısıyla da fizik nobeli alacak bilim adamı yetiştirilemez. Bunun yanı sıra çocukluğumuzdan itibaren bize öğretilen meraklı olmanın kötü ve başa dert açacak zararlı bir tutum olduğu görüşünden kurtulmak gereklidir. Bunun için de doğayı, uzayı ve insanı merak etmenin komşunun hanımının kocasını aldatıp aldatmadığını merak etmekle aynı şey olmadığının kavranılması şarttır. Birincisi gerekli ikincisi gereksiz bir boş işken Şark toplumlarında bunlar yer değiştirmiş gibidir. İlk öğretimden başlamak üzere çocuklara kendilerine söylenilen görüşlere itiraz ile doğayı, uzayı ve insanı merak mutlaka öğretilmelidir. Böyle yetiştirilen gençler büyüdüklerinde gerçek üniversiteyi yani evrensel bilimin yapıldığı mekanı kuracaklardır. Şimdiki haliyle üniversitelerimiz hazır bilginin öğretildiği gelişmiş liselerden ibarettir.

[1]     Doç. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi

Yılmaz Soyyer

1960 yılının 7 martında Konya Ereğli’de doğdu. Erken gençlik diyebileceğimiz 13-14 yaşlarında kitabı keşfetti. 25 bin nüfuslu bir ilçede bulunan halk kütüphanesinde, dünya klasikleriyle tanıştı. Bu arada lisede edebiyat derslerinde eski Türk şiiri onu iliklerine kadar sardı. Eski şiirin kavram ve anlam dünyâsını öğrenerek iyi bir şâir olmak için gittiği Ankara İlahiyat Fakültesi’nden sosyolojiye sevdalı bir bilim insanı adayı olarak mezun oldu. Önce Osmanlı arşivinde dört yıl çalıştı. Fakültede öğrendiği orta derecede Arapça ve Farsça Osmanlı arşivinde çok işine yaradı. Akademik hayata geçmesiyle de bu bilgi birikimi onun hep arkasında oldu. Araştırma görevlisi olarak gittiği Şanlıurfa’da doktora tezi olarak Kısas isimli bir Çelebi Bektaşî köyünü çalıştı. Yazları Osmanlı arşivine, bu defa araştırmacı olarak postu serdi, Süleymaniye kütüphanesinin müdavimleri arasına girdi, her şeyden önemlisi İstanbul’daki Bektaşî mezar taşlarını okurken türlü tuhaflıklarla karşılaştı. Bu sayede iyi bir Bektaşî yazmaları (fotoğraf olarak) ve mezar taşı fotoğrafları arşivine sahiptir.
1990’lara doğru, Seyran Yayınları Soyyer’in doktora tezini “Sosyolojik Açıdan Alevi-Bektaşî Geleneği” adıyla yayınladı. Daha sonra “Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedi Nuri” adlı çalışması Kubbealtı Neşriyatça basıldı. 2005’te “19. Yüzyıl’da Bektaşîlik” Akademi Yayınlarınca yayınlandı. 2005 yılında Isparta’da Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Uluslararası Bektaşîlik ve Alevîlik Sempozyumu’nu düzenleyen üç kişilik heyet içinde yer aldı. 2020 tarihinde Türk Ocağı İstanbul Şubesi ve UNESCO’nun bünyesinde Uluslararası Hacı Bektaş Velî ve Takipçileri Sempozyumu’nun Akademik koordinatörlüğünü yaptı.
“Çerağlar Uyanırken” Doğan Kitap’tan çıktı. Uzun bir aradan sonra Post Yayın hem “Çerağlar Uyanırken”i hem de yeni roman “Semah Aşka Doğrudur”u okuyucuya sundu. Son romanı “Mevlevî” de Post yayınca neşir olundu. “Şu Bizim Bektaşiler ise Post Yayınca basılan son ilmi çalışmasıdır. İlk şiirinin TÖRE dergisinde yayınlanışından tam 40 yıl sonra Post Yayın bir şiir kitabının, “Çifte Vav’ın İzinde”nin altına imza attı. En son olarak 30 senelik Bektaşilik tecrübelerini aktardığı “HÜNKÂR, Ansiklopedik Bektaşîlik Sözlüğü” yine Post yayın tarafından yayınlandı. 

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...