Fransız Devrimi’nden sonra özgürlük, eşitlik ve kardeşlik idealleri üzerine bütün ideolojiler kendi yorumlarını yapmışlardır. Bunlardan cemaat ideali, sınıf dayanışması, yurttaşlık, ortak etnik köken ve kültürel kimlik gibi çok çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Bu yüzden cemaat, bu konuyla ilgilenen felsefeciler için biçimlendirilmes
Liberal felsefeciler tarafından cemaat kavramı, özgürlük ve eşitliğin bir türevi olarak görülmüştür. Yani toplumda yaşayan bireyler, eşit ve özgür kişiler olarak hareket ediyorsa cemaat idealine ulaşmışlardır. Liberal siyaset, ortak milliyet, kültür, dil, kimlik gibi bağımsız bir cemaat ilkesi içermez. Cemaat kavramı komünist idealin önemli bir bileşenidir. Geleneksel Marksistler cemaatin toplumsal bir değişimle, kapitalizmin yıkılıp yerine sosyalist toplumun kurulmasıyla oluşacağını söyler. Yeni cemaatçiler ise cemaatin, insanların ortak toplumsal kavrayışında var olduğunu, yeniden inşa edilmesine gerek olmadığını söylerler.
Cemaatçiler, liberalleri bireysel bir yaklaşım benimsemekle eleştirir ve cemaate duyarlı bir yaklaşım benimsenmesini önerirler. Siyaset felsefesinin, toplumdaki ortak anlayışlara ve uygulamalara daha çok dikkat edilmesi gerektiğini söylerler. Adalet ve haklar ilkelerinin değiştirilmesi konusunda liberallerle aynı görüştedir fakat bunun nasıl değiştirileceği konusunda ayrılırlar.
Cemaatçilerin kendi arasında da görüş ayrılıkları vardır. Bazı cemaatçiler, cemaatin adalet ilkesinin yerini aldığını söyler. Bu görüşe göre adaletle ilgili kaygıların artması, ahlaki durumun gelişmekten çok gerilediğini gösterir. Diğer cemaatçiler, adaletle cemaati tutarlı bulur fakat cemaatin değerini doğru belirlemek için adaletin ne olduğunun iyi kavranması gerektiğini söylerler. Bu cemaatçiler ikiye ayrılır. Birinci grup, cemaatin adalet ilkelerinin kaynağı olduğunu söyler(toplumun ortak anlayışı). Diğer grup ise cemaatin adalet ilkelerinin içeriğinde daha büyük rol oynaması gerektiğini söyler(ortak yarar). Michael Walzer’a göre evrensel bir adalet kuramı olamaz. Adalet ilkelerini belirlemek için her cemaatin malların değerini nasıl anladığına bakmamız gerektiğini söyler. Yani cemaatin ortak kavrayışı dışında bir adalet ilkesi belirlenemeyeceğ
Çoğu cemaatçiye göre liberalizmin sorunu, adalete verdiği büyük önem ya da onun evrenselliği değil, bireyselliğidir. Liberal kuramlar bireysel hak ve özgürlükler üzerine kurulmuştur. Fakat bu hak ve özgürlükler cemaat içinde mümkündür. Çünkü insanlar topluma bağımlı bir şekilde yaşarlar. Bu yüzden cemaatçiler, haklar siyasetinin yerine ortak yarar siyasetinin gelmesi gerektiğini söylerler. Liberaller kişinin kendi kaderini belirleme hakkının, onu tümüyle ahlaki varlık olarak saygı göstermenin tek yolu olduğunu düşünürler. Fakat buna şu şekilde bir eleştiri getirilir. Eğer kişi hayatıyla ilgili yanlış bir karar alırsa bu durumda ne yapılması gerekir? Bu durumda kişinin kendi kaderini belirleme hakkına saygı gösterirsek, onu mutsuz bir kadere terk etmiş olacağız. Örnek olarak, profesyonel güreş ve tiyatro verilmiştir. Profesyonel güreşin vergilendirildiğ
Cemaatçilik ve Ortak Yarar
Cemaatçiler, tarafsız devlete karşı çıkar ve onun yerine ortak yarar siyasetinin getirilmesi gerektiğini söylerler. Ortak yarar, cemaatin yaşam biçimini tanımlayan bir iyi hayat kavrayışıdır. Cemaatin yaşam biçimi, iyiyi kavrayışına ilişkin kamusal bir temel oluşturur ve bireyin tercihlerine verilen önem ortak yarara ne kadar uyduğuna bağlıdır. Kamunun ortak amaçları, kişinin kendi iyi kavrayışı için istediği kaynak ve özgürlükler üzerindeki hak isteğinden önce gelir.
Liberallerin benlik anlayışına göre kişi, var olan toplumsal pratikleri sorgulama ve bunları terk etme konusunda özgürdür. Çünkü bireyler belli bir dini, siyasi ya da ekonomik ilişkiye üyelikleriyle tanımlanmazlar. Fakat cemaatçiler bunu böyle tanımlamazlar. Cemaatçilere göre bu görüş benliğin sosyal pratiklerde yer aldığı gerçeğini görmezden gelmiştir. Kendi kaderini belirleme, toplumsal rollerin dışında durarak değil, içinde yer alarak yerine getirilir. Liberaller kendi projelerimizi seçme özgürlüğünün doğası gereği değerli olduğu savunur. Charles Taylor’a göre bu boş bir savdır. Bunun yerine izlemeye değer bir proje, yapmaya değer bir iş olmalıdır. Liberaller ve cemaatçiler arasındaki fark projelere gereksinimiz olup olmaması değil, bu projeleri nasıl ele alacağımız, değerini nasıl yargılayacağımız
Michael Sandel, liberalizmin toplumsal rollerimize bağlı olduğumuzu görmezden geldiğini ve bizi oluşturan bu bağlılıkların anlamlarını yorumlayabileceğ
Siyasal Liberalizm
Benliğin cemaate bağlı olduğu yönündeki cemaatçi düşünce, bazı insanların kendilerini görme biçimlerinin doğru bir tanımı olabilir. Köktenci dini gruplar ya da etno-kültürel azınlıklar gibi gelenekçi grupları ele alırsak, bu gruplar liberalizmin özerklik vurgusunu tehdit olarak görürler. Üyelerinin başka yaşam biçimlerini öğrenmesi durumunda şimdiki yaşam biçimini reddedeceği ve grubun etkinliğinin baltalanacağında
Bu konuda liberallerin cevaplaması gereken bazı sorular vardır. Özerkliğe değer vermeyen bu gelenekçi azınlık gruplarla nasıl başa çıkılacak? Bu gruplara liberal inançları zorla benimsetmeli mi? Ya da bu gruplar kendi yaşam biçimlerini başkalarına dayatmak gibi bir amacı yoksa ve sadece kendi cemaatini bu yaşam biçimine uygun şekilde yönetmek istiyorsa, bu durum karşısında liberal devlet buna izin vermeli midir? Bu cemaatleri liberal bireysel özgürlük ilkelerine göre örgütlemeye zorlamak hoşgörüsüzlük olmaz mı? Bu sorulara cevapları, liberalizmin kendi içinde önemli tartışmalara yol açmıştır. Hoşgörü temel bir liberal değerdir. Fakat bireysel özgürlüğü bu tür cemaatlere dayatmak ya da teşvik etmek bir nevi onlara karşı hoşgörüsüzlük olarak görülmektedir. Liberal devletlerin içinde bu şekilde birçok grup vardır. Liberal kuramı özerklik temeline oturtmak, bu grupları yabancılaştırma ve liberal kurumlarla olan bağlarını koparma tehdidi içerir. Hoşgörüyü temel alan liberalizm ise hükümetin meşruluğunu geniş kapsamlı bir temele oturtabilir.
Liberalizm dini hoşgörü ilkesinin bir uzantısı olarak görülse bile daha sonra bilincin bireysel özgürlüğüne dönüşmüştür. Özgürce ibadet etmek, dinini yaymaya çalışmak, din değiştirmek ve dini toptan reddetmek temel bireysel haktır ve bireyin bu özgürlüğünü kısıtlamak, temel insan haklarının çiğnenmesi olarak görülür. Liberal olmayan başka dini hoşgörü biçimleri de vardır. Her dini grup kendi cemaatini istediği şekilde örgütlemekte özgürdür. Örnek olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nu
Rawls’a göre herkesin temel özgürlüklerin korunması gerektiği konusunda birleştiği ‘örtüşen bir görüşbirliği’ olmalıdır. ‘Örtüşen görüşbirliği’ni daha iyi anlamak için vicdan özgürlüğünü açıklamak gerekir. Bu konuda iki farklı görüş vardır. Birinci görüşe göre inançlar akla uygun değişime bağlı görülür. Bu yüzden vicdan özgürlüğüne ihtiyacımız vardır. Çünkü temel özgürlüklerimiz konusunda dini inancımıza ilişkin kavrayışımızı akılcı bir biçimde değerlendirip değiştirebilmemi
Rawls’a göre siyasal liberalizmi anlamanın yolu, insanların özel hayatlarında cemaatçi, kamusal hayatlarında liberal olabileceklerini söylemektir. Fakat Rawls bunun neden böyle olması gerektiğini açıklayamamıştır
Kymlicka’ya göre benliğin cemaate yerleşik olduğu cemaatçi anlayışla uzlaşma amacı taşıyan liberal girişim başarısız olmuştur. Çünkü cemaatçilik belli amaçların benliği oluşturucu ve değiştirilemez doğası olduğunu kabul eden bir kavrayıştır ve liberalizm akılcı değişimi savunur. Bu yüzden cemaatçi gruplar siyasal liberalizmi kabul etmeyeceklerdir.
Sosyal Tez
Charles Taylor, liberal kuramların atomlaşmaya dayandığını öne sürer. Yani bireylerin toplum dışında kendi kendilerine yeterli olduğu anlayışına sahip olduğunu söyler. Atomlaşma kuramına göre, bireyler kendi kaderlerini belirleyebilmesi için cemaate gerek duymaz. Taylor ise bu becerinin sadece belli bir toplum içinde yerine getirilebileceği
Taylor, tarafsız devlet düşüncesinden vazgeçilmesi gerektiğini söyler. Tarafsız devlet, kendi kaderini belirleme için gerekli toplumsal çevreyi yeterince koruyamaz. Kendi kaderini belirlemeyi destekleyen toplumsal koşulları koruyabilmek için bireysel kendi kaderini belirleme hakkına kısıtlama getirilmelidir.
Kendi kaderini belirlemek için anlamlı seçenekler gereklidir ve sosyal tez bu seçeneklerin kültürümüzden kaynaklandığını söyler. Fakat liberal tarafsızlık, bu seçenekleri sağlayan zengin bir kültürün varlığını sağlamak konusunda yetersizdir. Liberaller, belli bir yaşam biçimini özendirmek için kültürel piyasaya müdahale eden bir devletin insanların kendi kaderini belirleme hakkını kısıtladığını düşünürler. Fakat kültürel piyasa kendi başına bırakılırsa çoğulculuğu destekleyen kültürel yapı yıkılacaktır. Örnek olarak, tarihi eserlerin ya da vahşi doğanın korunması verilmiştir. Devlet koruması olmaması bu eserlerin ya da doğanın gelecek nesillere aktarılamamasına neden olur ve gelecek nesiller bu seçeneklere sahip olamayacaktır.
Bazı cemaatçiler, liberallerin iyiye ilişkin yargılarının sadece üzerinde toplumsal baskı olmayan bireyler tarafından oluşturulduğunda özerk olduğu yönündeki atomcu inanıştan kaynaklanan farklı yaşam biçimlerini değerlendirmeye en uygun alan olarak kültürel piyasayı devlete tercih ettiklerini söylerler. Devlet iyiye ilişkin yargılarımızı biçimlendirmemiz
Devletin kültürel piyasayı koruyabilmesi için istikrarlı bir şekilde işleyen kamu kurumları gereklidir. Bu kurumların istikrarlı olması içinse vatandaşların gözünde meşru olması gereklidir. Taylor’a göre, tarafsızlık ilkesiyle yönetilen kurumlar meşruluk kazanamaz ve kendi kaderini belirlemek için gerekli olan toplumsal bağlamı yaratamaz. Tarafsız devlet düşüncesi, vatandaşların refah devletinin istediği özverileri kabul etmesi için gerekli ortak yarar duygusunu baltalar. İnsanlar iyi hakkında ortak bir kavrayış paylaşmadıkları sürece başkalarının hak istemlerine saygı göstermeyecektir
İnsanların adalete ilişkin benzer bir kavrayışa sahip olması, dayanışmayı, toplumsal birliği sağlamak için yeterli değildir. Adalet ilkesinin sınırları belli bir siyasi cemaat içindedir. Liberal adalet bir cemaat duygusu gerektirir. Liberalizmin bireylere verdiği temel haklardan sadece bir devletin vatandaşlarının yararlanabileceğ
Toplumsal birlik ve siyasi istikrar konusunda üç yaklaşım vardır. Birincisi ortak yaşam biçimine vurgudur. Bu cemaatçi yaklaşımdır. İkincisi ortak milliyete vurgudur. Bu liberal milliyetçi yaklaşımdır. Sonuncu ise siyasi katılıma vurgudur. Bu da yurttaşçı cumhuriyetçi yaklaşımdır.
Liberal Milliyetçilik
Bütün devletler, kendi yurttaşlarının bir ulus oluşturduğunu ve tek bir siyasi cemaate ait olduklarını savunurlar. Aynı devleti paylaşan insanların, aynı zamanda bir milliyeti de paylaştıkları için aralarında doğal bir dayanışma bağı olduğu ve kendi kendilerini yönetme yönünde doğal bir isteğe sahip oldukları savunuluyor.
İnsanların aynı milliyeti paylaştığı görüşü halkın değerini arttırdı. Halk artık egemenliğin sahibi ve bağlılığın ana nesnesi olarak tanımlanıyordu. Milliyetçilik, ülkedeki bütün sınıfları kapsayan bir ulusal cemaat düşüncesi ortaya çıkarmıştır. Devletin sınırları, sadece hukuki yargının sınırlarını değil, ortak bir siyasi cemaat oluşturan bir halkı tanımlıyor. Toplum arasındaki dayanışma ortak milliyete dayandırılırsa ve her devlet kendi sınırları içinde farklı bir ulusal kimlik oluşturabilirse sınırlar ahlak bakımından önemli bir hale gelecektir. Sınırlar artık tarihsel rastlantı veya adaletsizlik sonucu değil, insanların bağlılıklarında ve kimliklerinde fiili değişimin işaretidir. Bu toplumsal birliğe ilişkin liberal milliyetçi yaklaşım olarak adlandırılır. Liberal olmayan devletlerde ortak kimlik genelde, ortak etnik kökeni, ortak dini inancı temel alır. Liberal devlette ise ortak tarih, ortak ülke, ortak dil ve ortak kamu kurumları temel alınır. Liberal devlette yurttaşlar yapacakları tercihlerde bu toplumun ve kurumların sonsuza kadar hayatta kalması düşüncesine bağlıdırlar.
Liberal milliyetçi devlet, iyiye ilişkin kavrayışları sivil toplumdaki bireysel tercihlere bırakır ve bu kavrayışın akılcı şekilde değiştirilebilme
Milliyetçilik ve Kozmopolitlik
Liberal milliyetçiliğin sorunu, ulusal sınırlar içinde adil dağılımı sağlayamamak değil, küresel adaletsizliklere karşı gösterdiği kayıtsızlık olduğu söylenebilir. Bu küresel eşitsizlik iki biçimde giderebilir. Biri kaynakları zengin ülkelerin vatandaşlarından alıp yoksul ülke vatandaşlarına dağıtmaktır. Fakat bunu yapabilecek bir küresel kurum henüz yok. Fakat Rawls, bu kurumları oluşturmanın doğal bir adalet görevi olduğunu söyler. İkincisi ise zengin ülkelerin sınırlarını yoksul ülkenin vatandaşlarına açmasıdır. Bazı kişilere göre liberal milliyetçiliğin en önemli kusurlarından biri, küresel adaletsizliğe karşı ilgisizliğidir. Kozmopolit adaleti savunmak için liberal milliyetçiliğin terk edilmesi gerektiğini söylerler.
Cemaatçiliğin Siyaseti
Cemaatçilerin benliğin amaçlarıyla oluştuğu ve cemaate yerleşik olduğu yönündeki düşünceleri, akılcı değişebilirliğe karşı bir seçenek olarak sunduğu gelenekleri ve uygulamaları sorgulayıp reddetme becerisini kısıtlayan muhafazakâr bir öğretidir. Cemaatçiler toplumsal birliğin ortak adalet ilkeleri gibi zayıf bir bağla sağlanabileceğin
Derek Phillips cemaatçilerin ya ileriye ya da geriye baktığını söyler ve bu iki bakış açısının çok farklı siyasi sonuçlar ortaya çıkardığını söyler. Geriye bakanların, cemaatin çöküşü yüzünden yakınma içinde olduğunu söyler. Geriye bakanlar toplumsal kurumların eskiden çok iyi işlediğini ama bireysel çeşitliliğin giderek saldırganlaşması yüzünden çözüldüğünü düşünürler. İleriye dönük cemaatçiler ise çok ırklı, çokkültürlü ve çok dinli bir toplumda yaşadığımızı kabul ederler, fakat toplumsal birliğin geleneksel dayanaklarının bütün bu çeşitliliğin ağırlığına dayanamayacağını düşünürler. Bu yüzden farklı tercihleri ve yaşam biçimlerini bütünleştiren cemaat bağları kurmaya çalışırlar. Liberal milliyetçilik ileriye dönük cemaatçilik olarak görülebilir. Çünkü ulus düşüncesini kullanarak farklı kökenlere, inançlara ve yaşam biçimlerine sahip insanlar arasında bağ kurmaya çalışır.
Tolga Havva
Yorumla