Sosyoloji

Marksizm’in Temel Anlayışı

Sol görüş, liberalizmin adalet anlayışını kaynaklardan eşit olmayan şekilde yararlanma biçimindeki maddi eşitsizlikleri göz ardı etmesi yüzünden eleştirir. Bu eleştiri daha çok liberterliğe yöneliktir. Ancak, Dworkin’in kaynakların eşitliğini savunan liberal kuramıyla, neredeyse aynı şeyleri söyleyen sosyalist kuramlar arasında pek fark yoktur. Yakın dönemde ortaya çıkmış olan Marx’ın görüşlerini yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan akım ‘analitik Marksizm’dir. Analitik Marksistler, Marx’ın tarihsel materyalizm kuramını savunmuyor ve proletarya devriminin geleceğine inanmıyorlar. Bilimsel Marksizmin değerini kaybetmesi, normatif kuram olarak yeni bir Marksizmin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yeni kuram, liberal adalet kuramlarına karşı eleştiriler sunmuşlardır.

Liberal adalet kuramlarına getirilen eleştirilerden biri adalet düşüncesine karşı çıkıştır. Bu eleştiriye göre, adalet bireyler arasındaki çatışmaları çözmek için vardır. Komünizm ise bunu aşmıştır, yani toplumda çatışma yoktur ve adalet bu yüzden gereksizdir. Diğer eleştiri ise, adalete karşı çıkmaz fakat adaletin üretim araçlarının özel mülkiyetiyle tutarlı olması gerektiği şeklindeki liberal düşünceye karşı çıkar. Bu eleştiride karşı çıkma nedeni özel mülkiyetin sömürüye yol açması ve yabancılaşmayı getirmesidir.

Adaletin Ötesinde Komünizm

Komünizmde adalet ilkesine vurgu yapılmaz, hatta eşit hak ya da adil dağılım gibi düşünceleri “modası geçmiş laf çöplüğü” diyerek kabul etmezler. Bu Marx’ın ‘katkı ilkesi’ analizinden gelen bir durumdur. Bu ilke işçilerin emeklerinin ürününde hakkı olduğunu savunur. Çünkü katkı ilkesi herkesi eşit ölçütle değerlendirdiği için insanlara doğal olarak eşit hak tanır. Eşit olmayan bireyler sadece eşit bir bakış açısıyla düşünüldüğünde, mesela işçi olarak değerlendirildiklerinde, eşit bir ölçütle ölçülebilirler. Buna yapılan eleştiride ise insanların sadece işçi olarak görüldüğü ve onların yetenek ya da gereksinimlerinin farklı olduğunu görmezden gelindiği şeklindedir.

Adil dağılım kuramına yapılan eleştiride daha çok dağılım konusunun üstünde dururlar. Buna göre kaynakları varlıklılardan alıp olmayana dağıtmak şeklinde yapılacak olan yeniden dağılım tekrar sınıfları ve sömürüyü ortaya çıkartacaktır. Bu yüzden üretim araçlarının mülkiyetiyle ilgili bir şeyler yapılması gerektiğini söylerler. Çünkü mülkiyet insanların sadece daha çok gelir elde etmesini değil, diğer insanların yaşamları üzerinde denetim sahibi olmasını da sağlar. Ayrıca vergilendirme yoluyla yapılacak yeniden dağılım fikri yanlıştır, çünkü işçiyi ve kapitalisti de aynı gelire bağlayabilir fakat kapitalistin hala işçinin zamanını nasıl değerlendireceği üzerinde hak sahibi olacaktır.

Bu kuramlar iki şey yüzünden ortaya çıkar: Çatışan amaçlar ve sınırlı maddi kaynaklar. Eğer bu insanlar arasındaki çatışmalar ve kaynak kıtlığı ortadan kaldırılırsa herhangi bir eşitlik kuramına ihtiyaç kalmayacaktır.

Marksist adaleti Rawls’un adalet anlayışından ayıran, kaynakların eşitlenmesi yaklaşımı değil, bu eşitlemenin nasıl yapılacağıdır. Marksistler özel mülkiyetin kaldırılması gerektiği görüşünü savunur. Özel mülkiyete sadece kişinin kullandığı eşyalar, mobilyalar gibi kişisel mülk eşyalarında izin verilir. Üretim kaynaklarının özel mülkiyeti kesinlikle olamaz. Çünkü mülkiyet en başta adil olmayan bir ücret-emek ilişkisi ortaya çıkarır. Emeğin alınıp satılması sömürünün sürekliliğini sağlar. Marksistlere göre sömürü, kapitalistin, işçinin emeği üzerinden ona ödediğinden daha fazla değer elde etmesidir. Bu durum Marksistler için adaletsizliğin kanıtı olarak görülür. Bu adaletsizliğe üretim araçlarından eşitsiz yararlanılması neden olur.

Ücret-emek ilişkisini yasaklamak adil dağılımın isteklere duyarlı olması ilkesini çiğner. Bu yüzden özel mülkiyet sömürü olarak görülemez, hatta üretim araçlarının toplumsallaştırılması sömürü olabilir. İnsanların kaynaklarıyla ne yapacağına kendisi karar vermesi gereklidir. Eğer kişi özel mülkiyete sahip olmayı istiyorsa ve çoğunluk bunu kabul etmezse azınlıktakiler sömürülmüş olacaklardır. Çünkü kişi kendi payını aldıktan sonra daha iyi durumda olabilirdi. Sömürü düşüncesiyle üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı çıkılması her zaman haklı bir durum değildir. Her şey insanların tercihlerine ve içinde bulundukları duruma bağlıdır.

Komünizmde dağılım herkesin gereksinimine göre olacağı ilkesi vardır. Bu ilkede dağılımı belirleyen şey kaynakların kıtlığı değil, insanların bol kaynaklardan istedikleri kadar alabilmeleridir. Gereksinimler ilkesi akla en uygun biçimde eşit refah ilkesi olarak anlaşılabilir.

Yabancılaşma

Bu bakış açısına göre, özel mülkiyet sadece sömürücü değil, aynı zamanda sömürüden yararlananları temel insani özelliklerine yabancılaştırır. İnsanın ayrıksı yetkin yönlerinin belirlenmesi ve kaynakların bunları geliştirecek biçimde dağıtılması gerektiğini söylerler. Marx’a göre ayrıksı yetkin yönümüz işbirliğine dayalı üretim becerimizdir. Bu beceriyi köreltecek şekilde bir üretim gerçekleştirmek, insanın gerçek doğasına olan yabancılaşmayı getirir. İnsanın kendine yabancılaşmasını engellemek için ücret-emek ilişkisi kaldırılmalı ve üretim araçları toplumsallaştırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa, işçinin emeği başkasının denetimindeki bir mala dönüşür.

Sosyal Demokrasi ve Sosyal Adalet

20. yüzyıldaki sosyalist ideallerin savunucuları seküler sosyal demokrat partilerdir. Bu partilerin savunduğu sosyal demokrasi, liberal eşitlikçilerin savunduğu liberal demokrasiden tamamen farklıdır.

David Miller, ‘dağılım eşitliği’ni ‘sosyal eşitlik’ten ayırır. Birincisi kişilerin kaynaklar üzerindeki eşit paylarıyla, diğeri ise eşitlikçi sosyal ilişkilerin doğru biçimini oluşturmakla ilişkilidir. Michael Walzer, eşitliğin sosyal tarafını ‘beyler ve hanımlar toplumu’ şeklinde açıklar. Sosyal demokraside insanlar birbirleriyle eşit konumda selamlaşır. Herkes birbirine ‘Mr’ ya da ‘Ms’ diye seslenir, sınıf ayrımı olmadığı için üst sınıftan görülen bazı insanlara ‘sir’ ya da ‘madam’ diye seslenilmez. Bu Marksist anlamda ücret-emek ilişkilerinin kaldırılmasını değil, fakat sınıfsal konumunun toplumsal ilişkileri belirlememesi konusunda sınıfsız bir toplum ideali olarak görülebilir.

David Miller ya da Michael Walzer gibi bazı sosyal demokratlar hak edilmemiş eşitsizliklerin adaletsiz olduğu tezini kabul etmezler. Miller’a göre yetenekli insanların daha az yeteneğe sahip birinden daha fazla kaynağa sahip olması adaletsiz değildir. Piyasa gelirindeki adaletsizlikler, insanların katkılarıyla oranlıysa adildir. Kendi içinde adil olan bu eşitsizlikler, eşitler toplumu düşüncesindeki kardeşlik anlayışını yıkabilir, bu yüzden sınırlı olması gereklidir. Sosyal demokratlar sadece insanların kamusal alanda eşitler olarak yer almasını engelleyen eşitsizlikleri gidermek için çalışırlar.

Marksizmin Siyaseti

Marksizm emekle çok fazla ilgilenmiştir. Emeği kapitalist sömürünün temel alanı olarak görür. Kapitalist adaletsizlikle mücadele için emeğin savunusu çok önemlidir. Marksist adalet kuramının bir diğer ilgisi sınıf savaşına yöneliktir. Tarihi yoksul işçilerin kapitalist zenginlerle savaşı olarak görürler ve bunu haklı çıkarmak için çalışma yapar ve kuram oluştururlar.

Tolga Havva

Önerilen Yazı: Fidel Castro

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...