DÜŞÜNCE

Bütün Dünyâ Türk mü?

Yazar: Yusufhan GÜZELSOY

1866 yılında, İsveç’in güneyinde yer alan Malmö kentinde bir genç yaşıyordu. Henüz 15 yaşında olan bu genç şarkîyatçılığa son derece ilgiliydi. Doğuyla ilgili ne bulursa okuyor, yetmiyor, “Şark Meselesi Üzerine Bâzı Düşünceler” adında bir makâle kaleme alıyordu. Kütüphânesinde 3000 civârı kitap olduğu söylenir. Bir gün, şarkîyatçılığa duyduğu tutku onu yollara çıkardı. 1868 yılında İstanbul’a gelen bu genç, Tunuslu Mahmut Paşa’nın kızı Hayriye Hanım ile evlendi. Böylece Müslüman olan Gustav Nuring isimli genç, “Ali Nûrî” adını aldı.

Ali Nûrî, Osmanlı Türklüğüne uyum sağlamakta gecikmedi. Diplomat oldu, elçilik görevlerinde bulundu. Rotterdam’da elçilik görevinde bulunduğu sırada Abdülhamit’e başkaldırdı. “Davul” adında bir mizâh dergisi çıkarıyordu. “Memlekete” çağrılmış, dönmeyince 103 yıl hapis cezâsına çarptırılmıştır. Geri dönmemekte ısrar edince de hapis cezâsı ömür boyu hapis cezâsına çevrilmiştir. Türkiye’nin sorunları üzerine konferanslar veren, 1908 yılında Türkiye’ye dönen Ali Nûrî Bey, millî mücâdeleye de destek olmuştur. Bu sıralarda kendisinin bir silâh fabrikası vardı. İngilizlerle uğraşmak zorunda kalmış, desteğinden vazgeçmemiştir. Teodor Hertzl’in “Osmanlı Vikingi” dediği bu entelektüel İsveçli, cumhûriyet döneminde soyadı kânûnuyla birlikte “Dilmeç” soyadını almıştır.

Yıllar sonra Ali Nûrî Bey’in torunu, Astroloji Profesörü ve Hititoloji doktoru Adnan Kıral, Araştırmacı Abdullah Gürgün’le tanışmış ve onunla bâzı bilgi ve belgeleri paylaşmıştır. Belgelerden biri, 1930’lu yıllarda yazıldığı ve Türkiye’de Fransızca olarak çıkan “La Republique” gazetesinde yazıldığı tahmin edilen, “İsveçlilerin Türk Kökeni, İki Dil Arasındaki Benzerlikler, Değerli Bir Kitabın Tûhaf Yazgısı” isimli yazıdır.

Burada biraz geriye gidelim. 1666 yılında İsveç’te “Lund Üniversitesi” kuruldu. Bu üniversite günümüzde en iyi 100 üniversite arasında yer almaktadır. Üniversitenin “Târih Enstitüsü” armasında resmi, bölümünün bahçesinde heykeli, bölüm binâsının duvarlarında tabloları olan bir adam vardır: Sven Lagerbring.

İsveçliler için târihin babası diyebileceğimiz Lagerbring, zamânın târih tezlerine eleştirel bakış açısıyla yaklaşıyor, bu konuda makâleler kaleme alıyordu. Avrupalıların “Aryan” masalları uydurup Türk târihini, Türk medenîyetini küçümsediği bir dönemde Lagerbring, İsveç ve Türklerin ilişkisini araştırarak diğer birçok meslektaşına zıt bir yolda gidiyordu.

Dört ciltlik “İsveç İmparatorluğu Târihi”nin yazarı Lagerbring, Ali Nûrî Bey’in kaleme aldığı yazıdaki “İsveçlilerin Türk Kökeni, İki Dil Arasındaki Benzerlikler” isimli kitabın yazarıdır.

Çok daha eskiye gidelim. Türkiye’de kamuoyu Sven Lagerbring’i daha çok bilir, Odin üzerine yazdıkları daha çok ilgi çeker ama aslında onun dayandığı kaynaklar vardır. Doğal olarak böyle bir târih uzmanı kendiliğinden ya da dil benzerliklerinden böyle bir sonuca ulaşmamıştır. İskandinavların yazılı ilk kaynakları 13.yy’a aittir. “Poetic Edda”, 1220’lerde Snorri Sturlesson tarafından yazılan “Prose Edda”, Saxo Grammaticus’un 1215 yılında yazdığı Gesta Danorum kitabı ilk kaynaklardandır. Bunların hemen hepsinin ortak özelliği şudur: İskandinavların en büyük ilâhı olan Odin veyâ Oden, Turkland’tan gelmiş ve berâberinde gelirken yazı sistemini de getirmiştir. Bu nedenle İsveçliler yıllar yılı Odin’in izini sürerken Doğu Avrupa’ya, hattâ Kaşgar’a kadar inmiş olmaları önemlidir.[1]

1849-1912 yılları arasında yaşamış ve pek çok oyun yazmış August Strindberg, “Türkler eski târihlerini bilmezler” demiştir. İsveçli bir yazar durduk yere böyle düşünür müydü? Bugünkü akademisyenler arasında Odin’in kökenleri ve İsveç’teki Türk târihi üstüne bakış açısını yansıtan kaynaklara yönelik bir araştırma yapmş ve yazı tespit etmiştik. Yazıda bilim insanı Ida Östenberg, İsveç’teki ırkçı paramiliter grup “Odin’in Askerleri”ni eleştiriyor, onlara “Odin’in askerleri, hepiniz Turkland denen Truva’dan geldiniz, atalarınız Aslar Türk örf ve âdetlerine göre yaşıyordu” diye sesleniyordu.[2]

Bu sefer farklı bir coğrafyaya gidelim. Dedelerimizin Efes’teki sütunlara başını dayayıp bunların târihini pek de merâk etmediği dönemlerde, 1672 yılında, Londra’da İngiliz gezgin John Josselyn tarafından bir yazı yazıldı. Josselyn, yazısında Dakota yerlisi Mohawk Kızılderililerinin dilinin Tatar diline benzediğini yazıyordu. 1861 yılında Philedelphia’dan Kazan’a Otto Rerigu tarafından bir mektup gönderildi. Mektubun adresi Kazan İlimler Akademisi’ydi. Mektubun yazıldığı târihlerde bu akademinin başkanlığını İbrâhim Halfin yapmaktaydı. Ne var ki mektup ona ulaşana kadar Halfin ölmüş ve yerine Nikolay İlminsky geçmişti. Rerigu, mektubunda Siyu, Kaçua (Keçua), Dakota ve Maya dillerinin Türkçe ile benzediğinden bâhsederek Kazanlı Türk aydınlarından, Türkologlardan yardım istiyordu. İlminisky  bu mektupları uzun süre cevâpsız bıraksa da nihâyet karşılık vermiş, konuyla ilgilenmediklerini bildirmişti.

Günümüzde Batı ve Doğu dünyâsından Türklerin târihine dâir ilginç araştırmalar yapan isimler vardır. Örneğin, Küba doğumlu, babası İspanyol, annesi Yunan olan Georgeos-Diaz Montexano, İberya’nın eski yerlilerinin Türk-Tûranlı olduğu tezini öne sürmekte, bu doğrultuda araştırmalar yapmaktadır. İspanyalı Baskların kökeninin Türk olduğu veyâ dillerinin Türk lehçeleriyle olan ilişkisine, araştırmalarıyla katılanlardan biri Novosibirsk’ten Yuri Tambovtsev’dir. Tambovtsev, bir yazılım uzmanı olarak bilgisayar yöntemlerini kullanarak çalışma yapmış, Bask dilini 61 dille karşılaştırmış, Baskça ile en büyük benzerliğe Türk lehçelerinde rastlanmıştır. Valencialı Dil bilimci Xaveria Ballesten Gomez de Tambovtsev’le aynı düşünmektedir.

Bask ve Başkır isimleri arasında bir ilişki var mıdır? Konumuz bu olmadığı için bu konuya girmeyeceğiz ama iki noktaya değinmek istiyoruz: Başkır veyâ Başkırt / Başkurt isminin “baş” ve “kurt” isimlerinden gelip gelmediğiyle ilgili tartışmalarda bu benzerlik yeni bir bakış açısı oluşturabilir. İkinci nokta ise Hamit Zübeyr Koşay’ın çalışmalarıdır. Koşay, Başkurdistan’ın Ufa  Cumhûriyeti’nde doğmuş bir Türk aydınıdır. Yapmış olduğu çalışmalarda Basklar ve Türkler arasındaki ilişkilere değinmekteydi.

Valentyn Stetsyuk, Slavcanın Türk lehçelerinin etkisinde kaldığını, özellikle tarımla ilgili sözcüklerin Türklerden alındığını iddiâ etmiştir. Klaus Dieckmann, “Die turkische Urverwandtschaft” isimli eserinde, Cermenlerin Türklerle ortak atalara sâhip olduğunu, dil ilişkilerinin bunu gösterdiğini, Avrupalıların Türkleri artık dışlayamayacağını çünkü onların Avrupa’ya âit olduğunu öne sürmektedir. Henüz 1500’lü yıllarda, İngiliz Edward Brarewood, Berring Boğazı’nın Tatarların elinde olduğunu ve Amerika’ya geçiş güzergâhı olarak kullanıldığını düşünmekteydi. 19.yy’a gelindiğinde Von Humboldt, Kızılderili yerlilerinden derlediği 137 sözcüğün köken olarak Uygur Türkçesiyle izâh edilebileceğini düşünmekteydi. Avusturyalı Filolog Hermann Kvergic, Güneş Dil Teorisi’ne de kaynaklık eden bir görüşe sâhipti. Ona göre, dünyâdaki bütün dillerin atası Türkçe olabilirdi.

Bütün bu tezler doğru olacak diye bir şey yoktur. Bâzıları abartılı, bâzıları eksik, bâzıları tamâmen yanlış olabilir. Bu iddiâların her birinin dayandığı belli başlı deliller, veriler olduğu için bu görüşlerin ortaya çıktığını unutmayalım. Bunların tamâmen doğru olmasından önemli olan bir şey, Türk dünyâsının bu tezlerden haberdâr olmasıdır. Ne var ki benzer görüşleri dile getiren yerli araştırmacıların çeşitli nedenlerle dışlanabildiğini, ciddîye alınmayabildiğini söylemek yanlış olmazdı. Bu tavrın bir nedeni her bağlantıdan yola çıkarak herhangi bir topluluğun kökeninde Türklüğü, herhangi bir dilin kökeninde Türk dilini bulmak olduğu söylenebilir. Bir diğer neden ise alışılmış tezlerin, gelenek hâline gelmiş bakış açılarının dışına çıkılmasıdır. Bilim dünyâsının her iki hatâyı da aşması gerektiğini düşünmekteyiz.

Uzun yıllar Güneş Dil Teorisi için yalnızca yeni Türk cumhûriyetinin kendine, Türklüğe, Türk diline bir köken aramak çabasından kaynaklandığı düşünüldü. Oysa bu teorinin ortaya çıkmasına neden olan birtakım çalışmalar yapıldığını görmekteyiz. Yâni bu tezin ortaya çıkmasına neden olan çalışmalar, görüşler, başka tezler vardır. Eğer bunlar görmezden gelinirse mantıklı bir sonuca varmak mümkün olmayabilir, bugünkü önyargılar doğabilir. Doğu Türkistan’da ortaya çıkarılan ve  “Lolan” olarak adlandırılan mumyanın hiçbir veri olmadan Hint-Avrupalı olduğu tezine, neredeyse kimse bilim dışı bir görüşle bakmıyor, katılan da katılmayan da değerlendirmeye alabiliyor.[3] Lagerbring’in çalışmalarından habersiz bir kimse İsveç ile Türkler arasında bir bağ kuramıyor, konuyu akademik açıdan ciddî bir mesele olarak ele alamıyor. Oysa İdil-Ural Türklüğünün Rusya ve İskandinavya ile olan dil ve kültür ilişkilerini göz önünde bulundurmak bile meseleyi ciddîyetle ele almaya yetebilecektir.

Bütün dünyâyı Türk yapmanın karşı tezi, bütün dünyâdan Türklüğü silmektir. Her iki görüş de yanlış ve bilime aykırıdır. Ülkemizde daha çok bu görüşlerden ilki konuşulmakta ama ikincisi çoğunlukla gözardı edilmektedir. İlk görüşte ideolojik bir yaklaşım olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İkinci görüşte ise ideolojik ve siyâsî gerekçeler ağır basmaktadır. Bu görüşe göre biz Türkiye’ye sonradan geldik. Öyleyse Kafkasya’ya gitmeliyiz. Kafkasya’ya sonradan gelip burayı işgâl ettik, atayurda, Türkistan’a geri dönmeliyiz. Oraya gittiğimizde buranın Türkistan değil, Orta Asya ve târihte de Sart ülkesi olduğunu kabûl edip kuzeydoğuya gitmeliyiz. Altay veyâ Sibirya’da “Altaic-Nomadic” diye bir ırkın varlığını kabûl edip oradan da çıkmalıyız ve Doğu Türkistan’a inmeliyiz. Orada ise Çin tarafından Türklüğün inkâr edildiğini gördüğümüz zamân artık aslında ya bu dünyâdan olmadığımızı ya da hiç yaratılmadığımızı düşünmemiz gerekecektir.

Amerikan yerlilerinin dilleriyle olan benzerlik, Türk dilinin yaşını târihlendirmede faydalı olabilir. Amerind, 12-15 bin yıl kadar önce kıtaya ayak basan insanları belirtmek için kullanılan bir isimdir. Prof. Dr. Ekrem Arıkoğlu, Amerind yerlilerinden kalan sözcüklerden 28 tânesinin Türkçe ile ilişkisini incelemiş, eldeki verilerden yola çıkarak Türkçenin yaşının, Osman Nedim Tuna’nın öne sürdüğü 8 bin yılın iki katına çıkarılması gerektiğini belirtmiştir.

Türkçenin yaşının 8 bin yıl veyâ 12 bin yıla çıkarılması en eski dönemlerde de “Türkçe” adının bulunduğu anlamına gelmeyebilir. “O zamanlar millet veyâ bugünkü diller yoktu” diyerek kestirip atmak doğru olmayacaktır. Bu konuya şu örnekteki mantıkla yaklaşmak gerekir: 1991 yılında doğdunuz ve bu târihte size verilen adı 2005 yılına kadar kullandınız. Bu târihten sonra bir sebepten adını değiştirdiniz. Artık 2005 öncesini sizi yeni tanıyan herkes bilemeyebilir ama bu sizin bir adınız olduğu gerçeğini değiştirmez. 2005 öncesini ise geçmişiniz merak edenler araştıracaktır.

Sonuç

Târihimiz, dilimiz, kültürümüzle ilgili görüşlere açık olmalıyız. Kabûl edeceğimiz, reddedeceğimiz tezleri incelemeden önyargıyla yaklaşmamalıyız. Biz ne yazık ki çoğunlukla kendi aleyhimize olan bir tavır ortaya koyarız. Batılı araştırmacıların, Türklerin geçmişiyle ilgili önyargısız çalışmalarını bir kenâra koyar, Hint-Avrupa temelindeki tezlere yoğun ilgi duyar, genellikle peşinen kabûl ederiz. Bu doğru bir tavır değildir. Üstelik Hint-Avrupa veyâ Arî tezlerinde apaçık bir ırkçılık vardır ve bu tezin oluşumunda sömürgeciliğin etkisi büyüktür.

Güncel gelişmeleri ele aldığımızda görürüz ki uluslararası ilişkilerde olsun, iç meselelerde olsun, târih, kültür ve dil tezleri son derece önemlidir ve ilişkilere yön vermektedir. Devletler ve milletler arasındaki ilişkilerde bu tezlerin düşmanlık ve dostluklar yarattığını söyleyebiliriz. Milletin millî bilinç kazanmasında yine bu tezlerin rolünü inkâr etmek pek doğru olmayacaktır.

Türkoloji alanında ortaya atılmış her tezin eksik veyâ fazla yönleri olacaktır. Bunlar dünyânın Türk olduğu anlamına gelmeyeceği gibi, herhangi bir topluluğun Türk olmadığını düşünmek de Türk düşmanlığı anlamına gelmemektedir. Bilimin amacı karanlık noktaları aydınlatmak olduğundan, işimize gelen yere fener tutup işimize gelmeyen yeri karartma hakkına sâhip değiliz.

Kaynakça

ARIKOĞLU, Ekrem (2013), “Amerind Dillerinde Türkçe İzleri”, VIII. Milletlerarası Türkoloji Kongresi 30 Eylül – 4 Ekim 2013, İstanbul.

ATASOY, Mustafa Kadir (2019), “Valentyn Stetsyuk Üzerine Bir Not”, 14 Ocak 2019, YeniBirlik, https://www.gazetebirlik.com/yazarlar/valentyn-stetsyuk-uzerine-bir-not/, (erişim: 11.10.2020)

DİECKMANN, Klaus (2014), “Die Türkische Urverwandtschaft”, CrateSpace Intedependent Publishing Platform. https://books.google.com.tr/books/about/Die_Türkische_Urverwandtschaft.html?id=0qNVjwEACAAJ&redir_esc=y#:~:text=Anhand%20sprachlicher%20Analysen%20wird%20der,auf%20den%20ersten%20Blick%20vermutet. (erişim: 11.10.2020)

DOĞAN, İsmail (2007), “Mayalar ve Türklük”, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı, Ankara.

ETLİ, Özgür Barış (2017), “Orta Asya Kökenli İskandinav Mitolojisi Viking Türk Sırları”, Gece Kitaplığı, Ankara.

KARATAY, Osman (2012), “Kral Odin’in Turkland’tan İskandinavya’ya Göçü”, Halk Kültüründe Göç Sempozyumu 28 – 30 Mayıs 2010, yay. Ali Duymaz, İstanbul.

KOŞAY, Hamit Zübeyr (1957), “Dil Mukayeselerine Göre Basklarla Türklerin Temasları Göç Yolları ve Zamanı Hakkında”, Belleten, Cilt: 21, Sayı: 84, Ekim, Ankara.

LAGERBRİNG, Sven (2008), “İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri İsveçlilerin Türk Ataları”, Kaynak Yayınları, İstanbul.

LAYPANOV, Kazi T.; MİZİYEV, İsmail M. (2014), “Türk Halklarının Kökeni”, Çeviren: Hatice Bağcı, 3.Baskı, Selenge, İstanbul.

TAMBOVTSEV, Yuri (2003), “Phonological similarity between Basque and other world languages based on the frequency of occurrence of certain typological consonantal features”, Dilbilim Araştırmaları, Cilt: 14, sf. 69-76 (Yayımlanma târihi: 2016)

[1] Doğu Avrupa’da “Azov”, Türkistan’da “Kaşgar” şehri, İsveçlilerin dikkatini çekiyor ve Odin’in şehri olan Asgard’ın bunlar olabileceği düşünülüyordu. Svenska Daglabet isimli İsveç gazetesinde, 2006 yılında “İsveçliler Doğu Türkistan Yazı Diline Katkıda Bulundu” başlıklı bir yazı yayımlanmıştır. Bu yazıda İsveçlilerin Kaşgar’dan gelmiş olduğunu düşünen araştırmacıların görüşlerine yer verilmiştir.

[2] Ida Östenberg, “Soldier’s of Odin, era rötter finns i Turkland”, 8 Nisan 2016. https://www.sydsvenskan.se/2016-04-08/soldiers-of-odin-era-rotter-finns-i-turkland (erişim: 11.10.2020)

[3] Oysa 19.yy başlarına kadar Arî, Arya adları bilinmezdi. Ayrıca Michel Danino da Hindistan’a yerleştikten sonra bu tezle ilgili yalanlar üstünde çalışmıştır.

Yusufhan Güzelsoy

Manisa Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Öğrencisi

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...