Dönemler bir bir değişse de, yıllar akrebin yelkovanı kovaladığı sırada kenardan sessizce akıp giden saniyeler gibi geçse de değişmeyen bazı şeyler vardır. Yazının çıkış ve merkez noktası olduğundan başlığa da sirayet eden “ideal ahlâkın cefası” da bu değişmeyen şeylerdendir. Yazarlar, daima içinde bulunduğu çağın nefesini ensesinde hissederek kalem oynatırlar. İstisnai durumlar elbette vardır, iki binli yıllarda yaşayıp da bin dört yüzlü yılları anlatabilirler. Fakat konuyu değerlendirme sürecinde hızlı bir yolculukla günümüze dönerler. Bu yüzden her metin, çağını yansıtır. Çağını bilinçli bir şekilde yansıtarak yazanlar ise takdir edilirler. Öyleyse, takdir edilme durumunu bir kenara bırakarak çağımızın –bana göre- bir sorununu ifade etmeye başlayayım.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına geldiğimiz bir dönemde, ülkemiz ve diğer dünya devletlerinde zaman zaman şahit olduğumuz ideal ahlak sahibi bireylere toplumun azımsanmayacak bazı kesimlerince zorluk yaşatıldığı, cefa çektirildiği ayan beyan ortadadır. İster ülkemizde ister başka ülkelerde, bahsi geçen vaziyetin birçok örneğini görmüşüzdür yahut bizatihi yaşamışızdır. Her ne kadar göreceli olarak nitelendirilse de ahlak herkes tarafından görülür, tanınır ve bilinir. Köfte ekmek sipariş verir gibi; yarım ahlaklı, üççeyrek ahlaklı kimse yoktur. Fakat “ideal ahlaklı” kimseler vardır.
Konuyu dağıtmaya hiç gerek yok. Mevzu; birçok değerin yerle bir olduğu, kavramların içlerinin boşaltıldığı, linç kültürünün geliştiği, liyakatin ütopik bir kavrama dönüştüğü çağda olması gereken, ideal ahlak sahibi bireylerin toplum içerisinde sıkıntı yaşamasıdır. Şüphesiz ki başlıktaki cefa, mevzuya dikkat çekmek amaçlıdır. Fakat çekilen sıkıntıların cefaya dönüştüğü zamanlar da olmuyor değildir. Uzaklarda aramamak gerekir. Günlük yaşam içerisinde, her an her yerde örneklerini görür ve yaşarız. Bir yerde ahlak sahibi birey ve ahlaktan nasibini almamış bir kalabalık varsa, çoğunluğu ellerinde bulunduran taraf tek kalmış tarafa baskı kurmaya, yıldırmaya ve daha önemlisi kendilerine benzetmeye çalışırlar. Davranışlarının sahte olduğundan, yalan söylediğinden, başka bir arzusunun olduğundan dem vurup yaralamaya kalkarlar. Karalamaya ve daha vahimi iftira atmaya kadar giden bu yolda, ahlak sahibi birey her ne kadar dirençli ve mücadele gücü yüksek olsa da muhatapları gibi davranmaya ve aynı şekilde karşılık vermeye ahlakı müsaade etmediği için mağlubiyet hissine kapılır. Belki de gerçekten mağlup olur ve sessizce köşeye çekilir. Onca zaman verdiği mücadelenin bir işe yaramaması ve göz göre göre meydanı diğerlerine bırakıp köşeye çekilmeye mecbur bırakılması, ideal ahlak sahibi bireye zulüm gibi gelir.
Bir kişinin başka bir kişiyi anlayabilmesi için ortak frekanstan konuşmaları, benzer düşünceleri taşımaları, aynı duyguya sahip olduğunu hissetmesi gerekir. Ahlaklı insanı da ancak ahlaklı başka bir insan anlayabilir. Anlaşılmanın, bir insan için ne kadar önemli olduğu da malumumuzdur.
İçinde bulunduğumuz ve yılları içinde barındıran dönemde maalesef ki durum budur. Ülke sınırlarını aşan ve evrensel bir boyuta ulaşan bu durumun değişmesi ancak ve ancak ahlaklı insanların sayıca çoğalması ya da zaten çok olan bu kesimin toplumda daha etkin rol oynamasıyla mümkündür.
Son söz niyetiyle…
Maalesef ki ahlak, virüslerden daha yavaş yayılmaktadır.
Yorumla