DÜŞÜNCE TOPLUM

Çin’deki Uygur Türkleri Din Özgürlüğünü Hak Ediyor

Yazar: Anders CORR

Çeviri: Ebru DİLBAS

Bu yazı Anders Corr tarafından https://www.ucanews.com/ sitesi için hazırlanmıştır.

Müslüman Türkler totaliter baskı altında kırılma noktasına ulaşırken Sincan’da bağımsızlık duygusu artıyor.

Doğu Türkistan bayrağının renkleriyle boyanmış maske takan bir gösterici, Çin'in etnik Uygur Müslümanlarına yönelik muamelesini kınamak için Temmuz 2018'de İstanbul'da düzenlenen bir protestoya katıldı. (Fotoğraf: Ozan Köse/AFP)Doğu Türkistan bayrağının renkleriyle boyanmış maske takan bir gösterici, Çin’in etnik Uygur Müslümanlarına yönelik muamelesini kınamak için Temmuz 2018’de İstanbul’da düzenlenen bir protestoya katıldı. (Fotoğraf: Ozan Köse/AFP)

Çin, bir ila üç milyon Uygur ve diğer Müslüman Türkleri Sincan’daki “yeniden eğitim kamplarında” alıkoymuştur. Bu kampların çağdaş mimarı Chen Quanguo ile 19. yüzyılın Zuo Zongtang’ı arasında tuhaf bir paralellik vardır.

Her iki adam da kuzeybatıda Müslüman isyancılar ve ayrılıkçılıkla savaştı ve her ikisi de merkezde dinî hareketlerle savaştı. Ancak görünürdeki kahramanlıklarına rağmen, her iki adam da hatalıydı. Siyaseti merkezden sınırlara, hem bölgesel hem de dinî çeşitlere zorladılar.

İnsanlar din özgürlüğünü ve kendi kaderlerini tayin etmeyi hak etmektedir. Sincan’daki Müslüman Türkler yüzyıllar boyunca Çin tarafından haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlarsa, bağımsızlık istiyorlarsa kendi devletlerine sahip olma hakkına sahiptirler. Onlar etnik, dinî ve dilsel bir millettir ve Çin içinde olsun ya da olmasın geleceklerini seçme özgürlüğünü hak etmektedirler.

Ayrılıkçılık bir suç değildir. Sürekli istismar sonucu ortaya çıkan mantıklı bir seçimdir. Sincan’da Müslüman Türklere eşit muamele edildiğinde ve din ve dil özgürlüğü hakları verildiğinde bağımsızlık talep etmemişlerdir.

Uluslararası Af Örgütü’ne göre Uygurların bağımsızlık kampanyalarını körükleyen Han Çinli göçmenlerin devam etmesi, istihdam ayrımcılığı, mülksüzleştirme, siyasi ve ekonomik eşitsizlik, dinî ve kültürel zulüm, zorunlu doğum kontrolü, suç ve resmî yolsuzluklardan dolayı hoşnutsuzluktur.

Bir Uygur 2007’de bir röportajcıya şunları söyledi: “Artık din konusunda çok fazla devlet kısıtlaması var. Eğer sakal bırakırsanız, sizi sakalınızı kesmeye zorluyorlar ve size 20 yuan [3 ABD Doları] para cezası veriyorlar. Olgun, samimi bir Müslüman bu şekilde aşağılandığında ne yapabilir? Direnişini nasıl ifade edebilir? Bunun için ölmeye bile değer.”

Müslüman Türklere göre, devletin kişi ve onun süslenmesine ilişkin dinî kararlara müdahalesi, helal alan (Uygur bedeni, evi ve işi) olarak adlandırdıkları alanın saflığına yönelik küfür niteliğinde bir ihlaldir.

Oxford Araştırma Ansiklopedisi’ne göre, “anekdot niteliğinde kanıtlar bugün Uygurların çoğunluğunun Çin yönetimini gayrimeşru olarak gördüğünü ve ÇHC devletinin de Uygurları hem ayrılıkçılık hem de şiddet yanlısı dinî radikalizm tehdidi olarak gördüğünü göstermektedir .”

31 Ocak tarihli bir röportajda bir Al Jazeera muhabiri, Türkiye’nin Kayseri şehrinde yaklaşık 20 Uygur erkekten oluşan bir gruba spontane olarak kaçının Uygurların bağımsız bir devleti hak ettiğini düşündüğünü sordu. Hepsi ellerini kaldırdı ve bazıları özgürlükleri için savaşmaya hazır olduklarını söyledi.

Almanya’daki Avrupa Kültür ve Teoloji Okulu’nda öğretim görevlisi olan Adrian Zenz, elektronik bir mesajında Uygurların bağımsızlık konusundaki görüşlerini tahmin etmeye çalışmanın spekülatif olduğunu yazdı. Ne de olsa Çin Komünist Partisi (ÇKP), uluslararası topluma Uygurların görüşlerini güvenilir bir şekilde ölçmek için gerekli olan erişimi sağlamıyor.

Ancak Zenz, “Bir azınlık ne kadar az mutluysa ve Çin’in bir parçası olmaktan ne kadar az fayda görüyorsa bu tür duygular o kadar yaygın olacaktır. Çin, her türlü orta yolu hızla ortadan kaldırdı ve her iki dünyaya da iyi entegre olmuş ve entegrasyonu savunan kişileri yabancılaştırdı. Genel olarak artık Çin’in bir parçası olmak istemeyen Uygurların sayısı çarpıcı bir şekilde artmış olacak.”

Terörizm bahanesi

Çin’in Sincan’daki “terörle mücadele” stratejisi, ÇKP’nin bölge üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmayı ve şiddet olasılığını azaltmayı amaçlıyor gibi görünse de daha çok bu şiddeti ve ayrılıkçılığı yaratma olasılığı yüksektir. Bu Uygur şiddeti daha sonra Çin tarafından “terörizm” olarak etiketlenmekte ve daha fazla devlet şiddeti için bir bahane olarak kullanılmaktadır. Sadece terörle mücadelenin küresel çapta moda olduğu 2001’den bu yana Çin, bağımsızlığı destekleyen Uygurları (taktikleri ne olursa olsun) “terörist” olarak etiketlemiştir.

2009’da Sincan’ın başkenti Urumçi’de yüzlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan ayaklanmalar patlak verdi. Bu olay, daha sonra  bölgede artan gözaltı ve tutuklamaları haklı göstermek için kullanıldı.

Uygurların Afganistan ve Suriye’deki teröristlerle eğitim aldığına dair dağınık örnekler bulunmaktadır. Araştırmacılar, Çin’in baskı taktikleriyle radikalleşen ve buna karşılık olarak şiddeti Sincan’daki kültürlerini savunmanın tek pratik yolu olarak gerekçelendiren Uygurlarla görüştü.

Myanmar’da Rohingyalara karşı da aynı olaylar silsilesini gördük, azınlıktaki Müslüman nüfusun insan hakları, bazı köylülerin şiddeti haklı çıkardığı ve karşılık verdiği noktaya kadar tahammülün ötesine itildi. Orada da hükûmet devlet tarafından yönlendiren istismara tepki gösteren bir  Müslüman topluluğunu çok kolay bir şekilde katrana bulamak için “terörizm” dilini kullandı.

Ancak Çin’in istismara uğrayan Uygurları tanımlamak için kullandığı “teröristler” terimi ABD ve Avrupa’da satılmıyor. ABD Senatörü Marco Rubio tarafından getirilen yaptırım yasasının bulgular bölümüne göre, “merkezi hükûmetin şiddetli baskısının bir sonucu olarak Sincan bölgesinde artan huzursuzluk, Çin Halk Cumhuriyeti hükûmeti tarafından Orwell tarzı bir şekilde terörizm ve ayrılıkçılığın kanıtı ve daha fazla orantısız tepki için bir bahane olarak kullanılmaktadır.”

ÇKP Çin anayasasını ihlal ediyor

Çin, gözaltı merkezlerini ve dini Çinlileştirme kampanyalarını terörizmin önlenmesi ve Uygurların rehabilitasyonu olarak savundu.

Çin’in ABD büyükelçisi Cui Tiankai, Kasım ayında Reuters’e verdiği demeçte gözaltı merkezlerinin amacının “onları  (Müslüman Türkleri) normal hayata geri dönebilecek normal insanlara dönüştürmek” olduğunu söyledi. Çin Başbakanı Li Keqiang 5 Mart’ta, “(Komünist) Parti’nin din işlerine ilişkin temel politikasını tam olarak uygulamalı ve Çin’de dinin Çinlileştirilmesini desteklemeliyiz.” dedi.

Ancak Çin anayasasının Bölüm II, Madde 36’ sı dinî özgürlüğü garanti altına almaktadır, dolayısıyla Sincan’da Müslüman dinine yönelik bu kısıtlamalar Çin’in en yüksek yasasına göre bile tartışmasız yasa dışıdır. Yine de anayasa uygulanmıyor ve diğer alt yasalar büyük dinî faaliyetleri ve dinî materyallerin dağıtımını kısıtlıyor. Birçok Çin vatandaşı kategorisinin, Sincan dışında bile bırakın onaylanmamış dinî faaliyetleri onaylanmış dinî faaliyetlere katılmasına izin verilmemektedir. Dinî faaliyetlere katılması yasaklananlar arasında askerî üyeler, çocuklar ve Komünist Parti üyeleri yer almaktadır.

Anayasaya göre, “Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşları dinî inanç özgürlüğüne sahiptir. Hiçbir devlet organı, kamu kuruluşu veya birey, vatandaşları herhangi bir dine inanmaya veya inanmamaya zorlayamaz, herhangi bir dine inanan veya inanmayan vatandaşlara karşı ayrımcılık yapamaz. Devlet normal dinî faaliyetleri korur. Hiç kimse dini kullanarak kamu düzenini bozacak, vatandaşların sağlığına zarar verecek veya devletin eğitim sistemine müdahale edecek faaliyetlerde bulunamaz. Dinî organlar ve dinî işler hiçbir yabancı egemenliğine tabi değildir .”

Bazı Çinli hukukçular, Sincan’daki Uygur nüfusunun bazı unsurlarının yurt dışından etkilendiğini ve dini “kamu düzenini bozmak” için kullandığını ve bu nedenle kampların anayasaya uygun olduğunu iddia edebilir. Ancak bu, Sincan nüfusunun çok küçük bir kısmı olacak ve şu anda yeniden eğitim kamplarında olduğu tahmin edilen Müslüman nüfusun yaklaşık yüzde 12’sinin yakınında bile değildir. Kamplardaki Müslüman Türklerin yurt dışından etkilenmeyen büyük çoğunluğu için bu kamplar anayasaya aykırı olacaktır.

Çinli bir anayasa uzmanı, ÇKP’nin Sincan’da İslam’ı geniş bir şekilde hedef alarak “kamu düzenini bozan faaliyetlerde bulunmak için dinin kullanılmasına” karşı çıktığını iddia edebilir. ÇKP’nin Sincan’da İslam’a yönelik saldırılarının onu yeraltına ittiğine, coşkusunu arttırdığına ve Uygurların devlete karşı direnişine neden olduğuna dair geniş kanıtlar vardır. Böylece kamu düzenini bozan Uygurlar değil, ÇKP’nin kendisidir.

ÇKP, Çin anayasasının 37. maddesini de ihlal etmektedir. Çin hukuku konusunda uzmanlaşmış hukuk profesörü Donald Clarke, Çin’in Sincan’daki gözaltıları ile ilgili olarak “37. maddenin anayasaya aykırılık iddiası için daha iyi bir temel” olduğunu savunuyor. Konuyla ilgili bir makalesinde şunları yazmıştır: “Hem Çin anayasasının 37. maddesi hem de Mevzuat Kanunu’nun 8. ve 9. maddeleri uyarınca kişisel özgürlüğün fiziksel olarak kısıtlanmasına yalnızca Ulusal Halk Kongresi veya daimî komitesi tarafından kabul edilen kanunlar uyarınca izin verilmektedir.”

Gerçek şu ki Sincan’daki ÇKP Çin’in anayasası veya yasalarına uygun olarak faaliyet göstermemektedir. Profesör Clarke, “Ulusal ya da hatta yerel düzeyde (ki bu her koşulda yeterli olmayacaktır) bu gözaltılara izin veren hiçbir yasa yoktur” diye yazdı. “Bazı insanlar bunun önemli olmadığını söyleyebilir ancak Çin’in kendi yasalarına göre yasa dışı olan gizli olmayan bir operasyonda bir milyon insanın özgürlüklerinden mahrum bırakılabileceğini bilmenin Çin’in siyasi-hukuki sistemini anlamak için önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bir hata ya da geçici ve yerel bir sapma değil, bir özelliktir.”

Her hükûmetin kendi sınırları içindeki insanlara karşı özen gösterme yükümlülüğü vardır ve anayasasında belirtildiği gibi sosyal sözleşmeyle çalışır. ÇKP Sincan’da hem anayasasını hem de  özen yükümlülüğünü ihlal etti ve bu da Sincan’nın güneyindeki çoğu insanın özgürlüklerini istemesine yol açtı. Buna hakları vardır.

Thomas Hobbes, John Locke ve Hannah Arendt gibi liberal filozofların hepsi kırılma noktasına itildiğinde bir halkın istismarcı hükûmetlerden özgürlük hakkı ve bağımsızlık hakkı üzerine yazmışlardır. Sincan’daki Müslüman Türkler bu kırılma noktasını geçmiştir ve ÇKP’nin düzeni sürdürmek için uygun gördüğü tek yol totaliter baskıdır. Bu iyi bir yönetim değil, zorbalıktır. Yönetim bu seviyeye geldiğinde dünya çapındaki diğer daha sorumlu hükûmetler devreye girmeli ve meşru bağımsızlık seçeneğini desteklemelidir.

Bu makale, Harvard Üniversitesi’nden siyasal bilgiler alanında doktora derecesine sahip olan ve Çin ve Orta Asya da dâhil olmak üzere ABD askerî istihbaratında sivil olarak çalışan Anders Corr’un Sincan üzerine dokuz bölümlük bir serisinin sekizinci makalesidir. İlk yedi makaleyi buraya tıklayarak bulabilirsiniz.

Türkiye’deki Uygur mülteciler, 31 Ocak’ta YouTube’da yayınlanan bu Al Jazeera videosunda bağımsız bir Doğu Türkistan’ı tercih ettiklerini belirtiyorlar:

https://www.youtube.com/watch?v=lG23BPrP3qQ

Kaynak: https://www.ucanews.com/news/chinas-uyghurs-deserve-freedom-of-religion/84729

Ebru Dilbas

Erciyes Üniversitesi-Türk Dili Doktora Öğrencisi

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...