DÜŞÜNCE

E.Said’in Oryantalizm Kuramına Bakış

Oryantalizm, 1978 yılında Edward Said’in aynı isimli kitabının yayımlanmasıyla ortaya çıkan, Doğu kültürlerinin ve halklarının araştırılıp incelendiği alana verilen isimdir. Edebiyat, mimari, resim, sinema ve birçok alanda kendi göstermektedir. Edward Said’in Oryantalizm adı eserini yayımlamasının ardından gelişe süreçte Doğu hakkında yapılan araştırmalarda ve verilen sanat eserlerinde Doğu’nun kastedildiğini gösteren Oryantalizm terimi kullanılmaya başlanmıştır. Edward Said, Oryantalizm adlı eserinde; Batılıların Doğu’yu ele alırken kendi görüşlerinden ve varsayımlarından hareket ettiklerini, hayallerini konuşturduklarını ve Batının çıkarlarına uygun, uydurma bir Doğu manzarası çizdiklerini belirtmektedir. Batılı bilinç, öteki olarak Doğu’ya bakarken aslında tersinden kendisine bakmakta, bilinçli ya da bilinçsiz kendisini ifade etmektedir. Batı’nın Doğu hakkındaki muhayyilesi olarak tanımlayabileceğimiz Oryantalizm, sanattan bilime, edebiyattan siyasete kadar Batılı zihin dünyasının her noktasında karşılaşabileceğimiz bir alandır. (Küçük,M.&Köse,M, 2015)

Doğu ve Batı’nın yapılar, kurumlar, halklar, kültürler, değerler ve fikirler sistemleri yüzyıllar boyunca çeşitli sosyo-tarihsel ve sosyokültürel koşullarda gerçekleşen etkileşimi, farklı etki faktörlerinden etkilenmiş, karakterize edilmiştir. Son beş yüzyıl boyunca tarihsel gelişimin doprultusu, temasların keskin bir şekilde yoğunlaşmasına ve buna bağlı olarak toplumlar ve kültürler arasındaki etkileşimlere yol açmıştır. Büyük coğrafi keşifler, uluslararası ticaretin yoğunlaşması, Avrupa’da endüstriyel tipte üretici güçlere dayalı kapitalist bir toplumun oluşumu, sömürgeci genişleme ve kapitalizmin evrenselleşmesi, nihayetinde Avrupalı ​​olmayan toplumların, çoğu zaman kendi isteklerine karşı olarak bu sürece dahil olmasını sağlamıştır. Bu durum dünyanın entegrasyon süreçlerinde siyasi ve ekonomik egemenliklerinden yoksun bırakılmasına, dünya pazarının oluşmasına ve tek bir dünya sisteminin ortaya çıkmasına veya dünya bütünlüğünün oluşmasına yol açmıştır. (Nikitin, M. 2004)

Doğu ve Batı’nın yüzyıllar boyunca etkileşimi, farklı sosyo-tarihsel ve sosyo-kültürel koşullarda gerçekleşmiş ancak farklı faktörlerden etkilenmiştir. Son beş yüzyıldaki tarihsel gelişimin ilerleyişi, Doğu ve Batı’nın etkileşimlerinin artmasına ve buna bağlı olarak toplumlar ve kültürler arasındaki etkileşimlerin evrilmesine yol açmıştır. Büyük coğrafi keşifler, uluslararası ticaretin fazlalaşması, Avrupa’da endüstriyel tipte üretici güçlere dayalı kapitalist bir toplumun oluşumu, sömürgeci genişleme ve kapitalizmin evrenselleşmesi, nihayetinde Avrupalı ​​olmayan toplumların, çoğu zaman kendi istekleri dışında siyasi ve ekonomik egemenliklerinden yoksun bırakılmasına, dünya pazarının oluşmasına ve tek bir dünya sisteminin ortaya çıkmasın gelişen dünyaya entegre olma süreçlerinin başlamasına yol açmıştır.

Doğu ve Batı’nın etkileşimlerinin artması, kültür alışverişine ve dolayısıyla ilişkilerin bir noktada ilerlemişine yol açmıştır. Said’e göre Batı, kendini göstermek, sömürgeci niyetlerinin haklı olduğunu savunmak ve sömürgeci amacını gerçekleştirmek amacıyla kendine göre bir Doğu yaratmıştır. “Benci” düşüncesinden yola çıkarak dünyanın merkezinde kendisi bulunan Batı, Ortaçağ’dan başlayarak Doğu kültürleri, medeniyetleri ve inançları çerçevesinde başlattığı doğu çalışmalarıyla kendi Doğu’sunu oluşturmuş, bu çalışmalar sonucunda ortaya çıkan ve tüm olumsuzlukların üzerine yüklendiği Doğu imajını günlük hayattan siyasete, sosyal bilimlerden güzel sanatlara kadar hemen hemen hayatın her sahasına entegre etmiştir. Buna göre Doğu ile Batı arasında hemen her alanda büyük farklılıklar söz konusudur. Batı, aklı ve rasyonel düşünme yeteneği sayesinde insanlığın en üst düzeyini temsil etmektedir. Aklını kullanma, yargılama, tasavvur etme yeteneği ve tarihten bilincinden yoksun, tarihin dışında yaşayan Doğu’nun kendi kendine bu ilerlemeye sahip olması mümkün değildir. Ayrıca Batı, tembelliği, uyuşukluğu, çalışma disiplininden yoksunluğu, günahkârlığı, cinselliğe düşkünlüğü, zorbalığı temsil eden geri kalmış gayri medeni Doğu üzerinde vesayet ve tasarruf hakkına sahiptir. Özellikle 19. yüzyıldan sonra Batı’nın Doğu üzerinde gerçekleştirdiği sömürge ve işgal gayretleri bu vesayet ve tasarruf hakkını kendisinde görmesinin neticesindedir. Said’e göre etki alanı geniş “kültürel ve siyasal bir olgu” olan oryantalizm saf ve masum bir bilgi disiplini değildir ve bu yönüyle sorgulanması gerekir. (Çoruk,2007)

 

“Oryantalizm’in “ilmi ve hayâli” anlamları arasında, devamlı bir “alışveriş” vardır. Onsekizinci yüzyılın sonlarından bu yana da, bu ikisi arasında hatırı sayılır, hayli disiplinli (hattâ belki kurallara bağlanmış) bir “alışveriş” olmuştur. Şimdi Oryantalizm’in üçüncü anlamına geliyorum: Bu anlamda Oryantalizm, diğer ikisinden ziyade “tarihi ve maddi” biçimde tanımlanmıştır. Onsekizinci yüzyıl sonlarını kabaca belirlenmiş bir başlangıç noktası kabul edersek, Oryantalizm Şark ile uğraşan toplu müessesedir; yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskân eder, yönetir; kısacası “Doğu’ya hakim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için” Batı’nın bulduğu bir yoldur. Ben burada, Oryantalizm’i teşhiste Michel Foucault’nun ‘Bilginin Arkaeolojisi’ ve ‘Disipline Etmek ve Ceza Vermek’ adlı eserlerinde anlattığı Muhakeme (Discourse) anlayışına müracaat etmeyi yararlı buldum.”(Said, E. 1978) Said, Oryantalizmi bu şekilde nitelemektedir. 18. Yüzyıl sonrası Avrupa’nın daha çok Doğu’ya yöneldiğini, Doğu’ya hakim olmaya çalıştığını anlatır.

Edward Said, eserinde Osmanlı’yı ele almamıştır. Daha çok Orta Doğu ve Hindistan üzerinde durmuştur. Bu durum eleştirel bakış ile ele alınmış olsa da Batı’nın Doğu üzerindeki etkisi temel alındığında Osmanlı, dolayısıyla Türkiye,  diğer ülkelerden farklı bir konumda bulunmamaktadır. Yani dolaylı yollardan da olsa oryantalizm, Osmanlı’yı da ilgilendirmektedir. Örneğin resim sanatında ele alınan Doğu imgeleri ve edebi eserler incelendiğinde ortaya çıkan Türk imgesi ile Doğu imgesi hemen hemen aynıdır. Doğu’ya seyahatin en önemli sembollerinden biri olan Orient Ekspresi’nin son durağının İstanbul olması, Türk imgesinin oryantalizmden ayrı düşünülemeyeceğinin kanıtlarından biridir. Edward Said’in eseri üzerinden yapılan eleştiriler, Batı’nın Doğu üzerindeki baskısını meşrulaştırmak temelli olsa da Batı’da Doğu ile alakalı yapılan çalışmalara Doğu’lu aydınlar tarafından her daim, hepsi olmasa da, mesafeli ve eleştirel bakıldığı da bir gerçektir.

“Oryantalizm kültür, bilim ve kurumlar tarafından sessizce meydana çıkarılmış basit bir tema yahut politik bir alan değildir. Doğu üzerine yazılmış eserlerin yaygın bir koleksiyonu da değildir. Batı’nın Doğu dünyasını ezmeye yönelik hain bir emperyalist komplosu da sayılmaz.. Oryantalizm estetik, bilimsel, ekonomik, sosyolojik, tarihe ait ve filolojik metinler aracılığıyla “aktarılmaya” çalışılan bir cins jeo-ekonomik görüşler bütünüdür. Oryantalizm coğrafi bir ayrım değil bir seri “çıkarlar” toplamıdır… Bu sistem açıkça ayrı bir dünyanın yönlendirilmesi, kullanılması, hatta eritilmesi için gösterilen gayretlerin tamamını kapsar. Oryantalizm bilhassa politik iktidarla ilişkili gibi görünmeyen fakat çeşitli iktidarların kuvvet farklarından doğan ve varlığını böylece sürdüren dengesiz bir alışveriş düzenidir. Bu alışveriş bir ölçüye kadar sömürge ve imparatorluk idarelerinde olduğu gibi siyasal iktidarla; linguistik, mukayeseli anatomi veya modern politik ilimlerden geçerli ilimler alanında entelektüel iktidarla; din, kurumlar, kıymet hükümleri, ulusal zevk ve edebiyat alanında kültürel iktidarla; “Biz” ve “onlar” esasına dayanan fikirler halkası içinde ahlaki iktidarla sürer gider. Sonuçta Oryantalizm konusunda ileri sürdüğüm tez, onun kültür, politika ve moda modern aydın düşünceler çerçevesinde çok geniş bir alana yayıldığı fakat “bizim” dünyamızla gerçek “Doğu” arasında çok az ilişkili olduğu noktasında toplanmaktadır” (Said, 1989)

 

Edward Said, oryantalizmi sadece bir çalışma alanı olarak sınırlandırmamış, bu şekilde oryantalizm kültür edebiyat, düşünce, sosyal ve siyasal alanlarda da etkili olmuştur. Said, eserinde tarafsız ve akademik amaçlar uğruna Doğu çalışmaları yapan Batılı aydınların aslında ne denli değer odaklı bir biçimde incelediklerini göstermektedir. Şüphesiz Said’in, Foucault’nun “bilgi-hakimiyet” denklemini kullanarak bu sonuçlara vardığı görülmektedir. Said, bilginin nesnel değil siyasi olduğunu vurgulamış ve İngiltere, Fransa, daha sonra da ABD’de gelişen oryantalist çalışmalar ile bu ülkelerin Orta Doğu’daki emperyalist çıkarları arasındaki bağlantıyı göstermeye çalışmıştır. Bu geleneği, Said Avrupa’nın çok daha kapsamlı iktidar ve egemenlik yapılarının harekete geçirdiği “bir kültürel güç uygulaması olarak” değerlendirmiştir(Küçük,M.&Köse,M, 2015)

Oryantalizmin tarihinden bahsetmemiz gerekirse ilk kıvılcımların 1312 yılında toplanan Viyana Konsülü’nde Batı’da bulunan bazı üniversitelerde Arap Dili öğretiminin uygulanması talebinin öne sürülmesi gösterilebilir. Bilinmeyen ile ilgili tasavvurların ne denli yanlış olabileceği düşüncesinden hareketle Vasco da Gama’nın Güney Afrika’dan Asya’ya gidiş yolunu keşfetmesi, o coğrafyanın daha çok tanınmasını sağladığı için oryantalizmin dokunduğu alanı oldukça genişletmiştir demek yanlış bir ifade olmayacaktır. İlerleyen dönemlerde Doğu ve Batı arasındaki siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerin gelişmesi, Doğu seyahatlerinin artması, Doğu’yu anlatan eserlerin de artmasına sebep olmuştur. Bahsettiğimiz gibi coğrafi keşifler, Rönesans ve Reform gibi sosyal ve siyasal yaşamda etkili olmuş ve insanları farklı şekillerde düşünmeye sevk eden hareketlerin meydana gelmesi, Batı’nın kendisinin ötesinde bir dünyanın da olduğu düşüncesine itmiştir. 19. Yüzyıla gelindiğinde oryantalizm ile alakalı oldukça fazla sayıda eser verilmiştir. Doğu’ya olan ilgi doruklardadır. Şüphesiz bu ilgi, Avrupa’nın bu dönemde içinde bulunduğu köklü değişim dalgasıyla yakından ilişkilidir. 19. Yüzyılın, içinde bulunulan koşullar nedeniyle, sosyal, siyasal, ekonomik ve kolonyal yapısı, Doğu dünyasının tanınmasını bir mecburiyet haline getirmiştir. ‘Bilgi güçtür’ düşüncesi sosyo-kültürel bir değer kazanmış, Batı yalnızca Doğu’yu sömürgeleştirdiği için değil, bununla birlikte akıl ve modernleşme planını gerçekleştirmek için bilmek, bilgiye dayalı iktidar araçları geliştirmek zorundadır(bilgi-hakimiyet denklemi). Karşımızda  korkulan, merak ya da nefret edilen bir Doğu yoktur, aksine bilinip tanınmayı ve yeniden oluşturulmayı bekleyen bir dünya vardır.

Oryantalistler, daha çok İslamiyet ve Arap edebiyatı üzerinde çalışmışlardır. Doğu üzerinde gerçekleşen sömürgecilik hareketlerinin artmasıyla birlikte hemen hemen tüm Doğu üzerinde geniş bir araştırma ve inceleme alanının ortaya çıkmasıyla kedilerine daha geniş bir çerçevede çalışma imkanı oluşturuşlardır. Bahsettiğimiz gibi Batı, kendine ait bir Doğu yaratmıştır. Resim, edebiyat, sinema ve diğer sanat alanlarında oryantalistler kendi kurguladıkları Doğu’yu, gerçekte olanın aksine sunmuşlardır. Örneğin Türkiye, Mısır, Lübnan gibi nispeten ulaşma imkanının daha çok olduğu ülkelerde Batılı sanatçılar tarafından yapılan gözlemin anlaşılması mümkündür. Resim sanatını örnek vermek gerekirse hamam, köle pazarı, harem gösterimleri kendini belli etmektedir. Orta Doğu’ya yapılan seyahatlerinde Müslüman kadınların model olmayacaklarını anlamalarından sonra Fransız sanatçılar resimlerinde Paris’li modelleri kullanmışlardır. Birçoğunun Doğu’ya seyahat bile etmeden anlatıldığı kadarını sanatında icra ettikleri bilinmektedir. Ünlü Fransız ressam Antoine-Jean Gros bu duruma örnek verilebilir; Doğu’ya herhangi bir seyahat gerçekleştirmeden yaptığı tasvirleri ile yaklaşık bir asır boyunca oryantalist resim sanatında prototip olarak adlandırılabilecek eserler yaratmıştır. Doğu’ya gidip doğrudan gözlem ile eser vermek isteyen sanatçıların karşılaştıkları, sahip oldukları prototipler farklılıklar barındırdığından bu kez o sanatçılar da kendi modellerini yaratmışlar ve eserlerinde yansıtmışlardır.

Sinema sanatına bakıldığında yine kurgulanan Doğu karşımıza çıkmaktadır. The Garden of Allah(1936), The Son of the Sheik(1926) filmleri oldukça önemlidir. Oryantalist sinema örneklerinin büyük bir çoğunluğu,  cesur Batılı bir kahramanın, güzel Arap prensesine olan aşkını ve onu haremine ait olan Şeyh ya da Sultan’dan kurtarma hikayesi temellidir. Bir taraftan şedîd ve zalim sultan ya da şeyh imgesi yoluyla, zalim sultanın iğrenç zevkleri uğruna çok eşlilik ve kaba kuvvet yoluyla kadınları köleleştiren bir toplumun aşağı ve barbar doğasına vurgu yapılır. Bu gibi filmler geleneksel Oryantalizmin bütün tipik stereo tiplerini yeniden üreterek çok sayıda izleyiciye ulaştırır. Bu noktada ‘imaj üretimi’ sürecine değinmek gerekmektedir. Kitle iletişim araçlarıyla oluşturulmaya çalışılan İslam/Doğu imajı gerçekliğin yerini almış, zihinlerdeki Doğu kurgusu bu imajlara göre belirmeye başlamıştır. (Küçük,M.&Köse,M, 2015)

Edward Said, Doğu’yu Batı’ya bağlı bir tiyatro sahnesi olarak tanımlar. Bu sahnede tüm Doğu ve ona ait olan her şey sergilenir. Avrupalı bir oryantalist bu sahneye bir oyunu yerleştirir ve bu sahne geniş sınırlara sahip olmaktan ziyade içine kapalı ve çok Avrupa’ya bağlı bir yer haline gelir. Doğu sahnesinin derinliklerinde efsanevi kültür hazineleri yatmaktadır. Gözler kamaştıran bu zengin dünyada Sfenks, Kleopatra, Eden, Truva, Sodom ve Gomore, Astarte. Isıs ve Osiris, Saba, Babil, Cin’ler, Ecinliler, Ninova, Rahip Yahya, Muhammed ve daha yüzlerce isim yer almaktadır. Yarısı bilinen, yarısı bilinmeyen dev, şeytan, kahraman, terorist, zevk-ü safa sahibi kimselerin sadece isimlerini sıralamak dahi bu sahne üzerinde bir oyun düzenlemeye benzer. Avrupa’nın ürettiği hayaller dünyası bu repertuvardan çekilen kopyalarla beslenmiştir. Orta Çağ’dan onsekizinci yüzyıla kadar Arioste, Milton, Marlowe, le Tasse, Shakespeare, Cervantes, Chanson de Roland ve Romancerudu Cidin yazarları ürettikleri eserlerde Doğu kaynakları kullanmışlar, Doğu’nun şekillerinden, hayallerinden, fikir ve tiplerinden faydalanmışlardır. (Küçük,M.&Köse,M, 2015)

 

Batı, kendini ifade edemeyen, savunamayan, Doğu insanını temsil etmekte ve Doğu toplumunun neden bu coğrafyadan başka bir yere ait olamayacağını hem Doğu’ya hem de dünyanın geri kalanına hem anlatmış hem de kabul ettirmiştir. Doğu’ya ait hemen hemen her şeyin Batı tarafından en ince ayrıntısına kadar incelenmesi, bilimsel çalışmalarda, sanatta ve edebiyatta incelenen ve kurgulanan her metinde yeni bir Doğu yaratılmasına yol açmıştır. Bir yandan el üstünde tutulurken bir yandan hor görülen Doğu’nun, eninde sonunda Batı kültürüne bağımlı kılındığı görülmektedir. Bu durum Doğu’nun kendi içine barındırdığı mistisizm ve egzotizminin Batı tarafından fikri ve fiili sömürü ile ondan alınıp kendince işlenmiş olarak geri verilmesi olarak düşünülebilir. Batı toplumlarında Doğu, İslam ve Müslümanlık anlayışlarının belirlenmesini sağlamıştır. Her alanda görülen bu belirleme sabit kalmadan günümüzde de güncel kalmaya devam etmektedir. Bilinmesi gereken en önemli şeylerden biri, Batı’nın Doğu’u kendine muhtaç edip onu kendisine bağımlı kılıp fikri ve fiili sömürüsüne asırlardır devam ettiği gerçeğidir.

Kaynakça

ÇORUK, Ali Şükrü, “Oryantalizm Üzerine Notlar”, Sosyal Bilimler Dergisi, IX/2, 2007.

Никитин М. Д. «Ориентализм» Э. Саида, теория колониального дискурса и взаимодействие Востока и Запада: к выработке нового понимания проблемы. 2004. С. 3.

Said, Edward, “Oryantalizm”, Pınar Yayınları, 1978

Ahmet Muhammet Çakar

ERÜ-РЯЛ
Yazar-Çevirmen- Filolog
Avrasya Araştırmaları Yüksek Lisans Öğrencisi

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...