DÜŞÜNCE

Ra – İsis Tartışması

Belli bir coğrafya ya da topluma özgü olduğu, yeni ortaya çıktığı sanılan inanış, düşünce ve tartışmalar vardır. Bu konuları incelerken yeni olduklarını düşünmek yanlış veya eksik birtakım sonuçlara götürebilir. Yazımızın başlığı da bununla ilgilidir. Birçoğumuzun içinde bir şekilde yer aldığı ya da tanık olduğu “Allah – Tanrı” tartışması, aslında birçok toplumda eskiden beri devam etmektedir. Bugüne kadar bu tartışmanın genellikle din ve dil boyutunun tartışıldığını, konu kapsamının sınırlı kaldığını ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Yüksek lisans tezimiz üzerine çalışırken “Allah – Tanrı” tartışmasını da ilgilendirdiğini düşündüğümüz birtakım tespitlerimiz oldu. Üstelik bu tartışmaya temel olan düşüncelerin yalnız yaratıcı isimleriyle ilgili olmadığını düşünmemiz zor olmadı. Üstelik yıllarca “Kutsal metinlere büyü metni gibi davranılıyor.” diye düşünürken aslında bunun bir tesadüf olmadığını, “sözcüklerin büyüsü” ile ilgili olduğunu fark ettik.

James Frazer, yaratıcı adlarının herhangi bir büyüye ve güç kaybına maruz kalınmaması için nasıl saklandığına dair Mısır mitolojisinden güzel bir hikâye anlatır:

“Öyküye göre İsis ağzı iyi laf yapan bir kadındı ve erkeklerin dünyasından sıkıldığı için tanrıların dünyasına geçmeyi arzuluyordu. İçinden ‘Ra gibi büyük bir ad aracılığıyla kendimi bir tanrıça yapıp onun gibi hem gökyüzünde hem yeryüzünde hüküm süremez miyim?’ diye geçiriyordu. Ra’nın birçok güç sahibi olmasını sağlayan kendi adıydı. Tanrı bu adıyla yaşlanmıştı; ağzından salyalar akıyor ve yere saçılıyordu.”

Hikâyenin devamında İsis, bu salyalardan bir yılan yapar ve her gün iki mülkü arasında gidip gelen Ra’ya tuzak kurar. İsis’in yarattığı yılan, Ra’yı ısırır ve tanrının feryadı yeri göğü inletir. Bunun üzerine Ra, kendisinin adını anne ve babasının verdiğini, büyücüler büyü yapamasın diye adını içinde taşıdığını söyler. İsis, gün be gün eriyen Ra’ya adını sorar. Ra, gündüz ve gece adlarının ne olduğunu söyler ancak kurnaz İsis ona inanmaz, “Bunlar senin adın değil” der. Durumunun ciddileşmesi üzerine Ra dayanamaz ve “Benim adım göğsümden İsis’e geçsin” der. İsis kudret sahibi olur ve Ra’nın içindeki zehri almayı başarır.[1]

Frazer’in bahsettiği, yaratıcı adlarının büyüye maruz kalınmaması için gizlenmesi aslında bugün de Türk dünyasında güçlü olarak yaşamaktadır. Türk dünyasının ortak adlarına bakılacak olursa “Satılgan”, “Satılmış”, “Tursun”, “Toktosun” (yine Dursun anlamında) vb. adların da temelinde bu inanış vardır. Dahası, çocuklarını “çirkinim” diye sevenler de bilerek veya bilmeyerek büyü kaygısı taşımaktadırlar. Özellikle çocuklara bu tarz adlar verilmesinde veya hakaret gibi görünen sözcüklerle seslenmesinin altında işte bu büyü veya nazardan koruma inanışı yatmaktadır.

Ad ve nesnelerin ilişkisine antik dönemden beri ilgi duyulmaktadır. Platon’un “Kratylos” eseri[2] yıllardan beri felsefeciler ve dil bilimciler tarafından incelenmektedir. Platon, eserinde Kratylos, Sokrates ve Hermogenes’i adların işlevi, nesnelere uyup uymadığı vb. konularda konuşturarak görüşlerini aktarmaktadır. Kratylos diyaloglarında Sokrates, Hermogenes’e birtakım sorular sorar ve doğru adı verenlerin yasa yapıcılar olduğunu belirtir. Hermogenes de ona katıldığını, tanrılar eğer bir şeye isim veriyorlarsa bu ismin doğru olduğunu belirtir. Sokrates, tanrıların Ksanthos, insanların Skamandros dediği nehir tanrısına Ksanthos demenin daha daha doğru olduğunu ifade eder.

Ad – nesne ilişkisine Türklerden verilecek en ilginç örnek, “börü” sözcüğüdür.[3] Türkler, maddî açıdan bakıldığında özellikle hayvancılık nedeniyle börüden çekinmekte, mitolojik açıdan bakıldığında ona saygı duymaktaydı. Börü konusundaki bu karşıtlık isimlere de yansımış, Türkler, börü sözcüğünü birçok şekilde örtmece ile ifade etmişlerdir: “Kurt”, “Karışkır”, “Tengirdin Uulu”, “Köktün Uulu”, “Kara ooz” vs…[4]

“Kurt”, aslında bir küçültmedir. Sözcüklerdeki büyü anlayışına aslında burada rastlıyoruz. Dikkat edilirse “börü” yerine “kurt” diyerek ilgili hayvanı küçülten Türkler, bir yandan “Tengirdin uulu”, “köktün uulu” gibi ifadelerle onu yücelterek eski inanışlarını sürdürmekte, diğer taraftan kendi çocuklarına “Börü”, “Börübay” gibi isimler vererek ismin büyüsünü bir dilek şeklinde kullanmışlardır.[5] “Dilek” sözcüğüyle kastettiğimiz şudur: “Börü”, “kurt” gibi küçücük olsun ve balamız börü gibi atılgan, çevik, özgür, asil olsun.[6]

Süleyman peygamberin yüzüğü ile ilgili inanışlar da bir örnek kabul edilebilir. Süleyman’ın yüzüğündeki yazının ne olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte yaygın inanışa göre yüzüğünde “ism-i azam” yazmaktaydı. İsm-i azam, yaratıcının gizli adıydı. Süleyman, bu yüzük sayesinde yalnız görünen varlıklara değil görünmeyen varlıklara da hükmetmekteydi.

Bu noktada Allah – Tanrı tartışmalarına değinelim. Tartışmada bir taraf, “Allah lafzının yerini hiçbir şey tutmaz” derken diğer taraf konuya millî açıdan yaklaşarak bunda bir sakınca olmadığını hatta Türklerin “Tanrı” demesi gerektiğini ifade etmektedir. Aslında ne açıdan bakılırsa bakılsın, bu tartışma hemen hemen bütün toplumlarda yer alan ad – sözcük – sihir tartışmalarına dayanmaktadır. İşin inanç ve fikir boyutu yazımız kapsamında olmadığından konuyu derinleştirmeyeceğiz. Bununla birlikte yaratıcının gizli bir adı olduğu inancı, “Allah” adının İslam öncesinde de biliniyor olması, ism-i azamın Süleyman’ın yüzüğünde sır olduğu inanışı, “Allah lafzının yerini başka bir şey tutmaz” ile bugün Allah ismi kastedilse de geçmişte Allah lafzı ile kastedilenin Allah değil de çok gizli bir ad olduğunu düşündürmektedir. Kısacası Allah lafzının, Allah adının kendisini değil gizli bir adı ifade ediyor olması tartışılabilir.

Ad veya çeşitli sözcük türlerinin varlığı karşılayıp karşılamadığıyla ilgili düşüncelere daha çok örnek vermek mümkündür. Okuyuculara tavsiyemiz “örtmece”, “tabu”, “totem” kavramlarının üzerinde durmaları ve ayrıntılı değerlendirmelerle çıkarımlarda bulunmalarıdır. Dil, topluma ait olan birçok ögeyi üzerinde bazen gizli bazen açık bir şekilde taşır. Prof. Dr. Ali Akar’ın “Türklerin filozofu Türkçedir” sözünü bu bağlamda bir defa daha düşünmek gerekir.

Yazımızı, sonuna gelince neden böyle bir başlık seçtiğimizin anlaşılabileceği kadar yeterli olmasını tercih ettiğimizden uzatmıyoruz. Gücü, ismine bağlı olduğu için tanrılığını doyasıya yaşamayan Ra; insanlar tarafından adındaki sihre el konulan “börü”; toplumda dalga geçilen ama muhtemelen cinler tarafından kaçırılamayacağı için şanslı olan Satılgan, Dursun ve nihayet Allah – Tanrı tartışmasına bir de bu açıdan bakalım.

 Kaynakça

 [1] James Frazer, “Ruhun Tehlikeleri ve Tabu”, Çeviri: İsmail Hakkı Yılmaz, Pinhan, İstanbul, 2019, sf. 375 – 376.

[2] Platon, “Kratylos”, Çeviri: Furkan Akderin, Say, İstanbul, 2015, sf. 37.

[3] Kırgızlarda bir atasözü: “Börü dep süylösön kulagı körünöt.” (Börü diye söylersen kulağı görünür.)

[4] Konu hakkında ayrıntılı değerlendirmeler için: Mayrambek Orozobaev, Nurgül Moldalieva “Kırgızcadaki Kurt (Börü) İle İlgili Örtmece Kelimeler”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2020 Bahar, 23 – 38; İ. M. Coroev, “Söz – Tildik Birdik Cana Tüşünüktün Belgisi”, İzvestiya Uzov Kırgızstana, No: 5, 2018, sf. 199 – 201; Yusufhan Güzelsoy, “Kırgız Türkçesinde Örtmece Sözler Üzerine Bir İnceleme”, Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa.

[5] Ra’nın tedirginlik yaşamasına neden olan “isim – büyü” ilişkisi burada da karşımıza çıkmaktadır. Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisinde yayımlanan “Tengri / Tanrı Kavramı Bir Örtmece midir?” başlıklı makalemizde “tengri” (gök) sözcüğünün bir örtmece olabileceğini tartışmıştık. Acaba eski Türkler, “Tengirdin uulu” da dedikleri (hatta Tanrı’nın da kendisinin kılığına girdiği) börüde aslında Tanrı’nın gizli adını mı buluyorlardı? İsis’in, Ra’nın adını alması gibi atalarımız da börünün adını alıvermiş.

[6] Bilinçli veya bilinçsiz, aslında her ismin arkasında bir dilek vardır.

Yusufhan Güzelsoy

Manisa Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Öğrencisi

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...