Kitap

Oğuz Kağan Destanı Üzerine Bir Kitap: The Pagan Oguzname

Bu kitap incelemesi “Journal of Old Turkic Studies” cilt 4/1 ‘de yayınlanmıştır.

Danka, Balazs, The ‘Pagan’ Oġuz-nāmä- A Philological and Linguistic Analysis, Wiesbaden, Harrassowitz Verlag, Turcologica C.:113, 2019, 377 syf.

Yazar: Utku Işık[1]

Bir insan topluluğuna millet olma bilinci oluşturan ve “bir millete ait olma duygusu”nu nesiller boyu canlı tutan destanlar; şüphesiz dünya tarihine yön vermiş, köklü medeniyetlerden biri olan Türklerin edebi ve kültürel yaşamlarında da önemli bir yere sahiptir. Tarihi olayların süreç içerisinde mitolojik birtakım unsurlarla meczedilerek anlatıldığı destanlar diğer milletlerde olduğu gibi Türklerin de kendi tarihini ve atalarının milli hislerini algılayabilmesi yönünden değerlidir. İçerdiği mitolojik unsurlarla çok eski tarihlere dayandığı tahmin edilen Oğuz Kağan Destanı, oluştuğu dönem itibariyle Türklerin yaşayışı, hakimiyet anlayışı ve tarih sahnesinde yaşadığı bazı olaylar hakkında bize ipucu vermektedir. Destan; Uygur Harfli varyant ve Reşiddedin, Uzunköprü, Ebülgazi Bahadır Han, Cüveyni varyantları gibi birçok nüshaya sahiptir. Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı Türklerin en eski dini olarak bilinen Kök Tanrı dini dışında başka bir dini etkinin bulunmaması dolayısıyla diğer varyantlardan ayrılmaktadır.

İslami kültür dairesinde yazılan varyantları Oğuzname olarak bilinen, Türk siyaset ve kültür tarihi hakkında önemli ipuçları içeren Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı hakkında birçok araştırmacı metnin tıpkıbasımı, transliterasyonu, transkripsiyonu, çevirisini ve içerdiği motifleri ele alan çalışmalar yapmıştır. Metnin ilk neşrini 1890 yılında W. Radloff yapmıştır. Ardından ikinci neşir Rıza Nur tarafından 1928 yılında yapılmıştır. Willi Bang ve Reşit Rahmeti Arat Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı’nın tercümesini önce Almanca sonra Türkçe olarak yayımlamıştır. Metin, 1959 yılında Şçerbak tarafında kiril alfabesine transkribe edilmiş ve Rusçaya çevrilmiştir. Ölmez, 2009 yılında metni İngilizce çevirisiyle yayımlamıştır. 2016 yılında Ferruh Ağca; Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı’nı metin, aktarma, notlar, dizin ve tıpkıbasım olmak üzere farklı okuyuş önerileri ile birlikte yayımlamıştır. Metin son olarak Balázs Danka tarafından tekrar yayımlanmıştır. Danka, kendinden önce yapılmış çalışmaların -biri dışında- hepsini incelemiş ve Türk destan geleneğinin ve geç dönemde yazıya geçirilmiş Budist eserler arasında önemli bir yeri olan bu metni 2019 yılında The ‘Pagan’ Oġuz-nāmä- A Philological and Linguistic Analysis  adıyla kitap halinde yayımlamıştır. Yazar, 2016 yılında Ferruh Ağca tarafından yayımlanmış olan Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı kitabını edinemediğini dolayısıyla inceleyemediğini kitabın ilk bölümünde dile getirmiştir.

Öncelikle Danka, kitabın isminde geçen Pagan sözcüğünü iki sebeple kullanmıştır. Bunlardan birincisi, İslam öncesindeki Türk metinlerinin İslami anlayışa göre “doğa güçlerine tapanların dönemi”ni anlattığı şeklinde düşünülebilmesidir. İkincisi ise Uygur yazısının Hristiyanlarca da “doğa güçlerine tapanların yazısı” olarak bilinmesidir.

Yazar Budist çevreye ait Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı’nı ayrıntılı bir şekilde ele almakla birlikte  Müslüman çevreye ait Reşideddin, Yazıcızâde Ali, Ebülgazi Bahadır Han ve Uzunköprü varyantlarını da birbirleriyle ve Uygur harfli metinle karşılaştırmıştır.

Danka, kitapta Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı’nı (OKD) sesbilim, biçimbilim, anlambilim açılarından ele almıştır. Öncelikle Paleografi bölümünde Uygur harflerini, metinlerden çekilen yüksek çözünürlüklü büyütülmüş fotoğraflarla başta, ortada ve sonda olacak biçimde tanıtmış; bu harfler hakkındaki görüşlerini belirtmiştir.  Yazar, farklı yazılışlara sahip bir harften on örnek alarak her bir yazı biriminin ilk biçimine gitmeye böylece metnin kesin bir transliterasyonunu yapmaya çalışmıştır. Bu yöntemle bir yazı ekolünün ya da belli bir yazarın yazısının tespit edilebileceğini belirtmiştir.

Yazar  Uygur yazmalarında /z/ ünsüzünün /n/ ünsüzüne göre daha kısa ‘kuyruklu’ olduğunu ancak OKD’de iki sesin aynı şekilde yazıldığını belirtmiş; bu duruma rağmen farklı seslerin harfleri olmalarından dolayı okumada bu ayrıma dikkat ettiğini vurgulamıştır.

Yazar, metin üzerinde söz ortasında bulunan -I ve -A ünlülerini ayırt edilebilmenin zor olduğunu belirtmiştir. Bu iki farklı sesin orijinal metinde karışık biçimde yazılmış örneklerini transliterasyonda ne /y/ ne de /’/ ile temsil etmiştir. /y/ yerine /’/ şeklinde yazılan örnekleri /Y/ ile göstermeyi tercih etmiştir.  Ağca ise transliterasyon bölümünde bu farklı yazımları orijinal metne sadık kalarak yazıldığı şekliyle göstermiştir. Ağca’ya göre; bu farklı kullanımlar ilk bakışta diyalektik farklılıkları çağrıştırsa da aynı sözcüğün bazen /’/ bazense /y/ ile yazılması, dolayısıyla istikrarlı bir yazımın bulunmayışı diyalektik bir çeşitlilikten dolayı böyle bir ikili durumun olamayacağını göstermektedir. Aynı zamanda Ağca’ya göre müstensih, metni daha eski bir nüshadan kopya ettiği için de -I yerine –A bağlantı ünlüsünü kullanmış olabilir. Tüm şartlarda müstensihin Ağca’ya göre hangi harfi kabul edeceği konusunda bir kafa karışıklığı bulunmaktadır dolayısıyla orijinal metindeki harfler transliterasyonda aynıyla gösterilmiştir. Aynı şekilde -U yerine –A kullanılarak yazılan sözcükler için Danka transliterasyonda -W harfini kullanmışken Ağca orijinal yazımı değiştirmeden sözcükleri aynıyla gözler önüne sermiştir. Ağca diğer çalışmalarında olduğu gibi OKD yayınında da istikrarsız yazımların pek çok sebebi olabileceğini göz önünde bulundurup bunlar üzerinde açıklamalar yaparak metnin aslına bağlı kalmayı tercih etmiştir.

Eski Uygur metinlerinde /n/, /A/ ve /z/ seslerinin yazımlarını okumakta bazı zorlukların bulunmaktadır. Danka /n/ ünsüzünün yalnızca üste konulan bir noktayla ayırt edilebildiğini ifade etmiştir. Bu ünlünün nazal n ünsüzüyle karıştırılmaması gerektiğini ifade etmiştir.  Ağca /n/ ünsüzünün /A/ sesiyle karıştırılması dolayısıyla 13-14. yüzyıl Budist Uygur metinlerinde /n/ ünsüzünün üzerine bir nokta koyulmaya başlandığından bahsetmiştir. Bu metinde üzerine nokta konulmuş ve konulmamış bazı örnekler bulunmaktadır. Ağca, noktalı ve noktasız biçimlere örnekler vermiş, bu konudaki ikili kullanımlardan söz etmiştir.

Danka, her bir harf için farklı yazım üsluplarını göstermek amacıyla onar örnek almış ve bu sayede büyükçe bir tabloda Uygur alfabesindeki harflerin ilk biçimlerini şu şekilde tasarlamıştır:

Danka’nın kitabında destanın anlatıldığı metnin sayfaları ayrı ayrı basılmış ve her bir sayfanın ardından transliterasyon ve transkripsiyon çalışması yapılmış; ardından bu sayfada geçen cümleler İngilizceye çevrilmiştir.

Danka’nın da Ağca’nın da belirttiği üzere metnin baştan, ortadan ve sondan eksik olması, fonetik ve morfolojik bazı ikili kullanımlar, ortografiden kaynaklı zorluklar sebebiyle metnin okunmasında bazı güçlükler yaşanmaktadır. Danka ve Ağca yukarıda belirtilen bazı seslik değerlerin okunmasında farklı yollar izlemiştir. Sözcüklerin transliterasyon, transkripsiyon ve çevirisinde  genel itibariyle örtüşseler de birçok sözcüğün okunuşunda gerek seslik değerleri farklı okumaktan gerekse sözcüklere farklı anlamlar yüklemekten kaynaklı bazı farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Sözcüklerin farklı okunmasına sebep olan noktalardan biri Ağca’nın /c-/ ünsüzünü okurken farklı bir yol izlemesidir. Genel Türk dilinde /y-/ ile yazılmış sözcükler Uygur alfabesinde /c-/ için ayrı bir harf bulunmadığından dolayı bazı örneklerde /ç-/ harfi ile okumaktadır. Ancak Ağca bu sözcükleri literatürün aksine daha akıcı bir ünsüz olan /c-/ ile göstermektedir: Danka çarlıg, Ağca carlıg; Danka çalguz, Ağca calguz vb.

Farklı okumaların bir diğer kaynağı ise iki yazarın kapalı /e/ ünlüsünü algılayışlarının farklı olmasıdır. Danka Eski Türkçe bazı sözcüklerde özellikle ilk ünlü pozisyonunda görülen e ~ i istikrarsızlığını birçok araştırmacı gibi kapalı e şeklinde yorumlamış ve transkripsiyonda bu tasviri ünlüyü kullanmıştır. Ağca ise e ~ i istikrarsızlığının görüldüğü sözcükleri metnin orijinaline uygun olarak /e/ ile yazdıysa /e/ ile, /i/ ile yazıldıysa /i/ ile göstermiştir. Danka kéçelerden, Ağca keçelerden; Danka yérde, Ağca yirde vb.

Danka; Eski Oğuz Türkçesine ait uzun ünlülü sözcüklerin ortasına gelen /g/ ünsüzünün ünlüleri kısaltma özelliğine aykırı olarak üstelik transliterasyonda göstermiş olmasına karşın  kār=kagar, tām=tagam, kārlıg=kagarlıg gibi örneklerde uzun ünlülü biçimleri kabul etmiştir. Ağca ise aksine transkripsiyonda ünlüleri kısaltmış ve kagar, tagam, kagarluk biçimlerini kullanmıştır.

Kapalı e ünlüsünün yazımı, Genel Türkçede /y-/ ile başlayan bazı sözcüklerin metinlerde /c-/ ile mi /ç-/ ile mi yazılacağı sorunu, uzun ünlülü sözcüklerin yazımı gibi Türk dili araştırmalarında tartışılan genel problemler dışında iki yazarın okumalarındaki farklarını şu şekilde sınıflandırabiliriz[2]:

  • İki yazardan birinin orijinal metinde bulunmayan bir ses tasarladıkları uyuşmazlıklardan bazıları: (2/7) Danka kik, Ağca k(i)y(i)k; (14/5) Danka …yahşı be(r)gü birle, Ağca …yahşı bigü birle; (22/1) Danka bizniŋ kutbız senniŋ, Ağca bizniŋ kut(ı)bız senniŋ; (29/7) Danka yörümayn, Ağca yörümeyin.

Metinde geçmeyen yeni bir ses tasarlanan sözcükleri anlamlandırmada iki yazar açısından da farklılık görülmemektedir.

  • Yazarların aynı ses değerlerini farklı yorumlayıp okudukları örneklerden bazıları: (2/1) Danka sorma, Ağca sö(y)ürme; (14/3) Danka kız, Ağca kas; (27/2) Danka kagız, Ağca kagas; (29/8) Dankatarlawsız, Ağca tarlagusuz, (28/7) Danka kalkanları, Ağca kalıkları; (30/5) Danka başladı, Ağca başlandı;  (40/7-8) Danka körüg-, Ağca körür

Danka kalkanları temürden erdiler şeklinde okuduğu cümlede kalkanları sözcüğünü “sürgüleri” olarak, Ağca ise kalıkları temürden irdiler şeklinde çevirdiği cümlede kalıkları sözcüğünü “çatısı” olarak aktarmıştır. Aynı şekilde Danka kız yakut taş şeklinde okuduğu ibareyi “değerli yakut taşları” olarak, Ağca ise kas yakut taş şeklinde okuduğu ibareyi “yeşim (ve) yakut taşları” olarak çevirmiştir. Danka Oguz kagan bedük ordu […]körüg- olarak çevirdiği ifadede körüg- sözcüğünü “savaş kampı” şeklinde aktarırken Ağca aynı ifadeyi “Oğuz kağan büyük ordu […] görür.” olarak çevirmiştir. Bunun dışında örneklendirdiğimiz diğer sözcükler iki yazar tarafından da aynı şekilde anlamlandırılmıştır.

  • Bir yazarın okuyamadığı sözcüğü diğerinin okuduğu örneklerden bazıları: (35/1) Danka kaygular[…][3], Ağca kaygular [tapdı] “kaygılandı”; (37/1-2) Danka […] tengri bérdi[4], Ağca [negü kök] tengri berdi “Kök Tanrı her ne verdiyse”; (40/9) Danka [oŋ yagıda] “sağ tarafta”, Ağca […].

Metinde okunuşu problemli birçok sözcük ve cümle bulunmaktadır. Bu sözcükler araştırmacılara tarafından çeşitli şekillerde okunduğu için anlamlandırmada da farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birkaçını açıklamak gerekirse öncelikle Danka bu problemli cümlelerden biri olan ve Ağca tarafından (1/4) közü yarup bödüdi olarak transkribe edilen ifadeyi közü yarup küdedi olarak okumuştur. Son sözcüğün okunuşu konusunda kararsız olan Danka, sözcüğün küdedi yerine  büdedi şeklinde de okunabileceğini Notlar bölümünde ifade etmiştir.

Problemli ilk ifade olan közü yarup, Danka tarafından “gözü parlayıp” şeklinde aktarılmış ve bu ifadedeki yaru– fiilinin “parlamak” anlamıyla bir ebelik terimi olabileceği söylenmiştir ancak sözcüğün niçin bir ebelik terimi olabileceği hakkında bir açıklama maalesef yapılmamıştır.

Ağca ise közü yaru- “gözü parlamak” ifadesinin OKD’de metaforik bir anlam kazanıp “doğum esnasında gözlerinden ateş çıkarcasına acı çekmek” anlamına geldiğini düşünmektedir. Zira ona göre cümlenin yüklemi konumundaki bödüdi sözcüğü ile beraber düşünüldüğünde, cümle şu mantıkla kurulmuş olmalıdır: gözleri acıdan ateş çıkarırcasına parladı ve (gözleri) büyüdü. Bu açıdan bakıldığında Ağca’nın yaru–  ile eşleştirdiği  “parlamak” ve metaforik olarak “gözlerinden ateş çıkarırcasına acı çekmek” anlamları parlamanın derecesini “ateş çıkarmak” gibi bir sözle abartarak vurgulamayı ifade etmekte,  bu açıdan akla daha yatkın görünmektedir.

Metinde geçen problemli bir başka sözcük de (2/1-2)’de geçen swyrm’ sözcüğüdür. Danka sözcüğü kendinden önceki -Ağca dışında- diğer araştırmacılarla aynı doğrultuda  sorma/sörme şeklinde  okumuştur. Ona göre sözcük hakkında çok az veri vardır ve elde olan verilerle sözcüğün Clauson’nun açıkladığı üzere sor– “içmek, içine çekmek” kökünden türediğini ve “içecek şey, şarap, bira” anlamına geldiğini söylemek gerekmektedir.

Kendinden önceki çalışmalarda ve Danka’da sürme/sorma şeklinde okunan  swyrm’ sözcüğü için Ağca yeni bir okuma önermiş ve sözcüğü Notlar bölümünde uzunca açıklamıştır. Yazar, Uygur alfabesinde bir ünsüzden sonra gelen <wy> yazımı /ö, ü/’ye denk düşse de, OKD’de bu kurala uyulmadığını belirtmiştir.  Ayrıca metnin yazım özelliklerini dikkate almış ve  /ü, ö/ için <wy> yerine <w> harfinin kullanıldığını gözlemlemiştir. Bu açıdan swyrm’ sözcüğünde ilk hecedeki ünlüyü inceltmek için /w/ harfinin yanında /y/ harfinin kullanılmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Ağca <w> ünlüsünden sonra gelen <y> harfinin bir ünlüyü değil ünsüzü işaretlediğini düşünmüş ve sözcüğü soy(u)rma/ söy(ü)rme şeklinde transkribe etmiştir. Bu okumasını, DLT’de Oğuzca olarak verilen sögüş “pişmiş/haşlanmış et”, sögül-, söglün-, sögülün– “ızgara yapmak” ve söglünçü “ızgara”  sözcükleriyle ve Anadolu ağızlarında geçen söğürme/söürme/sövürme “haşlama, kebap, ızgara” sözcüklerinin “ızgara yapmak” anlamındaki sögül– ve sögür– fiilleriyle bağlantılı olduğunu söyleyerek temellendirmiştir.

Danka ve Ağca’nın swyrm’ sözcüğü hakkındaki fikirleri birbirinden oldukça farklıdır. Danka, Türk dili araştırmalarında genel olarak kabul edilen sorma “içilen şey, şarap, bira” okuyuşunu kabul ettiğini kısa bir açıklamayla ifade etmiştir.  Ağca ise diğer araştırmacıların okuyuşlarındaki sorunu tekrar ele almış bunun sonucunda fonolojik ve semantik olarak metne uygun yeni bir okuma önermiştir.

Ağca ve Danka’nın üzerinde uzun açıklamalar yaparak farklı açılardan aydınlattıkları bir cümle daha vardır: (21/8-9) senden carlug b(a)glug bellüg bola men. Ağca öncelikle bu sentaktik yapıyı senden sözcüğünün anlaşılmaz hale getirdiğini söylemiştir. Ağca’ya göre iki farklı cümleyi içeren bu ifade şu şekilde çözümlenmelidir: carlug baglug bola men, bellüg bola men. Ona göre carlug baglug ifadesi Bang-Arat’ın kabul ettiği gibi *carlugıŋa baglug “emrine bağlı” şeklinde olmalıdır ve burada muhtemelen müstensihin  ihmalinden kaynaklı bir yazım hatası söz konusudur. bellüg bola men ifadesini ise Ağca “Sana namzet olayım.” şeklinde günümüz Türkçesine  aktarmıştır.  bellüg sözcüğünün     Eski Türkçe metinlerde bulunmadığını ancak Eski Türkçede geçen belgü “işaret” ve belgülüg “işaretli, açık, bilinen” sözcüklerinin Oğuz etkisiyle farklı bir varyantı olarak yorumlanabileceğini ifade etmiştir. Danka da bu noktada benzer bir görüşü savunmuş, Pelliot’un fikrine katılarak bellüg bol– ifadesini “açığa çıkmak, tanınır olmak” şeklinde aktarmıştır ve cümleyi “Emirlerine bağlı (olarak) tanınayım.” şeklinde çevirmiştir. Ağca ve Danka, cümleyi farklı açılardan ele almışsa da bu iki yazarın çevirileri büyük oranda örtüşmektedir. İkisi de bellüg sözcüğünü “bilinmek ve açık olmak” ile ilişkilendirmiştir.

Cümle bağlama göre değerlendirildiğinde öncelikle şu göz önünde bulundurulmalıdır: Oğuz Kağan,  emirlerine uymayan Urum Kağan’ı bozguna uğratmış ve Urum Kağan’ın yeğeni de Oğuz Kağan’ın huzuruna çıkarak kendisinin bu savaşta amcası ve babasından dolayı suçlu görülemeyeceğini, Oğuz Kağan’a tabi olduğunu ve bu şekilde anılmak istediğini arz etmiştir. Düşman olarak tanınan kişi, burada artık Oğuz Kağan’ın dostu olarak tanınmak istemektedir. Bu çerçevede cümleyi “Senin emrine bağlı olarak tanınayım.”  veya “Sana namzet olayım.” şeklinde çevirmek mümkün görünmektedir.

Metinde 22/5’te geçen buçur– fiilinin tahlili iki yazar tarafından farklı şekillerde ele alınmıştır. Danka intervokalik –y- sesinin söz içinde –ç- sesine dönüştüğü bir Türk lehçesi bilmediğini, diğer araştırmacıların da (Clauson, Peliot, Şçerbak, Bang-Arat) sözcük hakkında yeterli bilgi vermediğini belirtmiştir. Üstelik böyle bir örneğe  Doğu Eski Türkçesinde de rastlamadığını ifade eden yazar; sözcüğün müstensih hatasından dolayı buyur– yerine buçur– şeklinde yazıldığını öne sürmüştür. Ağca ise bu konuda farklı düşünmektedir. Tarihsel Türk dili alanlarında /y/>/c, ç/ değişiminin söz başında gerçekleşmesi ve söz içi ve sonundaki değişimin de ancak birkaç modern yazı dilinde sınırlı sayıdaki sözcükte tanıklanmasından dolayı buyur->buçur– şeklinde bir tahlilin mümkün olamayacağını savunmuştur. Bunun yerine buyur– fiilinden farklı bir buçur– fiilinin varlığından söz etmenin doğru olacağını dile getirmiştir. Dolayısıyla Ağca tarihsel Türk dilinin çeşitli alanlarında tanıklanan bıçur– fiilinin buçur– biçimine dönüştüğünü düşünmektedir. bıç– “kesmek,biçmek” nasıl ki DLT’de bıçıg “anlaşma, sözleşme” şeklinde metaforlaşmışsa buna paralel olarak bıçur– da fonolojik ve semantik bir değişimle buçur– “nasip ol-, ihsanda bulunmak”  sözcüğüne dönüşmüş olmalıdır.

Danka ve Ağca’nın buçur– fiiliyle ilgili görüşlerinden bağlama en yakın olanı Ağca’nın bıçur-> buçur– “nasip olmak, ihsanda bulunmak” olarak görünmektedir: “Tanrı sana  ülke verip bahşetmiş oldu.”.

Danka 27/3’te geçen çalaŋ bulaŋdan korukmaz turur erdi ifadesini “kaçma kovalamadan korkmazdı” şeklinde çevirmiştir.  çal– fiilini “yıkmak, hırsızlık yapmak, çalmak”, bul– fiilini ise “bulmak” şeklinde kabul eden yazar Oğuz Kağan’ın atını aramaya çıkan bir adamı tasvir ederken “kaçma kovalamadan korkmazdı” şeklinde bir çevirinin bağlama uygun düşeceğini düşünmüştür. Ağca ise bu konuda sözcüklerin tahlilini yaparken farklı bir yol izlemiş, tarihsel Türk dilinde geçen çal– fiillerine örnek vererek bu fiilin “vurmak, darp etmek, saldırmak” gibi anlamlara geldiğini dolayısıyla –(X)ŋ ekiyle isimleşmiş bu sözcüğün “vuruşma, darbe” anlamlarını taşıması gerektiğini öne sürmüştür. bulaŋ fiilinin ise çalaŋ fiiline göre daha kolay tahlil edilebileceğini söyleyen yazara göre bulga– “karıştırmak” fiilinin EOT’deki karşılığı olan bula-, –(X)ŋ fiilden isim yapım eki alıp metaforlaşarak  “kargaşa” anlamını kazanmıştır. Ağca bu cümleyi tüm bu morfolojik ve semantik dayanaklar ışığında “darbelerden ve kargaşadan korkmazdı.” şeklinde çevirmiştir.

Danka’nın çalaŋ bulaŋ “kaçma kovalama” (hide and seek) birleşik sözcük tasarımı  her ne kadar bağlama uygun görünse de bu açıklama izaha muhtaçtır. Zira söz grubu veya “fiil-(X)ŋ fiil-(X)ŋ” biçiminde oluşan birleşik sözcüklerin tarihsel Türk dili metinlerinde var olup olmadığı Danka tarafından belirtilmemiştir. Bu çerçevede çalaŋ bulaŋ bir birleşik sözcük değilse cümle “çalmaktan ve bulmaktan korkmazdı” gibi bağlamla uyumsuz  hal almaktadır.

İki yazar da Notlar bölümlerinde problemli gördükleri sözcük ve cümle yapılarını bazı örneklerde ortak bir anlayışla ancak hatırı sayılır sayıda örnekteyse farklı açılardan değerlendirmiştir. Bu açıklamalara genel olarak bakıldığında Ağca’nın yaklaşık 175 madde, Danka’nın ise 65 madde incelediği görülmektedir. Danka’nın açıklamaları, Ağca’yı okumadığı için yalnızca diğer araştırmacıların görüşleri üzerine yapılan farklı yorumlarla sınırlı kalmıştır. Zira Ağca Notlar bölümünde birçok sözcük ve cümleyi Danka’nın okuduğu araştırmacılardan farklı okumuş, yeni önerilerde bulunmuştu.

Danka, kitabını Notlar bölümünden sonra  metin üzerinde fonolojik ve morfolojik özelliklerin ayrı ayrı sıralandığı bölümlerle devam ettirmiş ve OKD’nin küçük bir gramerini oluşturmaya  çalışmıştır. Sonraki bölümlerde ise OKD’nin diğer varyantları, içeriği ve içerdiği motifler hakkında bilgiler vermiş, eserini Dizin ve Kaynaklar  bölümleriyle bitirmiştir.

Danka Sonuç bölümünde kendinden önceki çalışmalarda /I/ ünlüsünün  <’> ve <y> ile kararsız bir biçimde gösterildiğini ifade etmiştir. Danka bu sorunu, araştırmacılar tarafından istikrarsız biçimde çevrilen  /I/ ve /A/ ünlülerini yalnızca /Y/ harfiyle göstererek çözme yoluna gitmiştir.  Ancak bu sorun Ağca’nın ifade ettiği üzere müstensihin eski bir metni kopya etme ihtimaliyle yahut sözcüklerin yazımı konusunda kararsız olmasıyla bağlantılı olmalıdır. Başka bir deyişle Ağca’nın metne bağlı kalmayı ön plana alan görüşü; bazı sözcüklerde gerçekleşen  /A/ ~  /I/ nöbetleşmesinin ikili bir kullanım oluşturduğunu böylece müstensihin burada bir tasarrufa gitmek durumda kaldığını göstermektedir.

Yazar Sonuç bölümünde kendisinden önce yapılmış çalışmalardaki sorunlardan bahsetmiştir. Bu çalışmalarda tartışmaların çıkmaza girdiğini öbür yandan yazarların bu çalışmalarda metni bir transkripsiyonla yayımladıktan sonra problemli noktaları yalnızca son not şeklinde açıkladığını belirtmiştir. Yine de, kendinden öncekileri son not konusunda eleştirse de bu geleneği kendisinin de bozmadığını söylemekten de kendini alamamıştır. Okur, Danka’ya göre,  bu tarz eski çalışmalarda paleografik, etimolojik, morfolojik ve tarihsel açıklamalar ayrı bölümler halinde okunmakta ve bu da kavrayışı zorlaştırmaktadır. Ona göre; Radloff 1890’da metnin bir bölümünü, bir yıl sonraysa Uygur yazmasının özensiz bir versiyonunu yayımlamıştır. Bundan sonraki çalışmalar ise Danka’ya  göre sıkıcı yorumlarla ve belli başlı sözcüklerdeki okuma yanlışlarıyla bilinmektedir. Danka,  kendi eserinin başarılı olmasında tüm bu yanlışlara düşmemekten başka OKD’nin tam bir tıpkıbasımını yayımlamasını da sebep olarak göstermektedir. O, metnin tam bir tıpkıbasımını ilk kez kendisinin yayımladığını düşünmektedir. Ancak Danka burada yanılmaktadır. Zira kitabının başlangıcında Ferruh Ağca’nın kitabını edinemediğini ifade etmiş olmasına rağmen kitabın sonuç bölümünde tıpkıbasım konusunda bir ilke imza attığını söylemesi, bilimsel etik açısından kabul edilmesi güç bir yanlışlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Ferruh Ağca kitabının 2016 yılındaki ilk basımında, OKD’nin tam bir tıpkıbasımını okuyucuyla buluşturmuştur. Ayrıca 2019 yılında Danka’nın yayımından önce kitabın yeni bir basımını yayımlamıştır. Bu yayında tıpkıbasım, transkripsiyon ve çeviri bölümlerini toplu halde okuyucuya sunmuştur. Danka,  Ağca’nın kitabını edinememesine rağmen metnin tam bir tıpkıbasımının ve transkripsiyon-çeviri-tıpkıbasımın bir arada olması kolaylığının okuyucuya ilk kez kendisi tarafından sunulduğunu cesurca açıklamakla bir yanlışa düşmüş görünmektedir.

Uygur harfli Oğuz Kağan destanını her yönüyle ele alan, içerisindeki paleografi, fonoloji, morfoloji ve anlambilimine ait bilgilerle destan hakkındaki çalışmalara artıları ve eksileriyle katkı sağlayan Balazs anka’ya alanla ilgili sorunlara ışık tutan çalışmalarının devamını diliyoruz.

 Kaynaklar:

AĞCA, Ferruh (2019), Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı -Metin, Aktarma, Notlar, Dizin, Tıpkıbasım, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.

DANKA, Balazs (2019), The ‘Pagan’ Oġuz-nāmä- A Philological and Linguistic Analysis, Wiesbaden: Harrassowitz Verlag, Turcologica c.: 113.

 [1] Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Doktora Öğrencisi, E-posta: utkuisik3@gmail.com

[2] Yazarların örnekleri alıntılanırken transkripsiyonda iki yazarın da ayrı yöntemler benimsemesinden dolayı transkripsiyon alfabesine başvurulmamıştır.

[3] Danka sözcüğün okunuşundan emin olmasa da Ağca ve Sçerbak’ın transkripsiyonda kullandığı “tapdı”ya denk gelecek buldu sözcüğünü kullanmıştır: “(found) a lot of sorrow”.

[4] Danka emin olamadığı negü sözcüğünü transkripsiyonda yazmamış ancak  çeviride yine bu anlamı karşılayacak sözcüğü kullanmıştır: “[what] he gave”.

Utku Işık

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Doktora Öğrencisi

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...