Kitap

Yalnız Değiliz

Edebiyatımızın romanda iyi örnekler verdiğini okumalarımdan biliyorum. Hikâye için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bu çok şaşırtıcı gelebilir. Çünkü, 1930-1970 aralığında romandan çok hikâyede üstündük. Mahmut Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Tarık Buğra, Haldun Taner ve daha birçok isim dünya çapında yüz ağartıcı örnekler vermişti. Bu konunun ele alınacak pek çok tarafları var. Bunu bilmekle beraber, bir hüküm cümlesi gibi söylemeyi ve dikkatlere getirmeyi gerekli gördüm.

Bu hususu yazarak başlamamın bir başka ve esas sebebi Füsun Menşûre’nin hikâyeleridir. O dönemle adını ilk anda koyamayacağım bir benzerlik hissettim. Öyle ya, üzerinde düşününce müşterek tarafları pek azdı. Dil vesair yazış özellikleri bakımından farklıydı. Sayacağımız başka unsurlar bakımından da tam benzemiyordu. Buna rağmen dönüp dönüp okuduğum o dönemin zevkli ve sağlam hikâyelerini hatırlatıyordu. Sonunda cevabı az çok bulur gibi oldum: Galiba, Füsun’un duyuşunda ve eşyaya bakışındaki hassâsiyette o dönemden bakışlar ve ilgiler sezdim.

Eşya ile insan ilişkisindeki anlam büyük ölçüde kaybettiğimiz bir husus. Buna mekânı da eklemek lazım. Türkler, öteden beri ata yâdigârı yapıları, eşyaları korumakta diğer milletlere göre ihmal gösteriyorlar.  Bu fikir her zaman için doğruymuş gibi geliyor. Halbuki değil… değildi. Müzecilik vesair koruma alışkanlıklarımız bakımından yeni zamanlara tam ayak uyduramadığımız bellidir. Ancak,  50 yıl önce verilmiş edebiyat eserlerine ve yazılmış, nakledilmiş hâtıralara bakınca bile eşyaya ve çevreye verdiğimiz değer olağanüstü farklılıklarla parıl parıl parlar. Füsun’da bu değerin izlerini gördüm.

Evet Füsun, hikâyenin gerektirdiği ince dikkatle yazıyor.  Bu yazış öncelikle kadıncadır. Bütün hikâyelerinde, bir kadının değişken bam teli titriyor. Açık veya örtülü şekilde bu husus onun değişmezlerindendir. “Açık veya örtülü” deyişimde onun yazış özelliklerinin bir tarafı da vardır. Üslub özellikleri bahsinde işlenecek bir mesele halinde erbâbını bekler. Yazarın yazarlık karakteri diye bir başlık atılacaksa, o bahiste de bu konuya dönülecektir.

Füsun’un hikâyelerinde konu seçimi de bu “ince dikkat” ve “kadınlık” üzerinden anlaşılabilecek bir durumdur. Eşya ve tabiat ağırlıklıdır. Doğrudan insan durumlarının ele alındığı hikâyeler de olmakla beraber dolaylı anlatımı tercih eder. Füsun’un yazıcılığında ilk sıraya konacak husus budur. Eşyayı ve hayvanları konuşturarak yazmayı seçmesi üzerinde durmak lazımdır. İnsan durumları, eşya, hayvan ve bütün bir çevre üzerinden verilmeye çalışılır.

Temel bir tercihten bahsettiğimi anlamanızı isterim. Bu tercihin, yaşadığımız toplum hayatının katı ve sevimsiz gerçekleri karşısında şuurlu bir tavır alışın yansıması olduğunu düşünmek mümkündür. Bunu biraz kaçış, biraz da bezginlik ve yorgunluk duygusu besler gibidir. İnsanın kestirilemez ve kaygan zeminde seyreden değişken dünyası, yazarı bu tür arayışlara iter. Konuşan, gerçekte insan ve onun halleridir. Bu konu tercihi, şarkın hikâye, masal ve hikmet geleneğini hatırlatır. Beydaba’nın masal-hikâyeleri, Binbir Gece Masalları ve benzerleri ağırlıkla hayvan ve eşya üzerinden konuşur. Mevlânâ’nın Mesnevîsinde de bu tür meseller hatırı sayılır bir yüzde tutar.

Hikâyelerin hemen hepsinde kadın erkek ilişkileri ya doğrudan ya da fon halinde vardır. Bir kediden bahsederken de, bir sandalyeden bahsederken de bu iki cinsiyetin uyuşması-çatışması ve çok yönlü irtibatları verilir.  Buradan bakınca, Konforlu Yalnızlık’ın modern zamanların bölünmüş hayatlarını konu edindiği doğrudur. Adı üstünde bir yalnızlıklar bütünüdür. Yaşanmışlıkların keskin realiteleri belirleyicidir. Evet, işte hayat böyle akmaktadır. Kadın dediğin tedirgin bir kuş gibi devamlı endişelerle yaşar. Erkek dediğin, çok zaman vurdumduymaz bir kişilikte kendi benini şişirmek ister;  eş ve çocuk derdinde paniklediği noktalar da yine bu bencillik kokuludur.

Meseleyi bir cinsiyet çatışması darlığına indirmek elbette doğru değil. Füsun, hikâyelerinde böyle demiyor. Bir parktaki kediden bahsederken de, bir sandalyeyi konuştururken de insan hallerine dokunuyor.  Bu dokunuşta çocukluk saflığını arayan bir kırıklık hissettim. Hayallerine indirilen peşpeşe darbelerle kolu kanadı kırılmak noktasına gelmiş naif bir ruhu duydum. Belki o bunları kastetmiyordu, belki öyle anlaşılmasını da istemiyordu… Ben bu karşılaşmalardan yenik düşme eğilimine direnen bir yorgun insanı gördüm.

İşte 50-60 yıl öncenin hikâyeleriyle benzeşen buydu. Kayıplara ağlayan o neslin hikâyeleri gibi,  Konforlu Yalnızlık da bana kendi zamanının değer arayışını söyleyen bir bütünlük halinde göründü. Melâlime denk düştü. Bunun için içlendim, bunun için onlarda kendimi buldum ve bunun için sevdim.

Evet, Füsun’un dil bakımından belki iyi görünmeyen tarafları var. Bu o kadar normal ki… Hayır hayır,  Almanya’da doğmuş olmasını kastetmiyorum. İçerde doğanların Türkçe’yi ne hale getirdikleri malum… Füsun da bu dili yaşayanlardan, bizden öğrendi. Bizim ârızalarımızı o da yüklendi. Hâkim dil anlayışı,  dilde titizliği başka türlü anlıyordu. Aydınlarımız, okumuşlarımız bozguncu solun despotluğuyla yetişti. Kültürde bir yabancılaşma, dilde de yabancılaşmayı getirmişti. Hepimize olduğu gibi ona da etki etti.

Israrla devrik cümle kurmaya çalışması bunlardandır. Devriklik, adı üstünde bir bozukluktur. Ancak şiirde ve nadiren kısa cümlelerde düz durabilir.  Bir cümlenin edebî görünmesi için devrik olması gerektiği son on yılların büyük sakatlığıdır. Türkçe’ye vurulmuş belki en büyük darbedir.

Konforlu Yalnızlık’ın dilinin yer yer oturmamış görünmesinin en büyük sebebi devrik cümlelerdir. Diğer ve daha geniş manada anlayacağımız husus, içinde yaşadığımız kültür sanat iklimidir. Yazarının kalem tecrübesiyle ilgili tarafı da var tabii.  Bazen, hikâyelerinde asıl anlatılmak istenenden uzaklaşma eğilimi gösteriyor. Aslında, bu durumu onun bilerek yaptığı kanaatindeyim. Belki bir yazış özelliği olarak düşünmüştür. Öyleyse önemli bir teknik tercihtir. Bana, biraz dikkati dağıtıyor ve asıl hikâyeyi düşürüyor gibi gelmesi önemli olmayabilir.

Füsun, belki, hikâyelerini yeni gördüğümüz bir isim, Konforlu Yalnızlık da ilk kitabı. Bunlara bakarak henüz pişmiş, olmuş bir yazardan bahsetmediğimiz düşünülebilir. Öyle olmadığı açık: Burada söylediklerimiz özgün ve olgun bir yazarı müjdeliyor. Füsun Menşûre kimseye benzemiyor. Kendisi olmak bakımından özel bir yol açtığı söylenebilir. Kolay konu buluyor. İçine giriyor ve bizi şaşırtacak şekilde işliyor. Bunlar az bulunur meziyetler. Zayıf dediğimiz hususlar zaman içinde ihmal edilebilir hale gelecek. Çünkü bu yazışın en güçlü tarafı konu seçimi ve onu özgün dikkatlerle işleyişi.

A. Yağmur TUNALI

İçerikler