Kitap

Zor Yıllar 1939-1945: 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de İngiliz-Alman Propaganda ve İstihbarat Savaşı

Dünyanın en kanlı savaşı olarak bilinen İkinci Dünya Savaşı, birçok açıdan tarihin seyrini değiştirmiştir. O zamana kadar görülmemiş teknolojilerin ve yöntemlerin kullanılmasıyla savaşın yarattığı yıkım büyümüş ve etkisi tüm dünyada hissedilmiştir. Savaşın teknik boyutunun yanı sıra, daha önce Birinci Dünya Savaşı sürecinde uygulanan çeşitli propaganda ve istihbarat yöntemleri bu kez daha profesyonelce ve deneyimli bir şekilde uygulamaya konulmuş ve savaşın seyrini büyük oranda etkilemiştir.

İkinci Dünya Savaşı süresince Türkiye başarılı bir tarafsızlık politikası izlemiş ve bu sayede savaşın ülke topraklarına taşmasının önüne geçilmiştir. Fakat bu süreç sanıldığı kadar kolay geçmemiştir. Zira savaşın iki tarafı olan Almanya ve İngiltere gerek savaş öncesinde gerekse savaş sırasında Türkiye’yi kendi taraflarına çekebilmek için birçok yola başvurmuş ve son ana kadar bu emellerinden vazgeçmemişlerdir. Türkiye’nin taşıdığı bu önem askeri gücünden ziyade harita üzerinde bulunduğu konumda yatmaktaydı. Türkiye, Almanlar için zengin petrol yataklarının bulunduğu Orta Doğu topraklarına ve Sovyetler Birliği’ni işgal etmenin önemli bir unsuru olan Kafkasya’ya geçişin en uygun yollarının üzerinde bulunuyordu. Yine İngilizler içinse Türkiye’nin bu konumu Almanların lehine kullanılırsa, İngiliz yönetimi altında bulunan Orta Doğu ülkeleri ve oradaki menfaatleri tehlikeye girecek, tüm bunların sonucunda da Almanların elde ettiği avantaj savaşın seyrini değiştirecekti. Bu sebeple her iki 2 taraf da kendi safına çekmek için diplomatik olarak Türkiye’ye fazlasıyla önem vermişler ve en deneyimli diplomatlarını buraya göndermişlerdir. Bununla da yetinmeyip Türkiye’de inanılmaz bir propaganda ve istihbarat çalışmasına girişerek kamuoyunu da yönlendirmeyi ihmal etmemişlerdir. Türkiye de konumu itibariyle her iki ülkenin de faaliyetlerinden haberdar olmakla birlikte bunları kendi menfaati ve tarafsızlık politikasını devam ettirme maksadıyla kullanmayı başarmış. Kelimenin tam manasıyla denge politikası gütmeyi başarmıştır. Bunlar İkinci Dünya Savaşı’nın ülkemize etkisini merak eden hemen herkes açısından az çok bilinmektedir. Ancak Süleyman Seydi bunu çok daha teknik bilgilerle ve kaynaklarıyla birlikte okuyucuya sunarak o dönemdeki vaziyeti ve devrin tanınmış şahsiyetlerinin konumlanmalarını da göstermektedir.

2006 yılında Asil Yayın Dağıtım tarafından basılan Zor Yıllar 1939-1945: 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de İngiliz-Alman Propaganda ve İstihbarat Savaşı kitabı Süleyman Seydi tarafından o dönemde Türkiye’de yaşananları yalnızca politik yönüyle değil, aynı zamanda ticari, sosyal yaşam ve basın gibi dinamiklerle birlikte de ele almaktadır. Konuyla ilgili daha önce çeşitli çalışmalar yapılmış olsa da Süleyman Seydi’nin bu araştırması özellikle bir yönüyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Bundan önceki çalışmalar, İkinci Dünya Savaşı’nı daha çok Almanların faaliyetleri yönüyle ele almışlardır. Bunda Nazi Almanya’sının ilgi çekiciliğinin yanı sıra, savaşı kaybeden Almanya’nın giriştiği eylemlerin gün yüzüne çıkarılması da etkili olmuştur. Zor Yıllar kitabında ise söz konusu dönem yalnızca Almanya’nın faaliyetlerini ele almıyor bunun ötesine giderek İngiltere’nin faaliyetlerini de aynı şekilde anlatarak okuyucuya bir kıyaslama imkanı sunuyor. Süleyman Seydi’nin bu fırsatı sunmasını ise İngiltere’nin o dönemde giriştiği propaganda ve istihbarat faaliyetlerinin belgelerini ve İngiliz Milli Arşivi kayıtlarını yakın zamanda araştırmacıların hizmetine sunmasına borçluyuz.

Beş bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde İkinci Dünya Savaşı’nda savaşan güçler ve Türkiye’nin tutumu hakkında verilen genel bilgilerin ardından Nazi Almanya’sının Türkiye’de uyguladığı propaganda anlatılıyor. Bu bölümden anlaşıldığı üzere Almanya savaştan önce başladığı propaganda faaliyetlerine değişen şartlarla birlikte şekil veriyor ve dönem dönem bu faaliyetlerini yoğunlaştırıyor. Özellikle Franz von Papen gibi deneyimli bir diplomatın Türkiye’de büyükelçi olarak görevlendirilmesinden Almanya’nın Türkiye’deki propaganda ve istihbarat faaliyetlerini ne kadar önemsediğini görüyoruz. Almanya’nın bu dönemde Türkiye’yle ilişkilerini geliştirmek için çok doğru argümanlar kullandığını fark ediyoruz. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle eğitim alanındaki açığını fark edip, Almanya’dan gönderilen öğretmen ve akademisyenlere aynı zamanda ajanlık yaptırarak bu 3 fırsatı değerlendiriyorlar. Yine çeşitli öğrenci değişim programlarıyla da genç ve eğitimli nüfusu etkilemeyi hedefliyorlar. Türkiye’yi Orta Doğu’daki ajanlık faaliyetleri için de adeta bir üs gibi kullanarak özellikle Suriye sınırına yakın illerde de eylemlerini sürdürüyorlar. Aynı şekilde o dönemde Türkiye’nin en çok ticaret yaptığı ülke olan Almanya bu kozu da kullanmayı ihmal etmiyor. Tüccarlarla bizzat ilişki kurarak ticari ilişkileri daha da sağlamlaştırmaya ve özellikle çelik yapımında oldukça önemli olan krom madeninin fazlasıyla bulunduğu Türkiye’yi küstürmemek için de ellerinden geleni yapıyorlar. Türkiye’de de çeşitli çevreler Almanlara yakın tavırlar sergiliyor ve devrin önemli gazetecileriyle birlikte o dönemde Türkiye’nin ilk yerli savunma sanayi müteşebbisi olan Enver Paşa’nın üvey kardeşi Nuri Killigil de Almanya’ya ziyarete gidiyorlar. Bu ayrıntıların yanı sıra Türk Hükümeti tarafsız kalmakla birlikte Almanya’nın bu faaliyetlerini kendi menfaati doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor ve rahatsız edici bir durum olduğunda ise müdahale etmekten çekinmiyor. Özellikle Almanya’nın Bulgaristan ve Yunanistan’ı işgalinden sonra hem kara hem deniz komşumuz olmasıyla birlikte işler iyice ciddiye biniyor. Bu dönemde Türkiye’deki Alman ve İngilizlerin propaganda ve istihbarat savaşı ise iyice kızışıyor. İkinci bölümde İngiltere’nin Almanya’ya nazaran propaganda faaliyetlerine geç kaldığını görüyoruz. İngiliz Özel Harekat Birimi olarak çevirebileceğimiz SOE Mihver kuvvetleri aleyhine propaganda faaliyetleri yürütmek maksadıyla kurulduktan sonra Türkiye’de de yapılanmaya ve faaliyet göstermeye başlıyor. Bu bölümde İngiltere’nin Almanya kadar maddi imkanlar ayırmadığı istihbarat faaliyetlerine sonradan verdiği önemle ve Türkiye’de İngiltere’yi destekleyen kesimlerle birlikte yetiştiği görülüyor. Birçok açıdan Alman propaganda ve istihbarat faaliyetlerinin gerisinde kalsa da bunları tek merkezden yönetmesi sayesinde ve Türkiye’nin denge politikası vesilesiyle altta kalmıyor. Özellikle Türk basınında kurduğu ilişkiler ve çeşitli diplomatik baskılarla savaşta Almanya’nın üstün geldiği dönemlerde dahi Türkiye’nin Almanya’ya yakınlaşmasını engellemeye yönelik girişimlerinin boşa gitmediğini anlıyoruz. Buna rağmen İngiltere’nin propaganda ve istihbarat faaliyetlerinde İngiliz Enformasyon Bakanlığı ve SOE’nin ayrı ayrı uygulamaları kimi zaman koordine olmadığı ve bundan dolaylı çeşitli çatışmaların baş gösterdiği göze çarpıyor.

Kitabın üçüncü bölümünde SOE’nin faaliyetleri ayrıntılı olarak anlatılırken aynı zamanda giriştiği çeşitli cesur ve öngörüsüz eylemler dolayısıyla hem Türkiye’yle hem de İngiliz Dışişleri’yle yaşadığı çeşitli çekişmeler aktarılıyor. Bu iki başlılığın daha iyi anlaşılması açısından kitapta da İngiliz Enformasyon Bakanlığı ve SOE’nin faaliyetleri ayrı bölümlerde işleniyor.

Dördüncü bölümde İngiliz Enformasyon Bakanlığı’nın İngiliz Büyükelçiliği bünyesinde bulunan Basın Ataşeliği vasıtasıyla yürüttüğü propaganda faaliyetlerine yer veriliyor. Bunlar arasında gazete, radyo ve film gibi çeşitli yollarla kamuoyunda İngiliz sempatisi yahut Alman karşıtlığı yaratılması yer alıyor. Türkiye’nin bu girişimlere karşı tutumu da yine bu bölümde veriliyor. Yine bu bölümde Almanya’nın Türkiye’yi işgali gibi felaket senaryolarında yapılacaklar ve buna yönelik önlem planları da veriliyor.

Son bölüm olan beşinci bölümde savaşın gidişatının değiştiği ve sonucunun büyük oranda belli olduğu Almanların cephelerde gerilediği dönemde Türkiye’deki İngiliz propagandası anlatılıyor. Bu dönemin her ne kadar Türkiye’nin rahatladığı bir dönem gibi düşünülecek olsa da pek öyle olmadığı görülüyor. Türkiye’nin savaşa girmesini isteyen İngiltere’ye karşı çekingen ve güvensiz bir tutum sergilemesinden ötürü İngiltere’nin ve onun çağrılarıyla savaşa dahil olan ABD’nin Türkiye’yle ilişkilerini soğuttuğunu görüyoruz. Gittikçe zemin kaybeden Almanların Türkiye’den sürülmesine kadar varan gelişmeleri de yine bu bölümde okuyoruz.

İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren Normandiya Çıkarması’ndan sonra Türkiye de Almanlarla olan ilişkilerini kesmek durumunda kalıyor. Bundan sonra Türkiye’de de sonlanan propaganda ve istihbarat savaşı neticesinde İngilizler de kademe kademe istihbarat birimlerini tasfiye etmeye başlıyorlar. SOE savaş dolayısıyla kurulmuş olan bir kurum olduğundan tasfiye ediliyor fakat külliyen bir tasfiyenin de söz konusu olmadığı görülüyor. İngiliz Enformasyon Bakanlığı kısıtlamaya gitse de Türkiye’deki faaliyetlerini sürdüğünü anlıyoruz. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin Türkiye’nin rahat bir nefes almasına yetmediğini de hatırlatmadan bitirmiyor Süleyman Seydi. Nazi tehdidinin ortadan kalkmasıyla yeni bir döneme girildiğini ve SSCB-ABD olmak üzere iki kutuplu yeni dünya düzeninde Türkiye’nin tercihlerini yaparken yine kılı kırk yararak yapması gerektiğini ve bunun da diğer bir araştırma konusu olduğunu hatırlatıyor.

Kaynakça

https://bilimdili.com/dusunce/ikinci-dunya-savasi-yillarinda-turk-alman-iliskileri/ adresinden 3 Ocak 2018 tarihinde alınmıştır.
Seydi, Süleyman. (2006). 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de İngiliz-Alman Propaganda ve İstihbarat Savaşı, Ankara: Asil Yayın Dağıtım