Yazar: Yusufhan GÜZELSOY
“Ö-“ (düşünmek) fiilinden türemiş sözcüklerin bir kısmı Divan-ı Lügat’it-Türk’te şu şekil ve anlamlarda geçmektedir:
“Ög: Olgunluk çağına erişmiş her hayvan bu biçimde adlandırılır.
Ög: Anlayış. Anlayışlı ve olgun, yaşlı kimselere verilen bir unvan olan öge buradan gelir.
Ögdi: Ol meni ögdi. [O, beni övdü.], (Övmek)
Öge: Akıllı, olgun ve görmüş geçirmiş, halkın arasından bir adama verilen unvan. Tegin’den bir derece aşağıdadır.
Ögidi: Er bugday ögidi. [Adam buğdayı öğüttü], (öğütmek)
Ögitçi: Öğütücü.
Öglendi: Aruq er öglendi. [Yaşlı adam dinlendi.]
Bir şeyi önce anlamayıp daha sonra idrak eden birini anlatmak için de bu sözcük kullanılır. Bu sözcüğün kök-biçimi öglendi’dir.
Ögrendi: O, bilgiyi ve bilgeliği öğrendi.
Ögretti: O, bana edep ve bilgelik (başka bir şey de olabilir) öğretti.
Ögreyük: Âdet, gelenek.
Ögsüz: Öksüz; şaşkın. Bunun kök-biçimi ög: anlayış’tan türeyen ögsüzdür.
Ögüt: Öğüt. Ol oglın ögütledi. [O, oğluna öğüt verdi.]” (Bozkurt, 2012: 292, 293, 294)
Bütün bu sözcüklerin “ö-” fiilinden türediğini düşünmek yanlış olmasa gerektir. Olgunluk, bilgelik, bilgi verme, dönüşme veya sindirme (öğüt[ül]me), âdet ve gelenek, anlayış” anlamlarını karşılayan sözcükler türetmiş bir fiil görülmektedir. Vahit Türk, sözcüğün anlamıyla ilgili yaptığı incelemede şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Bizce ö- fiilinin somut anlamını, bir yönüyle yine soyut bir kavram olan ‘alışmak’ içerisinde ele almak gerekir. Kutadgu Bilig’in yukarıya aldığımız beytinde belirtildiği gibi insanın bir nesneyi görmesi ve ona dokunması, kişi ile nesne arasında bir ünsiyete, yakınlığa, tanımaya, ona alışmaya yani öğrenmeye yol açar.” (Türk, 2006: 14)
Vahit Türk ayrıca Bang’ın “öz” sözcüğüyle ilgili görüşlerine de yer vermiştir: “Ö-’den bir -z ismi teşkile edecek olursak öz çıkar. Bu kelimenin manası: ‘bir şeyin en iyi kısmı, içi, kalp, ilik, cevher, asıl.’… Bizim öz de ‘içi, insanda düşünen, hatırlayan prensip, insanı şahsiyet yapan bir prensip’ olur.” (Türk, 2006: 8)
“Öğrenmek” ve “alışmak” sözcüklerinin anlam itibariyle aynı olsun veya olmasın, aynı anlam dairesi içerisinde ele alınması yanlış olmayacaktır. Bugün, örneğin, bir öğretmen öğrencisine öğreteceği zaman “alıştırma” çalışmalarından sıklıkla yararlanmakta, öğrencinin bilgiyi sindirmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bir başka çalışmasında Türk şu düşünceyi dile getirmektedir: “Türkçenin tarihi ve çağdaş lehçelerinde alışmak kavramını karşılamak üzere öğrenmek, düşünmek, iyeleşüv, moyınsınuv, könüv gibi sözler kullanılmaktadır. Bu kelimeler içerisinde anılan kavramı karşılamak üzere kaynaklardaki en eski ve yaygın olarak öğrenmek fiilinin kullanıldığı görülür. Bu fiilin Türkiye Türkçesindeki bugünkü anlamı, bize, alışmak kavramını hatırlatmamakta ve fiilin bir anlam değişikliği yaşadığını düşündürmektedir.” (Türk, 2014: 3)
Yazımızda kısaca değineceğimiz konu, “anne” anlamındaki “ög” sözcüğünün “akıl” anlamındaki “ög” sözcüğüyle sesteş mi, aynı mı, olduğu konusudur. Şinasi Tekin, “ög”ü “homonim” (sesteş) olarak değerlendirmektedir (Tekin, 2001: 211). Bununla birlikte şu düşünceyi de dile getirmektedir:
“Yakın Doğu’da ‘akıl’ ve ‘düşünce’ müennes yani dişi olarak tasvir edildiği için ‘akıl’ manasındaki ög ile ‘anne’ manasındaki ög arasında bir ilişki kurmak mümkün olabilir. Yani dilde zaten var olan ög (<ö-g ‘akıl’) kelimesi dişi olarak tasvir edildiği için, Mani dininin Türkler arasında yayılmasiyle ‘anne’ manası da ayrıca buna yüklenmiş olabilir. Fakat bu ilişkiyi temellendirecek, ‘anne’ / ‘sevinç’ ilişkisi için yukarıda topladığımız verilere benzer filolojik delillerimiz yoktur.” (Tekin, 2001: 218).
Dili ele alırken kültür, inanç ve toplumun anlayışıyla ilgili unsurların birbirinden ayrı değerlendirilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Tekin’in ifade etmiş olduğu gibi toplumların kültür veya inancında birtakım kavram ve varlıkların birbirine benzetilebildiğini görüyoruz. Biz Mani dininin “dişi” ve “akıl”ı özdeşleştirdiğini düşünmüyoruz. Mani dini, akıl ve dişiyi bir gören kişi, grup veya toplumun inancıyla şekillenmiş olmalıdır. Dinin kültür üzerindeki etkisi yok sayılamayacağı gibi kültürün din üzerindeki etkisini de yok sayamayız. Mani dininin Türkler arasında Uygurlar döneminde yayıldığı, resmî bir din hâline geldiği bilinmektedir. Bu durumda Tekin’in aktardığı “akıl”-“dişi” tasvirinin Türklerde daha önceden var olan bir anlayış olduğu düşünülebilir. İslam dininin Ortadoğu dini olması, Türklerin bu dine kapı eşiğine ayakla basmamak gibi inanışları eklemesini engellememiştir. Mani dinine de pek âlâ böyle bir ekleme söz konusu olabilir.
Şu ihtimâli de göz önünde bulundurmak gerekir: Eski Türklerde töre son derece önemli olduğuna göre onun öğretilmesi de aynı önemi taşıyor olmalıdır. Hayatı avda, bozkırda, savaşta geçen erkekler evden ayrıldığında çocuğu yetiştirecek, dolayısıyla ona töreyi “ög”retecek, “akıl ve bilgi verecek” olan annedir. Kaşgarlı’dan aktardığımız örneklerde de görüleceği üzere, “ög” sözcüğü olgun kimselere verilebilen unvan olduğu gibi, “öğretmek” gibi fiil anlamları da taşımaktadır. Demek ki töreyi bilen, anlayış sahibi, bilgili “öge”, aynı zamanda öğretendir. Kaşgarlı’nın yukarıda aktardığımız “O bana edep ve bilgelik öğretti” örneği de buna işaret ediyor olmalıdır. Yine “ögreyük” (âdet ve gelenek) sözcüğü de bu düşünceyi tamamlıyor olsa gerektir.
Bir noktaya daha dikkat çekeceğiz. Şinasi Tekin, “ög” sözcüğünün kullanımıyla ilgili şu düşünceyi dile getirmiştir: “Anadolu’da ög kelimesinin ‘öksüz’den başka hiçbir izi kalmamış, ne eski devirlerde ne de yeni devirde.” (Tekin, 2001: 214). Bu düşünceyle ilişkili gördüğümüz bir diğer değerlendirmeyi Mehmet Levent Kaya yapmıştır: “Aslında daha o dönemde ‘ana / ata’ sözleri bulunmakla birlikte bu “öğ / kang” sözlerinin daha çok yazı diline ait kullanımlar olduğunu düşünüyorum.” (Kaya, 2018: 35)
Kaya’nın düşüncesine konu olan “ög” sözcüğünün geçtiği kısım ise şudur: “Törük bodun yok bolmazun tiyin bodun bolçun tiyin kangım İlteriş Kaganıg ögüm İlbilge Katunug tengri töpüsinte tutup yügerü kötürmiş erinç” [Türk milleti yok olmasın diye, halk olsun diye, babam İlteriş Kağan’ı, anam İlbilge Katun’u gökyüzü tepesinden tutup kaldırmış.” (Kaya, 2018:35)
Tekin’in düşüncesini haklı bulmakla birlikte aslında Kaya’nın ifade ettiği gibi bu sözün daha çok yazı dilinde kullanıldığını yani edebî bir nitelik taşıdığını, günlük dilde “anne” anlamında çok fazla kullanılmadığını ancak annenin töreyi öğreten vasfına yazı dilinde edebî bir atıf yapıldığını düşünmek yanlış olmasa gerektir. Belki bugün “öksüz” ifadesini yazılı ve sözlü dilde daha çok edebî anlamda kullanıyor olmamız bununla ilgili olabilir. “Öksüz kaldım” ifadesi bizde daha çok garipliği, yalnızlığı çağrıştırmaktadır. Tekrar Kaşgarlı’nın “ögsüz” sözcüğüne yüklediği anlamı hatırlayalım: “Şaşkın”.[1]
Son olarak Bilge Kağan’ın annesinin adını hatırlayalım: “İlbilge Katun”. Yani devletin ve milletin bilicisi, bilgesi. İlbilge Hatun Türk töresinin bilicisiydi.
Sahi, yuvayı dişi kuş yapıyordu, değil mi?
Kaynakça
BOZKURT, Fuat (2012). “Divanü Lügat-İt-Türk Türk Dili Divanı”, Eğitim Yayınevi, Konya.
KAYA, Mehmet Levent (2018). “Bilge Yazıtlar Bilge Kağan ve Bilge Tonyukuk’un Yazdırdığı Yazıtların Bölgenin Yaşam Biçimi Bağlamında Yörüğü”, Kitap Otağı Yayınevi, Hatay.
TEKİN, Şinasi (2001). “İştikakçının Köşesi Türk Dilinde Kelimelerin ve Eklerin Hayatı Üzerine Denemeler”, Simurg, İstanbul.
TÜRK, Vahit (2006). “Türkçede Ö-, Ög, Ögür, Ögren-, Ögret- Kelimeleri”, Türkiyat Araştırmaları, Sayı: 4, Bahar, s. 5-15.
TÜRK, Vahit (2014). “Türkçede Alışmak Anlamlı Kelimeler Yapıları ve Anlam İlişkileri”, TÜRÜK Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 3, s. 1-5.
[1] Eski Türklerde ailenin önemi belki bugünden daha büyüktü. Onlardan birini kaybetmek bir “şaşkınlığa” neden olabiliyordu ki Köl Tigin’i kaybedince kendini yalnız hisseden Bilge Kağan’ın şu ifadelerini hatırlamadan geçmek olmaz: “Kardeşim Köl Tigin öldü. Kendim düşünceye daldım. Görür gözüm görmez oldu, bilir aklım bilmez oldu.”
Yorumla