Edebiyat İncelemeleri TOPLUM

Sevinç Çokum’un “Hilal Görününce” Adlı Romanından Hareketle Kırım Türklerinde At Kültürü

Yazar: Serkan YÜKSEL

1.   Giriş

Sevinç Çokum çağdaş Türk hikâye ve romancılığında önemli isimlerden biridir. Önce hikâyeleriyle edebiyat dünyasına girmiş, sonra romanlar meydana getirmiştir. Hikâye ve romanlarında ferdî, sosyal ve tarihî olmak üzere çok çeşitli konu ve meselelere eğilmiştir (Ercilasun, 2009: 81-108). Siyasi olarak çalkantılı bir dönemde gençlik çağlarını yaşayan Çokum’un eserlerinde dönemin Türkiye’si ve genel olarak Türk Dünyasındaki problemlerin yansımaları görülmektedir. ‘’Türk Edebiyatında 1970’li yılların başından itibaren kendini göstermeye başlayan Sevinç Çokum, eserlerinde daha çok büyük şehrin alt ve orta gelir grubuna mensup insanlarını konu edinmiştir. Onların yalnızlık, çaresizlik, dayanışma gibi duygularını ele alıp özenli bir Türkçe ile işlemiş, iç dünyalarını çözümlemeye çalışmıştır.’’ (Morkoç, 2011: 221)

Eserlerinde tarihî olgulara da yer veren Çokum, bunu çarpıcı anlatımı yardımıyla olay örgüsüne katmıştır. Betimlemelerindeki ustalık, anlatış tekniği ve kolay anlaşılabilir olay örgüsü gibi özelliklerin yanında kültüre verdiği önem onun başarılı bir yazar olmasındaki önemli etkenlerden biridir. Milli bilinci yüksek olan yazarın eserlerinde bunun etkisi çok fazladır bu yüzden romanlarını okurken kültürel bir bilinçlenme söz konusudur. Bununla bağlantılı olarak Türklerin yaşayışlarındaki milli kültür unsurlarına eserlerinde yer vermiştir. Hilal Görününce romanında ise Kırım Savaşı esnasında o coğrafyadaki Türklerin yaşadığı sıkıntılı süreç anlatılmıştır. Halkın kendi içerisindeki ümitli bekleyişi, Rus halkıyla girilen ikili çatışmalar ve Karadeniz’in kıyısında yaşanan savaşın iç kesimlerde yarattığı etki kitabın ana konusunu oluşturur. Ana konunun yanında ise işlenen en belirgin kültür unsuru attır. Bu çalışmada ise Türk tarihinde genel olarak atın önemi belirtilecek ve çok belirgin bir şekilde eserin muhtevasında önemli bir yeri olan at metaforu incelenmeye çalışılacaktır.

2.   Türk Kültüründe At

Türkler tarihin en eski milletlerinden biridir ve at her zaman Türkler için önemli olmuştur. Eski kaynaklar bir Türk’ün her zaman yanında atı olduğunu söyler ki, yine Türklerdeki bir inanışa göre, onlar atla beraber yaratılmışlardır (Gömeç, 2016: 820). İlk çağlarda yabanî bir hayvan olan atın ehlileştirilmesi Türklerle olmuştur. Bu konuda çeşitli bilim adamları aynı fikirdedir.

Koppers de şöyle demektedir:’’Atın ehlîleştirilmesi ve atlı-çoban kültürünün ortaya konulması ilk Türklere bağlanabilir. Atın evcilleştirilmesini dünya tarihi açısından çok önemli bir yere koyan F. Flor’a göre:’’ hayvan terbiyesinde önce ren geyiği (Samoyedler tarafından), sonra Türklerin ataları tarafından at ehlîleştirilerek insanlık hizmetine sokulmuştur.’’ W. Schmith de yaptığı incelemelerde aynı sonuca ulaşmıştır:’’Orta Asya’da oturan ve çok eski bir zamanda avcılık hayatından hayvanları ehlîleştirmeğe geçen ilk kavim Türkler olmuştur. At Türkler tarafından ehlîleştirilmiştir ve Türkler ata binen ilk insanlar olarak görünmektedir.’’(Kafesoğlu, 2017:212).

Bu örneklerle de görüleceği gibi at ilk defa Türkler tarafından evcilleştirilmiştir. Bu evreden sonra ise at sadece binek olarak kullanılmamıştır. Türkler sürü olarak yetiştirilen atların etlerini yemiş, atı kurban olarak sunmuş, ekonomiye katkı açısından da her yıl atları yabancı ülkelere satmışlardır. Türkler at yetiştirme konusunda o kadar ileriye gitmişlerdir ki Çin kaynaklarında Gök-Türkler döneminde 11 farklı cinste at yetiştirildiği kaydedilir. (Kafesoğlu, 2017: 212).

Yazının başında da belirtildiği üzere Çin kaynaklarına göre at, en çok Asya Hunları zamanında yüksek derecede benimsenerek değer görmüştür.

Atın Türklerin hayatındaki önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Bu olguyu atın Hun Türklerindeki yeri ve önemine dair örnekler, kanıt niteliğindedir. Öyle ki Meo-tun ya da Türkiye’de yaygın kullanımıyla Mete, tahta geçer geçmez kendinden önceki hükümdar olan Teo-man’a ait olan atı Tung-hu’lardan (Tunguz?) satın almıştır (Caferoğlu, 1953 : 201).   Çin vesikalarına göre Çin’in kuzey kavimleri atı Asya Hunlarından sonra tanımışlardır fakat atı sadece savaş arabalarında kullanmışlardır. Türklerde ise at çok farklı sebeplerle de kullanılmaktaydı.

‘’Anlaşılıyor ki, M.Ö 4. asra kadar Çin’de tipik Hun atlı kültürü tamamiyle meçhuldü. Geleceğin okçu Hun savaşçısı daha çocuk çağında eğitimlere başlıyor, koyun sırtında biniciliği deniyor, önce sincap, gelincik ve kuşlara, sonra tilki ve tavşanlara ok atarak atıcılığa alışıyor, büyüdüğü zaman mükemmel bir atlı muharip oluyordu.’’ (Kafesoğlu, 2017: 213).

Atın Türklerde bu kadar önemli olmasının en önemli sebeplerinden birisi de yaşayış tarzlarıdır. Türkler için -tarih sahnesine ilk çıktıkları zamanlardan  beri-  bozkır hayatı önemli bir yer tutmuştur. Bilindiği üzere de bozkır şartlarında ulaşımın kolaylığı açısından at çok önemli bir yer tutmaktadır. Buna bağlı olarak bozkır Türkü, çobanlık hayatında hemen bütün varlığını borçlu olduğu, hususî ad ve unvanlar verdiği, törenle gömdüğü ata, gerektiğinde konuşan, zekâ sahibi, gökten inmiş, bir nevi kutsal hayvan gözü ile bakmıştır.’’ (Ögel, 1971:31). Öyle ki, zamanla at unsuru da eserlerde bu değere uygun bir şekilde kendine yer edinmeye başlamıştır. Mesela çeşitli eserlerde görüldüğü üzere;

‘’Düşmanın atının yok edilmesi düşmanın sonunu hazırlar. At, savaşçıların cesur kahramanlarından biridir ve hücum eri, öncü akıncısıdır. Düşmanı tekmeler, kahramanın savaş sırasında düşmesi hâlinde onu korumak için kendini siper eder. Yaralanmış veya düşmüş olan kahramanın önünde diz çöker, onun sırtına binmesini sağlar. Kahraman yaralıysa onu savaş alanından kaçırmaya çalışır. Koştuğu zaman kahramanın düşmemesi için çabalar.’’(Çınar, 2014: 155).

At unsuru Türkler için uzak geçmişten bu yana sosyal hayatta önemli bir yere sahip olmasından dolayı gerek yazılı gerekse sözlü kültür ögelerinde kendisine yer bulmuştur. Bir olgunun sosyal hayattaki yeri ile sözlü ve yazılı kültürde kendine yer verilmesinin doğru orantılı olduğu düşünülünce atın Türklerin hayatındaki yeri ve önemi daha da belirgin olacaktır.  Yazılı ürünlerden örnek verilecek olursa Dede Korkut Hikayeleri, Manas Destanı ve Divanu Lügati’t Türk örnek olarak gösterilebilir.  Öyle ki Manas destanında Akkula’nın adı diğer kahramanlardan bile önce geçer (Radloff 1995: 122-123) ve Dede Korkut Hikayelerinde geçen ‘’at işler, er övünür.’’ ve ‘’yaya erin ümidi olmaz.’’  (Ergin, 2018: 130) atasözlerinin yanında  Divanu Lügati’t Türk’te geçen ‘’at Türk’ün kanadıdır.’’(Ercilasun ve Akkoyunlu, 2014: 23)  örnekleri bile bu kültürün ne kadar önceye dayandığını ve toplum hayatına yerleşmiş olduğunun kanıtlar niteliktedir.

3.   Hilâl Görününce  Romanında At Metaforu

3.1. Atın Adı

Her toplumun kendine has ad verme gelenek ve görenekleri bulunur. Dolayısıyla adlar toplumdaki yaşam biçimini, düşünce tarzını, sosyal yapıyı yansıtırlar ve o toplumun aynası sayılırlar (Uca, 2014: 145).

Türk toplumu ortaya ilk çıktığı dönemlerden bu yana kadar varlılara mânidar isimler vermeye özen göstermiştir. Verilen isimler genelde o varlığın bir vasfını, bir özelliğini belirtir. Örneğin Boğaç Han’ın isminin arka planında onun bir boğayı devirmesi yatmaktadır. Her ne kadar isim verme geleneği insan dışı varlıklarda pek görülmese de Hilal Görününce romanında ismi pek çok kez geçen ‘’Dilârâ’’ istisna bir durumu göstermektedir. Çünkü olay örgüsünden de anlaşılacağı üzere roman içerisinde at çok güzel tasvir edilmiştir. Farsçada ‘’dil’’, ‘’gönül, yürek, kalp’’ demektir (Devellioğlu, 2017: 210). ‘’Ârâ’’ ise yine Farsça ‘’ süsleyen, bezeyen’’ anlamlarına sahiptir (Devellioğlu, 2017: 38).  Bu iki isim birleşerek ‘’gönlü süsleyen, gönlü hoş kılan’’ anlamlarına gelen isim romanda ata verilmiştir.

Romanda atın betimlemesinin güzel ve etkileyici sözcüklerle yapılmasından da anlaşılacağı üzere kitapta Türk geleneğinin bir yansıması olarak bir varlığa, onun özelliklerini yansıtan bir isim verilmiştir.

4.2. Atın Fiziksel Özellikleri

Türklerde atın fiziksel olarak kuvvetli olmasına dikkat edilir. Bozkır hayatı süren Türkler sürekli at üzerindedir ve tüm ihtiyaçlarını at üzerindeyken karşılar. Bunun için de binek olarak kullanılan atın -göze hoş gelen dış özellikleri yanında- kuvvetli olması gerekir. Hilâl Görününce romanında ise en az başkahraman kadar önemli olan Dilârâ’nın fiziksel özellikleri hakkında, olay örgüsüne bağlı olarak, fazla açıklama yoktur. Ancak birkaç cümleden Dilârâ’nın fiziksel özellikleri  hakkında bir fikre sahip olmak mümkündür. Örneğin Nizam Dede ile Altın Hanım arasında geçen şu konuşma Dilârâ hakkında bilgi vermektedir:

‘’Doru bir kısrak. Gözü ceylan gözü, kısa belli, uzun boyunlu, gür yeleli, gururlu bir attır. Ayağını sekisi bileğine varır ki böylesi uğurlu sayılır.’’ (Çokum, 2016: 29).

Bunun yanında Giray Bey ve Arslan Bey arasında geçen şu konuşma da atın fiziksel özellikleri ile ilgili sınırlı örneklerden birisidir:

‘’İki yana selam verirmiş gibi yürüyüp kendini teraziliyor. Belli ki binek atıdır.’’ (Çokum, 2016: 35).

4.3. Atın Romandaki Yeri ve Karşıladığı Sembolik Değerler

Yukarıda bahsedildiği üzere Türklerde ilk devirlerden bu yana değer verilen at, zamanla bir kültür unsuru hâline gelmiş ve  gerek sözlü gerekse yazılı kültür ögelerinde kendisine yer edinmiştir ve bunun yansıması olarak kurmaca metinlerde de sıkça yer almıştır. Hilâl Görününce romanında da buna benzer bir durum görülmektedir. 1853-1856 Osmanlı-Rus savaşını konu edinen romanda at metaforu çokça kullanılmıştır. Bu da -en azından- Kırım Türklerinde atın sosyal hayatta önemli bir yeri olduğunu düşündürür.

Eserde at metaforu romanın baş karakterlerinden olan Nizam Dede’nin hayvan pazarında görüp çok beğendiği bir at hakkında düşüncesi ile başlamaktadır. Ata yarı kutsal bir değer veren Nizam Dede, Dilârâ adı verilen bu atı satın alır. Fakat atın ayağında bulunan leke -bütün Türklerde de inanılması muhtemel olmakla beraber- Kırım Türklerinde uğursuzluk belirtisidir ve inanışa göre atın sahibinin öleceği anlamına gelmektedir. Nizam Dede her ne kadar bu inanışa ‘’Bir tutam kara kıldan ne çıkar? Hem insan vücudunda da böyle işaretler, benler yok mudur?’’ (Çokum, 2016: 36) sözleriyle kendini rahatlatmak istese de romanda bu inanış gerçekleşir ve Nizam Dede’nin oğlu Giray Bey Rus askerleri tarafından atıyla birlikte öldürülür.

Romanda ata yüklenen sembolik değerler bununla da sınırlı kalmaz. Keza ‘’Anası, ’hayvana nazar değdi’ demişti. Arslan’ın yarı gücünü sanki o at verirdi. Kestirdiği başı, şimdi evin duvarında asılıydı. Uğur olsun diye asmıştı.’’(Çokum, 2016: 58), ‘’Doru bir kısrak, gözü ceylan gözü, kısa belli, uzun boyunlu, gür yeleli, gururlu bir attır. Ayağının sekisi bileğine varır ki böylesi uğurlu sayılır.’’ (Çokum, 2016: 29) örneklerinde görüldüğü üzere -Türk milletinin diğer boylarında da benzer değerlerin muhtemel olmasıyla birlikte-  Kırım Türklerinde ata birçok sembolik değer yüklenmiştir. Bunun yanında bu sembolik değerlerin tarihsel bir karşılığı da mevcuttur:

’’Türk milletinin hayatında at o denli önemlidir ki, buna dair gelenek ve inanışlar saymakla bitmez. Atı Tanrının yeryüzüne gönderdiğine, ölen bir adamın atının gözü defin sırasında yaşlı ise o kişinin cennete gideceğine, at sırt üstü ağnanırsa havaların bozulacağına, gebe kadınlar atlarının yanında çok gezerse doğumun kolay olacağına, at nalının nazarı önleyeceğine, rüyada at görmenin dileğin gerçekleşeceğine inanıldığı gibi, yönlerin tarifinde de at doğuyu, kuş güneyi, balık kuzeyi, ayı batıyı gösterir.’’ (Kalafat, 2012: 136-140).

Yön tariflerinde Türklerin esas yönü olan doğuyu atın ifade etmesi ona kutsal bir değer verildiğinin örneklerinden biridir.  Romanda Nizam Dede karakteri üzerinden atın önemi çok kez vurgulanmıştır. Örneğin Nizam Dede atsız kalmayı bir Türk için ayıp sayar, at alınacağı zaman tüm ustalığıyla ve dikkatiyle işe dâhil olur. Bir gün Nizam Dede’nin torunu Bahadır dersteyken dışarıda dolaşan atlara hayranlıkla bakar ve bu sebepten dolayı öğretmeni Rüstem Bey’den azar işitir ve dersten atılır. Bu durumu öğrenen Nizam Dede öfkeden deliye döner ve bu durumu Şirin Gelin ile paylaşır. Bu diyalog Kırım Türklerinde ata verilen önem açısından çok önemlidir:

O an, Rüstem Hoca’nın Bahadır’a söylediklerini hatırlayıp canı sıkıldı. ’’Bak şu kart hocaya,’’dedi.’’ Çocuk attan söz edince kızmış. Mektepten salıvermiş. Haberin var mı gelin? Türk dediğin atsız olur mu? Ben bozkırda doğdum. Bir kıl çadırda doğdum. Deşt-i Kıpçak’ta at koşturarak gücümü kuvvetimi kazandım. Taş gibi, kaya gibi oldum. At üstünde uyudum, at üstünde aş yedim. Öyle zamanlar oldu ki uzun yola çıktığımda at üstünde namaz kıldım. (Çokum, 2017: 21).

Bu diyalog genel Türk tarihinde atın yerini anlatmak için büyük önem arz etmektedir. Çünkü bu anlayışın İslamiyet öncesi Türk tarihi açısından bir yansıması mevcuttur:

4-6. Asır Batı kaynakları ( A. Marcellinus, C. Claudianus, A. Sidonius, Zosimos vb.)’ na göre ‘’ Henüz ayakta durabilecek Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunur. Hunlar at üzerinde yerler, içerler, alışveriş yaparlar, sohbet ederler ve uyurlar…at başka bir kavmi yalnız sırtında taşıdığı hâlde, Hun at üstünde ikamet eder.’’ (Caferoğlu, 2017:213).

Burada da görüldüğü üzere Hunlardan beridir at Türklerin bir parçası durumundadır. Hatta 7-10. asır Bizans kaynaklarına göre ‘’Türkler sanki at üstünde doğmuşlardır, yerde yürümesini bilmezler’’(Cafeoğlu, 2017: 213).

Romanda Nizam Dede atı bir şeref bir hüner olarak görmektedir. Atı Kırım    Türklerinde çok üst bir noktaya yerleştirir.

‘’-İnşallah kızım! Tavla tavla olmasa da atsız kalmasın. Çünkü at bizim uğurumuz, gücümüz, kuvvetimiz demektir. Hünerimizdir, şerefimizdir.’’ (Çokum, 2016: 21).

Romanda bu örnek Kırım Türkleri üzerinden verilse de atın öneminin tüm Türk topluluklarında -ufak farklar olmakla beraber- benzer olduğu düşünülebilir.  Keza Cengiz Aytmatov’un eserlerinde de at ile ilgili olgular bulmak mümkündür. Hilâl Görününce romanındaki yukarıdaki cümleden de çıkarılacağı üzere Türk, atsız olmaz. İlk çağlardan beri Türk, at ile görülmektedir. Çünkü eski çağlardan beri Uzak-doğu’da en iyi at terbiyecisi olan Asya Hunları, Milat sıralarına doğru bile, kimsenin dokunamadığı yabani atları yakalayıp ehlileştirmeğe devam ediyordu.’’(Caferoğlu, 2017: 213).

Atın cinsi, fiziksel özellikleri gibi bazı etkenler ona verilen değeri etkilese de Türk kültüründe atın sayısı da bir övünç kaynağı olmuştur. Çünkü at ne kadar fazla ise karşıladığı ihtiyaç da bir o kadar fazladır. Türklerde’’at sayısının çokluğu aşiretin ve onun yöneticisinin bir övünç kaynağı olduğu gibi, devletin güvenliğinin de ana direklerinden biriydi.’’ (Gömeç, 2017: 827) Romanda da Nizam Dede’nin ‘’ Büyüsün de ata binsin benim oğlum, dedi. Tavla tavla atları olsun’’ (Çokum:2016,21) ve ‘’Şunu iyi bellesinler! Yalnız atın tozu çıkmaz. Nasıl çıksın ki. Yola anca bir at sürüsünü saldın mı yerin tozu çıkar. İşte o zaman ortalık kararıp göz gözü görmez olur. Bunu gören kâfirin yüreğine korku düşer. İşte o zaman yer yerinden oynar. Kâfir kuru yaprak gibi titreyip aman diler. Ne doğru söylemişler, yalnız atın tozu çıkmaz!’’ (Çokum, 2016: 67) sözleri de bu olguyu kanıtlar niteliktedir.

Sonuç ve Tartışma

Türk Edebiyatının çeşitli eserlerinde kültür unsurlarına dikkat çekildiği muhakkaktır. Divanu Lügati’t Türk’ten Manas Destanı’na, Göktürk Kitabelerinden Dede Korkut Hikayeleri’ne kadar birçok yazılı ürünün ve  atasözü, türkü vb. sözlü kültür ürünlerin Türklerin geçmişine dair kültür unsurlarını barındırdığı bir gerçektir. Son dönemlerde unutulmaya yüz tutmuş bazı ögeleri, roman, hikâye gibi güncel yapıtlarda barındırmak kültüre ait bu unsurların unutulmaması ve canlı kalması adına çok önemlidir. Sevinç Çokum Hilâl Görününce romanında da bu amaca hizmet ederek Türk kültürüne ait birçok değere eserinde yer vermiştir. Hilâl Görününce romanının özelinde en belirgin kültür ögesi ise attır. At her zaman Türklerin hayatında önemli bir yer tutmuştur ve romandan hareketle de anlaşılacağı üzere bu kültürün Kırım Türklerinde de hâlâ canlı kalabildiğini görmek mümkündür.

Öneriler

Milletlerin en büyük zenginliklerinden birisi yüzyıllar boyu süregelen, farklı coğrafyalarda farklı şartlar altında çeşitlenip gelişerek ortaya çıkan kültürleridir. Kültürün toplum üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Ne yazık ki son zamanlarda özellikle teknolojinin faydalı yönlerinin yanında zararlı etkileri sebebiyle genç nesilde kültürden uzaklaşma ve yabancı -özellikle batı kaynaklı olmak üzere- kültürleri benimseme söz konusudur. Bu konuda özellikle eserler veren, insanlara ulaşabilen aydınların en başta genç nesile kendi kültürlerini tanıyabilecekleri, benimseyebilecekleri yazılar yazarak bu eserlerle onları kendi kültürlerine ısındırmaları önemli bir hizmet olacaktır. Kültür ögeleri anlatmakla bitmeyebilir fakat günümüz şartlarında sosyal hayattan çekilmeye başlayan kültür ögelerinin unutulmaması önemli bir durumdur. At, bu konuda önemli bir örnektir. Çünkü özellikle de Türkiye Türklerinin şehirleşmiş olması atın sosyal hayattaki yerinin azalmasına sebep olmaktadır. Fakat yazıda da belirtildiği üzere atın Türklerin tarihinde önemli bir yeri vardır ve bu değerin unutulmaması gerekir. Sevinç Çokum bu konuda örnek olabilecek önemli yazarlardan biridir ve sadece bir eserinden bile Türk Kültürüne ait birçok unsur bulmak mümkündür. Sevinç Çokum ve onunla aynı uğurda hizmet veren yazarlarımızın kalemlerinin dik, eserlerinin ebedi olması dileklerimle.

Kaynakça

Caferoğlu, Ahmet (2010). Türk Onomastiğinde “At” Kültü. Türkiyat Mecmuası.

Çınar, A.A (2014). Türk Destanlarında Alp Tipi At. Milli Folklor Dergisi

Çokum, Sevinç (2016). Hilal Görününce. İstanbul: Kapı Yayınevi

Ercilasun, P (2009). Sevinç Çokum ve Dört Romanı. Türklük Bilimi Araştırmaları.

Ergin, Muharrem. (2018.) Dede Korkut Kitabı III(Giriş- Metin – Faksimile). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Gömeç, S. Yağmur (2017). Türk Kültüründe At, Erciyes, 40/473.

Kafesoğlu, İbrahim (2017). Türk Millî Kültürü, İstanbul: Ötüken Neşriyat

Kalafat, Yaşar. (2012). Türk Kültürlü Halklarda Mitler, Ankara: Berikan Yayınevi

Ercilasun, Ahmet Bican-Ziyat Akkoyunlu (2014). Dîvânü Lügâti’t-Türk – Kâşgarlı Mahmut. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları

Morkoç, Ayvaz (2011). Sevinç Çokum’un Hilal Görününce Romanında Kırım Türkleri, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/4 Fall 2011.

Ögel, Bahaeddin (1971). Türk Mitolojisi, İstanbul: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Radloff, W. (1995) Manas Destanı. (Haz.: Emine Gürsoy Naskali) Ankara: Türksoy Yayınları.

Devellioğlu, Ferit (2017). Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat. Ankara: Aydın Kitabevi.

 

Serkan Yüksel

Erciyes Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü IV. Sınıf öğrencisi
İletişim:
serkanyukseleru@gmail.com

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...