Psikoloji

Turan’ın Psikolojisi: Türk Dünyasının Ortak Kimliğini İnşa Etmek-I

Türk dilli toplulukların bugünlerimiz için en önemli gayretlerinden biri vesayet altında kalmışlıktan kurtulma çabasıdır. Türk topluluklarının bir kısmı hâlen daha Rusya vesayeti altındadır. Bağımsızlıklarını kazanmış olanlar da hâlihazırda vesayet altındadırlar. Söz konusu vesayet durumu politik, ekonomik, kültürel, askerî ve psikolojik yönleri itibarıyla birkaç boyutludur. Bağımsızlıklarını kazanmış olan Türk Cumhuriyetleri henüz emekleme devresindedirler. Rus kültürünün baskın etkisi sürmektedir. Soyadlarındaki takılar bunun en çarpıcı göstergesidir. Çin ve Fars kültürünün baskısı altında varlık mücadelesi veren Türkler de bulunmaktadır. Fars kültür baskısını Tacikistan, Afganistan ve İran şeklinde tanımlayabiliriz. Bu bakımdan tarihsel İran-Turan çekişmesi devam etmektedir. Türk dilli topluluklar psikolojik savaşı kazanmadıkça özgüvenlerine kavuşamayacaklardır. Turan coğrafyasının psikolojisini beslememiz kaçınılmazdır. Turan coğrafyasının hudutlarının belirsiz veya tartışmalı olması bizim kendimizi gevşetmemizi gerektirmez. Afganistan’ın bütünü mü yoksa kuzeyi mi Türkistan’ın bir parçasıdır tartışması ayrı bir konudur.

Zygmunt Bauman kültürü şöyle tarif ediyor: “Kültür, bir düzen yaratmak ve onu korumak, düzeni bozan ve bu düzen açısından kaos görünen her şeyle mücadele etmektir.”[1] Bizi burada ilgilendiren esas unsur Türk dünyasının ortak kültürü yani ortak kimliğidir. Kültür yapaydır. Doğaya göre yapaydır. Kültür inşa edilir. Yeryüzündeki ilk insanların becerileri ilk inşa çalışmasıdır. Farklı davranışlar farklı toplulukları ortaya çıkarır. Tepkilerin farklılığı kimlikleri doğuruyor. Türkler geniş bir coğrafyada Uygur, Özbek, Tatar gibi ayrışmalara yönelmişlerse de Türklerin ortak kodları vardır. Bu ortak kodlar bizim müşterek psikolojimizdir. Kültürle psikoloji beraberdir. Kültürü bedene benzetirsek psikoloji de o bedenin ruhudur. Şu halde asıl görevimiz psikolojik bağımsızlıktır. Arap, Fars, Çin, Rus, Fransız, İngiliz, Amerikan bütün kültür dayatmaları karşısında psikolojik savunmamızı geliştirmemiz gerekiyor. Savunma ile saldırganlık beraber yürür. Bu nedenle psikolojik saldırıyı da görmezden gelemeyiz. Türk televizyon dizilerinin dünyanın pek çok yerinde izleniyor olması bir psikolojik saldırganlık şeklinde yorumlanabilir. Savunma tek başına yeterli olamıyor. Bize bir zamanlar televizyon dizileri ihraç eden Brezilya bile artık Türkiye’den televizyon dizileri ithal etme yoluna girdiyse bu bizim için psikolojik bir kazanımdır. Tabii televizyon dizilerinin yararlı mı yoksa zararlı mı olduğu tartışması da yapılmalıdır.

Kültür bir düzen yaratmaktır dedik. Bizim buradaki hedefimiz ise Türk Birliği coğrafyasının kültürel düzenini kurmaktır. Bu aynı zamanda psikolojik düzendir. Psikolojik düzenimizi sağlayamadığımız takdirde en doğudaki Yakut Türkü ile en batıdaki Gagauz Türkü arasında ortak duygular kurmamız zorlaşacaktır. Bizim için kolaylık şudur ki, Türk dünyasındaki ortak kültür kodlarımızı hazır bulmuş olmamızdır. Ve zaten ortak kültür kodlarımız hazır olmasaydı Türk Dünyası kavramını konuşmuyor olacaktık. Bununla birlikte, hazırcılığa yaslanarak, ortak kültür kodlarımızı çağın koşulları çerçevesinde güncelleyip onarmakta gevşekliğe düşersek birkaç yüzyıl boyunca almış olduğumuz darbelerin yaralarını sağaltıp saramayız. Tekrar vurgulayalım ki kültür kodlarımız psikolojik kodlarımızdır. Zygmunt Bauman “Kültür, doğa karşısında insan türünün bağımsızlığıdır.”[2] diyor.

Malumdur ki diğer canlıların doğadan bağımsızlıkları yoktur. İnsanı insan kılan işte bu özgürlük güdüsüdür. Türk halklarının yaşadıkları geniş coğrafyayı bir politik doğa olarak düşünürsek Çin’den Rusya’ya Türklüğün bağımsızlık savaşı verdiğini görürüz. Bu savaş politik doğaya karşı verilmektedir. Vesayet altından kurtulmak için savaşıyoruz. Biz savaşıyoruz. Burada ben yoktur. Türkiye’nin veya Özbekistan’ın bağımsız olmasıyla tatmin buluyorsak Türkiye için ben, Özbekistan için ben davası güdülüyor demektir. Oysaki ben bağımsız olsam bile biz tastamam bağımsız değiliz. İşte buradaki ben asabiyeti yerine biz psikolojisini yeniden inşa edeceğiz.

Hep birlikte Türk milleti olacağız. Gagauz Türkü Hıristiyandır, Sarı Uygur Türkü Budisttir, Anadolu ve Rumeli Türkü Sünni veya Alevidir, Azerbaycan ve İran Türkü ağırlıklı olarak Caferidir ama hep birlikte Türk milletiyiz. İnançlarımızın ayrılığına karşın beraber hareket edebildiğimizde yeni Türk medeniyetini inşa edebileceğiz.

Türklük kimliğini oluşturan ortak kodlarımız bizim güvencemizdir. Tarihsel süreçte maruz kaldığımız ayrılıkların yaralarını sarabilmek için ortak kültür kodlarımızı güncelleyerek yeniden birbirimize öğreteceğiz. Kendimize kültürel eğitim uygulayacağız. Kültürel eğitim, tekrar vurgulayalım, psikolojik eğitimdir. “Elbette kod ancak verili bir oluşum içindeki tüm kişiler benzer bir kültürel eğitimden geçmişlerse iş görür. Bu kişilerin hepsi kültürel kodu okumasını öğrenmiş olmalı ve onu benzer biçimde kullanmalıdır. Aksi halde işaretler işaret olarak görülmeyecektir… Aşina olduğumuz çevrenin, kendi evinde olmanın verdiği rahatlık duygusu özellikle yerel olarak kullanılan kültürel kodun bilgisinden gelir, bu bilginin çevredeki herkes tarafından paylaşıldığına dair güven veren ve iyi bir nedeni olan beklentiyle pekişir.”[3]

Türk Dünyası coğrafyasındaki herkesin, her Türk topluluğunun ortak kültürel kodlarımızı sağlıklı bir biçimde okuyabilmesi için müşterek eğitim seferberliğine yönelmemiz gerekiyor. Tuva yurduna giden bir Balkan Türkü orada terek gördüğünde bunun terek olduğunu ve hangi anlamları yüklenmiş olduğunu az çok bilmelidir. Terek karşısında yaban kalmamalıdır. Bir Hakas Türkü şu veya bu sebeple Anadolu’ya yahut da Azerbaycan’a geldiğinde Batı Türklüğü karşısında kendisini yaban hissetmemelidir. Çağımızın iletişim imkânları bu bakımdan işimizi zaten kolaylaştıracaktır. Teksas’ın kovboylarını bütün ABD eyaletleri sinema sayesinde biliyorlar. Batı Anadolu’nun zeybeklerini de bütün Türk dünyası bilmelidir. Ancak bu gayretlerle ortak kimliğimizi/kültürümüzü/psikolojimizi yeniden inşa edebiliriz. Kültür, doğaya göre yapaydır ama kültür o kültürü yaşayan toplum için doğaldır. Bizim doğal çevremiz ise Türk kültürüdür. Kodlarımızı bildiğimizde psikolojik güvenliğimizi sağlama almış olacağız.

Erich Fromm itaatsizliğin özgürlük olduğunu söylüyor: “İnsanlık tarihi insanın itaatsizlik edimiyle başlar ve bu aynı zamanda insanın özgürlüğünün ve aklının gelişiminin de başlangıcıdır.”[4] Türk halkları Rus, Çin, Fars, Arap, İngiliz, Fransız, Amerikan gibi kültür baskılarına itaatsizlik etmeyi, direnmeyi ve gerektiğinde bu kültürlere karşı saldırgan davranmayı öğrenecektir. Aksi halde psikolojik mücadelede arzulanan sonuca ulaşılamaz. İtaatsizlik, yukarıda saydığımız güçlere karşı özgürlüktür. Onlara karşı ve onlara rağmen aklımızı geliştirmeliyiz. Tabiatıyla psikolojimizi geliştirmekten dem vuruyoruz. Bizim dünyamız Turan coğrafyasıdır. Bu coğrafya bizim psikolojik alanımızdır. Kendimizi ifade etmemizin aracıysa Türkçedir. Türkçe bizim kendi dünyamızdır. Şimdi burada Mustafa Karataş ne diyor bir bakalım:

“İnsan, ana dilini edinmeye başladığı andan itibaren çevresindeki varlık ve hareketleri adlarıyla birlikte öğrenmeye başlar. Bu varlık veya hareket adları da içine doğduğu toplumun binlerce yıl öncesinden itibaren gerçekleştirdiği bilgilenmelerinin sonucudur. Bu nedenle, insan çevresindeki dünyayı ancak ana dili çerçevesinden (aracılığıyla/penceresinden) görebilmektedir. Başka bir ifadeyle, insan içinde bulunduğu dünyayı ancak ana dilindeki sözcüklerle ve onlar kadar görebilir, algılayabilir. Sapir-Whorf Hipotezi olarak bilinen bu görüşe göre, neyi nasıl algılayacağımızı kullandığımız dil belirler. Diğer bir ifadeyle, ‘Her yaşama düzeninde kullanılan ana dil içerisinde belli bir dünyacık, bir mikrokozmos bulunmaktadır.’ Bu nedenle dil, toplumun dünyayı görüş açısını (algısını) yansıtır. Buna dil içi dünya görüşü adı verilmektedir. Dolayısıyla, dünyada ne kadar dil varsa o kadar farklı dünya olduğunu söylemek mümkündür.”[5]

Alıntımız biraz uzun oldu fakat açıklamaya çalıştığımız hususun yarım yamalak kalmaması için bu gerekliydi.

Şimdi de Japonya’nın Keio Kültürel ve Dilsel Çalışmalar Enstitüsü tarafından bastırılmış olan bir çalışmadan alıntıda bulunacağız. Profesör Toshihiko Izutsu dillerin dünyayı algılamamızdaki rolüne şöyle değiniyor: “Semantik, benim anladığıma göre bir dilin anahtar terimleri üzerindeki tahlili çalışmadır. Bu çalışma, yalnız konuşma âleti olarak değil, bundan daha önemli olmak üzere kendilerini kuşatan dünya hakkındaki anlayış ve düşüncelerinin de âleti olarak o dili kullanan halkın, dünya hakkındaki düşüncelerini kavramak için yapılır.”[6]

Metin Savaş

Turan psikolojisi konusuna devam edeceğiz.

[1] Zygmunt Bauman, Sosyolojik Düşünmek, sayfa 161, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012

[2] Sosyolojik Düşünmek, sayfa 162

[3] Sosyolojik Düşünmek, sayfa 169-170

[4] Erich Fromm, Psikanaliz ve Din, sayfa 88, Say Yayınları, İstanbul 2012

[5] Mustafa Karataş, Türkçe ve Felsefe Terimleri, sayfa 68, Pegem Akademi, Ankara 2020

[6] Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, sayfa 15, (Süleyman Ateş çevirisi) Kevser Yayınları, Ankara, tarihsiz

Metin Savaş

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...