Soyut Toplum* adlı kitabında geleneksel toplumlar ile modern toplum arasındaki farkları inceleyen sosyolog Anton C. Zijderveld alışveriş davranışları örneği üzerinden söz konusu farklara bir açıklık kazandırır. Biz bu yazımızda Zijderveld’in örneğini biraz daha genişleterek modern insanın davranışlarını sergilemeye çalışacağız. Zijderveld bir köy bakkalından alışveriş eden geleneksel kişinin davranışlarını ele alıyor. Bu geleneksel kişi köy bakkalıyla köyün dedikodularını konuşur, köy dışındaki haberleri bakkaldan öğrenir çünkü mesleği gereği bakkalın dış dünyayla az çok irtibatı vardır. Geleneksel kişi satın alacağı ürünler hakkında da bakkalla konuşabilmektedir. Burada birebir ilişki olanağı bulunmaktadır. Müşteri de bakkal da birer sosyal varlıktır. Tabii ki geleneksel köy bakkalı örneği kasabalar ve şehirler için de geçerlidir. Kentlerde buna mahalle bakkalı diyoruz. Bu yazının yazarı olarak ben de yıllarca bakkallık yapmış olduğum için müşteri ve bakkal ilişkisindeki sosyal gerçekliği dış gözlemci olarak değil doğrudan doğruya içeriden bilmekteyim. Sabahın erken saatlerinde mahallemizdeki evlerin kimi kapıları bakkal gelecek diye aralık bırakılırdı ve ben gazeteyle ekmeği müşterilerimin ayağına götürür, açık bırakılan kapıdan usulca girerek ekmekle gazeteyi mutfak masalarına bırakır, işimi bitirince de sessizce kapıyı örtüp bakkal dükkânıma dönerdim. Müşterilerim ödemeleri maaş günlerinde yaparlardı. Sosyal varlık olarak müşteri bakkal ilişkisinde güven esastı ve müşterimin evine sabahları usulca girip çıkmam aile ya da mesken mahremiyetini ihlal olarak görülmüyordu. Buradaki karşılıklı güveni mahalle içi sözleşme olarak da değerlendirebiliriz. Yine köy bakkalında olduğu gibi, mahallemizin dedikodularını ve mahalle dışından haberleri müşterilerim benden öğrenirlerdi.
Zijderveld modern toplumlarda bu türden sosyal ilişkilerin görülmediğini süpermarketleri işaret ederek belirtir. Marketlerden alışveriş eden müşteriler kendilerine muhatap bulamazlar. Modern kişi süpermarketin içinde kaybolup gitmiştir. Kişinin orada somut varlığı yoktur. Kişi orada soyut bir kavram olan müşteri cemiyetinin herhangi bir üyesidir. Mahalle bakkalını herkes tanır ama süpermarket çalışanlarını müşteriler tanımazlar. Çalışanları tanımadıkları yetmiyormuş gibi marketin işletmecisini veya müdürünü belki hiç görmezler. Market çalışanları neredeyse birer sosyal varlık değildirler. Onların kişilikleri yoktur. Bir örnek giyinirler ve davranışları da market kurallarıyla sınırlı bulunduğu için kendilerine özgü değildir. Aynı yerde çalışan kişiler olarak kendi aralarında dedikodu yapsalar bile müşterilerle konuşabilecekleri pek bir şey yoktur. Zijderveld’in söylemiyle, alışveriş eylemi artık rasyoneldir ve duygusuzca gerçekleştirilir. Parayı kasaya öderken ne dedikodu yapmak ne de hal hatır sormak için vakit bulunmaz. Müşterilerse satın aldıkları ürünün yanı sıra ellerine tutuşturulan küçücük kâğıtlardaki “teşekkür ederiz” cümlesiyle yetinirler. Teşekkür ederiz cümlesi kişisel ilişkiler için değil, halkla ilişkileri güçlendirmek için yazılmıştır. Zijderveld bu duruma “tek boyutlu insan” dendiğini söylüyor. Mahalle bakkalında ise her müşteriye ayrı ayrı sözle teşekkür edilir.
Modern toplumlar açık toplum esası üzerine inşa edilmişlerdir. Ne var ki, Zijderveld’in de ısrarla vurguladığı üzere, açık toplumlarda bütünlük bulunmaz ve parçalılık geçerlidir. Ama her parça (her grup) kendi içinde bir dereceye kadar kapalıdır. Market çalışanları kendi aralarında kapalı bir grupturlar. Onlar kendi grupları içerisinde birer sosyal varlıktırlar, kişiliklerini market çalışanları grubu içerisinde sergileyip yaşayabilirler. Grup içinde insandırlar. Oysaki bu market çalışanları grubunun üyeleri market müşterilerine yönelik davranışlarında otomatlaşırlar. Müşteriler yalnızca müşteridirler. Müşterilerin birer insan olarak sosyal varlıkları market binası içinde handiyse yitip gider. Bu müşterilerin adları ve şahsiyetleri belirsizdir. Belirsiz olmasının ötesinde anlamsızdır. Market çalışanları da aynı biçimde kendilerine müşterilerce anlam yüklenemeyecek varlıklardır. Mahalle bakkalının adını ve karakterini bütün mahalle bilir. Bakkal da mahalledeki herkesi tanır. Bakkal ve müşteri ilişkisinde belirsizlik diye bir şey yoktur. Dolayısıyla bakkal dükkânı içerisinde mahalleye yaygın bir ilişkiler yumağı geçerliyken market binası içerisinde kimliksizlik hüküm sürer. Market çalışanları kendi aralarında nasıl bir kapalı grup oluşturuyorsa müşteriler de tüketici sıfatıyla ve tüketici haklarını koruyan derneklerin doğal üyeleri olarak ayrı bir kapalı grup oluştururlar. Modern toplumlardaki parçalanmışlık işte budur. Geleneksel toplumlarda gördüğümüz ortak değerler modern toplumlarda sosyal içerikten yoksundur. Zijderveld buna bürokratik toplum diyor. Tüketici hakları derneklerinin yetkilileri birer bürokrat tavrıyla hareket ederler. Market çalışanları da kendi gruplarındaki şefler, müdürler ve patronlar gibi bürokratların muhataplarıdırlar. Burada artık birer sosyal varlık olarak insanlar değil kurumlar konuşur. Konuşan kişi tüketici hakları derneğidir ve konuşan kişi marketin kendisidir. Market müdürü kendi kişiliğiyle konuşamaz, market adına konuşur. Onun oradaki varoluşu marketin mikro evreniyle sınırlıdır. Bir insan olarak, kendisine özel şahsiyetiyle ancak ve ancak market dışında, mesai saatleri haricinde varoluş kazanabilir. Özel yaşamında Bizim Ahmet olabilen bu müdürün mesai saatleri içerisindeki Ahmet Beyliği marketle özdeştir. İşte bu nedenle konuşan kişi Ahmet Bey değildir de markettir. Geleneksel mahalle bakkalında ise o mahallenin bir ferdi olarak Bakkal Amca konuşur. Bakkal Amca bir kişiliktir fakat Ahmet Bey bir bürokrattır, Ahmet Beyin kişiliği marketin tüzüğüdür.
Market çalışanları müşteri memnuniyetini pek de umursamazlar; umursuyorlarsa bile ağırlıklı olarak işlerinden olmamak için umursuyorlardır. Pek de umursamazlar çünkü market çalışanları birer Bakkal Amca değildirler ve bilmektedirler ki işlerini kaybedip kaybetmemelerini müşteriler de umursamıyordur. Tüzel kişilikler karşısında insanlık büyük oranda rafa kaldırılmıştır. Market raflarındaki etiketler ile yazarkasalardaki rakamlar konuşur. Bakkal Amcanın ya da mahalledeki müşterinin yaşını bildiren rakamlar modern (soyut) toplumda yeterince anlam ifade etmezler. Yazarkasa kuyruğunda yaşlı genç, kadın erkek yoktur, market çalışanı indinde hiçbir anlam taşımayan müşteriler vardır o kuyrukta.
Yine de modern toplumu kavramaya çalışırken olgulara geleneksel toplumu idealize etmeden bakmamız gerekiyor. Modern toplumun grupları kendi içlerine kapalıdır ama geleneksel toplumunsa bütünü kapalıdır. Soyut toplumun olumsuzlukları karşısında geleneksel toplumu yitirilmiş cennet gibi tahayyül etme eğilimi doğabilmektedir. Oysaki insanlığı modern topluma sürükleyen başat unsurlardan birinin geleneksel kapalı toplum yapısına başkaldırmak olduğu gerçeği göz ardı edilebiliyor. Modern insanın modernlikten yakınması bir yasak savma gibidir. Ah o eski zamanlar deyip de yeni zamanları değiştirmeye yönelik hiçbir çaba göstermiyorsak söz konusu yakınmalarımızın sahteliğini gizlemeye de çalışıyoruz demektir. Anthony Giddens “Modernliğin Sonuçları” adlı incelemesinde kendilerini demokratik olarak adlandırmayan bir devlete rastlanamadığını ama bu devletlerin pek çoğunun demokratik olmadıklarını anımsatıyor. Tıpkı bunun gibi, geleneksel toplumlara kapalılık atfederken soyut toplumların açıklıklarına kuşkuyla yaklaşmak da kimsenin çıkarına uygun düşmüyor olabilir. Mevcut çelişkilerimizi “Kireç Ocağı” adlı romanında Thomas Bernhard gayet kısa bir cümleyle özetlemiştir: “Sürekli cemiyetsizlik de sürekli cemiyet gibi insanı köreltiyormuş.”
Metin Savaş
* Anton C. Zijderveld, Soyut Toplum, Pınar Yayınları, İstanbul 1985