Siyaset kuramlarının her biri feminizmin içinde ayrı ayrı temsil edilir. Yani liberal feminizm, Marksist feminizm, liberter feminizm, post-yapısalcı feminizm olarak ayrılmıştır. Bunların birleştiği nokta kadınların ezilmesine son verme amacıdır. Siyaset felsefesinin büyük çoğunluğu yakın zamana kadar cinsiyet ayrımcılığını savunmuş ya da kabul etmiştir. Cinsiyet ayrımcılığına ilişkin üç tane tez vardır. Bunlardan ilki cinsiyetlere duyarsız değerlendirmeye odaklanır, ikincisi ise kamusal-özel ayrımına odaklanır. İkisi de adalete ilişkin liberal kavrayışın erkek egemen eğilimli olduğunu savunur. Üçüncü tez ise adalete yapılan vurgunun kendisinin erkek egemen bir eğilimi yansıttığını ve kadınların çıkarına olacak bir kuramın adalet yerine özeni vurgulaması gerektiğini savunur.
Cinsiyet eşitliği ve Cinsiyet Ayrımcılığı
Yakın zamana kadar siyaset kuramcılarının çoğunluğu, kadınların aileyle sınırlanmasını ve kocalarına bağlı olmalarının “doğal bir yasa” ile belirlendiğini savunuyordu. Çağdaş kuramcılar, kadınlara yönelik bu varsayımı bırakıp onların da erkekler gibi kendi kaderlerini belirleyebilen ve adalet duygusuna sahip özgür ve eşit varlıklar olarak görmeye başlamışlardır. Böylece kamusal alana adım atmakta özgür olduklarını kabul etmişlerdir. Liberal demokrasiler de kadınlara eğitim, istihdam, siyasi görevlerden eşit düzeyde yararlanmasını öngören yasaları kabul etmişlerdir.
Fakat bu ayrımcılık karşıtı yasalar cinsiyet eşitliğini sağlayamamıştır. Cinsiyet ayrımcılığı faydaların ve konumların dağıtılmasında cinsiyetin keyfi kullanımı anlamına gelir. Örnek olarak, cinsiyetin yapılacak işle akılcı hiçbir ilişkisi bulunmamasına rağmen, bir kadının işe alınmamasıdır. Catharine MacKinnon, bunu cinsiyet farklılığına gönderme yoluyla haklı gösterilemeyecek ayrımcı bir durum olarak gördüğü için cinsiyet ayrımcılığına ilişkin “farklılık yaklaşımı” olarak adlandırır. Cinsiyet ayrımcılığı yasaları, ırk ayrımcılığı yasalarına benzer ve cinsiyete kör bir toplum yaratmayı amaçlar. Bir toplum, yararların dağıtılması sürecinde ırk ya da cinsiyet karıştırılmadığı
Farklılık yaklaşımının ahlaki temeli, kadınların da erkeklerin ulaşabildiği şeylere ulaşmasını sağlamaktır. Ayrıca farklılık yaklaşımı var olan toplumsal yardımlar ve konumlardan yararlanma ya da bunlar için rekabete görmenin cinsiyete duyarsız ilkelere bağlı olmasını da getirmiştir. Bunun sonucunda kadınların çalışma ve eğitim hayatına girmesi sağlanmıştır.
Farklılık yaklaşımı cinsiyet eşitliğini; kadınların, erkeklerin tanımladığı roller için cinsiyetlere duyarsız kurallar çerçevesinde rekabet edebilir olmasıyla açıklar. Fakat böyle bir durumda eşitlik sağlanamaz. Cinsiyeti dikkate almayan bir rekabet söz konusu olsa bile bu rollerin erkekler tarafından erkeklere uygun şekilde tanımlanmıştır. Örnek olarak, itfaiye veya polislik gibi işlere giriş boy ve kilo gibi kurallarla ilgilidir. Bu kurallar görünüşte cinsiyeti dikkate almaz, fakat genelde erkekler kadınlardan daha uzun ve ağır olduğu için bu kurallar birçok kadının bu görevler için başvuru yapamamasını sağlar. Bu kuralların meşruiyeti kullanılan teçhizatın belli bir uzunluğu ya da gücü gerektirdiği şeklinde savunulur. Bu noktada bu teçhizatın neden 1,60’lık insanlar için değil de 1,75’lik insanlar için tasarlandığını sorulur. Bu teçhizatı tasarlayan kişiler de bunların erkekler tarafından kullanılacağını düşünüp ona göre tasarlamıştır. Fakat bu zorunluluk değildir, aynı teçhizat daha kısa insanlara göre de tasarlanabilir. Bu sorun, yapılacak işin gereklerinin, bu işin erkeklerce yapılacağı düşünülerek en başta erkeklere göre tasarlanmasıdır. Bu yüzden cinsiyet eşitliğini sağlamak için bu işler kadınların da bu işi alabileceği düşünülerek yeniden tasarlanmalıdır.
Bir diğer örnek ise cinsiyetlere duyarsız bir yaklaşımla, aranan kişinin okul öncesi çağdaki bir çocuğun bakımından sorumlu olmamasını gerektirmesi ile ilgilidir. Toplumda çocuklara kadınların bakması gerektiği düşüncesi olduğu için erkekler işi alma konusunda bu açıdan daha avantajlıdır. İşveren birini işe alırken cinsiyete duyarsız olsa bile, iş hanımları evde çocuklara bakan erkekler tarafından üstlenileceği düşünülerek tasarlandığı için cinsiyet eşitliği yoktur. Janet Radcliffe-Richar
Bir toplum, konumları ne kadar cinsiyetçi şekilde tanımlarsa farklılık yaklaşımı eşitsizlikleri belirlemekte o kadar yetersiz kalır. Doğum kontrolü ve kürtajın yasaklandığı ve ücretli işlerin çocuk doğurup yetiştirmekle uyumsuz olduğu bir toplumda, kadınlar çocuk sahibi olmamalarını sağlayacak yasal araçlardan yoksun olarak hem çocuk büyütüp hem çalışamayacaklar
Kadınların bastırılması, cinsiyet temelinde akıl dışı bir farklılık gütme sorunu değil, kadınların sistematik olarak dezavantajlı konumda bırakıldığı bir erkek egemenliği sorunudur. MacKinnon, cinsiyet eşitliğine ilişkin olarak cinsiyet farklılıklarının dezavantaj olmamasını sağlamayı amaçlayan egemenlik yaklaşımını önermiştir. Farklılık yaklaşımı, cinsiyet eşitsizliğinin sadece erkekler ve kadınlar arasında gerçek farklılıklar varsa haklı olabileceğini söyler, egemenlik yaklaşımı ise cinsiyet farklılıklarının asla bir eşitsizlik ya da erkek egemenliğinin kaynağı olarak kullanılamayacağ
Sorun egemenlik olduğu için, çözüm sadece ayrımcılığın olmaması değil, iktidarın var olmasıdır. Yani eşitlik yalnızca erkeklerin tanımladığı rolleri alabilmek için fırsat eşitliğine sahip olabilmek değil, kadınların tanımladığı roller veya hem erkeklerin hem de kadınların üstlenmekte çıkar görebileceği cinsiyetçi olmayan roller oluşturmak için eşit iktidara sahip olmak gerekir. İktidar eşitliğinin sağlandığı bir durumda erkek işlerini kadın işlerinden daha üstün olarak tanımlayan bir toplumsal roller sistemi oluşmayacaktır. Birçok feminist, sorunun ilkelerde olduğu görüşünü savunur. Eşitlik ilkesi kadınların bastırılmışlığın
Cemaatçilik de liberterlik de egemenlik yaklaşımını reddedebilir. Çünkü bu yaklaşım insanların toplumsal rollerini bazı cemaatçilerin karşı çıkacağı biçimde sorgulayabileceğ
Kamusal ve Özel
Cinsiyet eşitsizliğine ilişkin olarak egemenlik yaklaşımını benimsersek temel sorunlardan biri, ev içi iş bölümünün eşitsiz dağılımı ile ilgili olacaktır. Siyaset felsefesindeki temel kuramcılar aile ilişkilerini adalet ilkesiyle değerlendirmemiş
Çağdaş kuramcılar, kamusal alanda sadece erkeklerin etkin olması görüşünü kabul etmezler. Fakat bu şekilde bir cinsiyet eşitliği onaylasa bile, bu eşitlik aile dışındaki ilişkilerle ilgili olacaktır. Aile içindeki ilişkiler görmezden gelinir. Örneğin John Stuart Mill, kadınların da bütün işlerde erkekler kadar başarılı olabileceğini söylerken, onların ev işleriyle uğraşmaları gerektiğini varsaymıştır. Ailede içindeki cinsiyete dayalı iş bölümünün, hukukla değil genel geleneklerle oluştuğunu ve bunun iki kişi arasındaki en uygun iş bölümü olduğunu söyler. Diğer çağdaş kuramcılar da Mill ile benzer görüşlere sahiptir.
Kadınların ev işlerini yapmak zorunda olması onların düşük ücretli, yarım gün işlere yönelmesine neden olmuştur. Bu olumsuz durum ortadan kaldırılsa bile kadınlar için eşitsiz durum devam edecektir. Çünkü kadınlar aile ve kariyer arasında erkeklerin karşılaşmadığı bir seçim yapmak zorundadır. Eğer evlilik kariyer açısından kaçınılmaz bazı sonuçlar doğuruyorsa, bu sonuçları erkekler ve kadınlar eşit derecede üstlenmelidir. Erkekler ve kadınlar ev işlerini paylaşsalar bile, ev içi işlerin değersiz görülmesi kültürde bulunan kadın işi veya kadınca iş şeklinde bir düşünceye dayanıyorsa gerçek bir cinsiyet eşitliği sayılmaz. Ev işlerinin değersiz görülmesi kadınların yaptığı işlerin değersiz görülmesine bağlı olduğundan onların aileye katkısına daha çok saygı gösterilmesi savaşımını içerecektir. Bu yüzden aile, cinsiyet eşitsizliği yönündeki savaşımın önemli bir merkezidir. Feministler arasında cinsiyet eşitliği savaşımı kamusal ayrımcılıktan kadınların özel alanda değersiz görülmesine uzanması yönünde görüş birliği vardır.
Liberalizmde kamusal-özel ayrımına ilişkin iki farklı kavrayış vardır. Birincisi kökeni Locke’a kadar uzanan siyasi ve toplumsal olan arasındaki ayrımdır. Diğeri ise toplumsal ve kişisel olan arasındaki farklılıktır.
Devlet ve Sivil Toplum
Liberalizmin kamusal-özel ayrımının ilki olan sivil toplum ve devlet arasındaki ilişkilerle ilgilidir. Liberaller özgürlük ve iyi hayatın, kişisel uğraşlarımızda ve sivil toplumla ilişkilerimizde yattığını ve siyasetin temel görevinin sivil toplumdaki özgürlüklerimizi korumak olduğunu savunurlar. Kamusalı devletle, özeli de sivil toplumla bir tuttuğu için buna devlet-toplum ayrımı denebilir. Aile bu devlet-toplum ayrımında doğal olarak sivil toplumun alanına girer, çünkü ailenin insanların özgürce oluşturduğu birliklerden biridir. Fakat feministlere göre toplumsal alana ilişkin liberal tanım, toplumsal alanın sadece erkekleri içerdiğini söyler. Bu tanımda kadınlar görmezden gelinir. Bu ayrım sadece erkeklerin dünyasındaki bir ayrım olarak sunulur.
Her türlü dayatmacı hiyerarşiye karşı çıkan liberallerin, aile içindeki bu hiyerarşik yapıya karşı çıkmamasının nedeni kendilerinin de yararlandığı cinsiyetçi bir iş bölümünü sorgulamakta herhangi bir çıkarının olmamasıdır. Adam Smith, Hegel, Kant, Mill, Rousseau ve Nietzsche’nin kuramları hemen her yönden birbirinden ayrılır fakat kadınlara davranışları açısından şaşırtıcı bir birlik sergilerler. Erkek kuramcılar, hangi siyasi görüşten olursa olsun, kadınların eve kapatılmasının, kadınların özel, duygusal ve evrensel olmayan doğalarına göndermede bulunarak haklı çıkarılmasını kabul etmiştir.
Liberallerin devlet-toplum ayrımı, geleneksel ev içi-kamusal ayrımından farklıdır. Devlet-toplum ayrımını reddeden Aristocu cumhuriyetçi kuramcılar, geleneksel ev içi-kamusal ayrımını desteklerler. Liberallerin sivil toplumu değerlendirirken kullandığı gerekçeler, aileyi dayatıcı hiyerarşiler değil, kişisel özerklik temelinde kavramsallaştırm
İnsanlar tercihlerini, toplumsal ve kültürel ölçülerin normal kabul ettiği tanımlara uyacak şekilde değiştirebilir. Yaygın kültürel imgeler, kadının rolünü erkeklere hizmet olarak tanımlıyorsa, kadınlar tercihlerini buna uyacak şekilde değiştirebilir. Bu yüzden, gönüllü ev kadınlarının varlığı, bu durumun adaletsiz olmadığına kanıt olarak gösterilemez. Liberaller ve feministler, insanların tercihlerini baskıcı olmayan koşullarda, korku, bilgisizlik ve önyargıdan arınmış bir şekilde belirlemelerinin önemli olduğu düşüncesinde birleşirler. Fakat liberaller, bireysel haklar ve dağılım adaletinin daha sıkı bir şekilde korunmasının baskıcı olmayan koşullar yaratabileceği; feministler ise kadınların okulda, basında ve reklamlarda olumsuz bir şekilde klişeleştirilmes
Kişisel Olan ve Toplumsal Olan: Mahremiyet Hakkı
Liberalizmin kamusal-özel ayrımı, kişisel ve mahrem olanla kamusal olan arasına çizgi çeken ikinci bir ayrımla tamamlanmıştır. Klasik liberaller, toplumu kişisel özgürlüklerin temel alanı olarak görürken, romantikler toplumsal uyumun bireysellik üzerindeki etkilerini vurgularlar. Bireysellik sadece siyasi zorlama ile değil, toplumsal beklentilerin baskısıyla da tehdit edilir. Romantikler, toplumsal hayatı kamusal alana dahil etmişlerdir. Çünkü sivil toplumdaki bağlar, bireyleri başkalarının yargılarına ve sansürlerine maruz bırakır. Bireylerin kendilerine zaman ayırmaya, kamusal hayattan çekilip düşünmeye, yeniden güç kazanmaya ve yakın ilişkileri beslemeye ihtiyacı vardır. Sonuç olarak, çağdaş liberalizm sadece toplumsal hayatta özel alanı korumak ile ilgili değil, özel alanda bireylerin mahremiyete sahip olacakları bir yer açmakla da ilgilidir.
Liberallerin bu ikinci kamusal-özel ayrımı, mahremiyet hakkı altında tartışılır. ABD’de mahremiyet hakkına anayasal statü tanıyan Conneticut’taki Griswold davası kararı, evli kadınların doğum kontrol yöntemlerinden yararlanması yasaklayan yasaların mahremiyet hakkını çiğnediği hükmüne varması kadınlar için zafer olarak görülmüş; fakat mahremiyet hakkı, dışarıdan aileye yönelik herhangi bir müdahaleyi mahremiyet hakkının çiğnenmesi olarak gören bir yorum kazanmıştır. Yani bu karar, ailenin kadınların çıkarlarını korumaya yönelik reformlardan muaf tutulmasına hizmet etmiştir. Mahkeme, bireysel mahremiyeti, ailenin kolektif mahremiyeti çerçevesinde tanımlamıştır. Mahremiyet hakkı ailenin üyelerine değil, aileye yüklenecek şekilde yorumlanmıştır. Sonuç olarak, bireylerin aile içinde mahremiyet hakkı yoktur. İki kişi evlendiği zaman devletin onların ev içi kararlarına karışmaması sağlar ama kadının evlilikte kararların alınmasında hiçbir güce sahip olmaması karşısında devletin onu korumak için bir şeyler yapmasını engelleyecektir.
Bu mahremiyet kavrayışı kadınlar açısından iki yönden başarısızdır. Birincisi, istismarcı kocanın tehdidi altındaki kadının mahremiyeti gözetmez. Diğeri ise kadınların kamusal hayata katılmak isteyen kadınların istemedikleri yalıtılmışlığına
Mahkemenin mahremiyeti aile temelinde tanımlamasının nedeni kadınların evlilik ile birlikte kocanın mülkü haline gelmesi ve böylece hukuken kişi olmaktan çıkması kavrayışı vardır. Çünkü kadının çıkarı aile tarafından tanımlanır ve bu onların doğal konumu olarak kabul edilirdi. Geleneksel aile yapısı yargı reformlarından muaf tutuldu. Bunun nedeni ailenin uygarlığın temel çekirdeği ve toplumsal istikrarın ön koşulu olarak görülmesidir.
Aile, cinsiyet eşitliği açısından, merkez olduğu için adalet kuramlarının aile örgütlenmesinin kadınların hayatı üzerindeki etkilerine dikkat etmesi gereklidir. Siyaset felsefesinde temel kuramların bu alan girmemesinin nedeni ailenin özel alanla ilişki olduğu düşüncesidir.
Bir Özen Ahlakı
Geleneksel kamusal-ailevi ayrımının sonucunda erkekler ve kadınlara ilişkin farklı duyguların yüklenmesi oluşmuştur. Batı felsefe tarihinde, siyaset kuramcılarının kadınların ev hayatı için gerekli olduğu söylenen sezgisel, duygusal ve ayrıntıcı düşünce biçimiyle erkeklerin kamusal hayatı için gerekli olduğu söylenen akılcı, tarafsız ve serinkanlı düşünme biçimi arasında bir ayrım görülür. Cinsiyetler ayrı ahlaki projeler olarak görülmüştür. Örneğin, kadınların ayrıntıcı karakterleri aile hayatı için işlevsel olsa bile, kamusal hayat için gerekli olan adalet açısından yıkıcı olduğu düşünülür. Bu yüzden kamusal alanın sağlığı için kadınların dışlanması gerektiği söylenir.
Mary Wollstonecraft, kadınların ayrıntıcı doğasının, akılcı becerilerini geliştirme becerisinden yoksun bırakılmalarının bir sonucu olduğunu söylemiştir. Kadınlar, kamunun gereksinimlerini görmezden gelip sadece çevresindekileri
Feminizm, kadınların ahlaki akıl yürütme biçimleriyle yeniden ilgilenmeye başlamıştır ve bunun kökeninde Carol Gilligan’ın kadınların ahlaki gelişimi üzerine yaptığı araştırmalar vardır. Gilligan’a göre kadınların ve erkeklerin ahlaki duyarlılıkları farklı gelişim göstermektedir. Bu bakış açısına göre ahlaki sorun, hakların birbiriyle çatışmasından çok, sorumlulukların birbiriyle çatışmasından kaynaklanır ve çözüm için biçimsel ve soyut düşünme biçimini benimsemeyi gerektirir. Özen göstermeye ilişkin ahlaki kavrayış, ahlaki gelişimi sorumluluklara ve ilişkilere dair anlayışın çevresine yerleştirir. Gilligan’a göre bu iki farklı ahlaki akıl yürütme, özen ahlakı ve adalet ahlakı çerçevesinde tanımlanabilir.
Bu farklılığın cinsiyetle ilişkili olup olmadığı tartışılmıştır. Bazı kuramcılar, korunma ve adalete ilişkin iki farklı ahlaki akıl yürütme olduğunu fakat kadınların da erkeklerin de bu iki farklı akıl yürütmeye eşit derecede başvurduğunu savunurlar. Diğer kuramcılar ise erkekler ve kadınların farklı akıl yürütme biçimine sahip olmalarının nedeni onlar farklı düşündüğü için değil, erkeklerin hak ve adaletle, kadınların da toplumsal ilişkileri korumakla ilgilenmesi gerektiğini düşündükleri içindir.
Özen ahlakı, kamusal alanın üyeleri olarak birbirimize karşı yükümlülüklerimi
-
Ahlaki beceriler: Ahlaki bir mizaç (özen) geliştirmeye karşı ahlaki ilkeleri (adalet) öğrenmek
-
Ahlaki akıl yürütme: Sorunların çözümünde belli bir duruma uygun düşecek yanıtları aramak (özen) yerine, evrensel olarak uygulanabilir ilkeler (adalet) aramak.
-
Ahlaki kavramlar: Sorumluluklar ve ilişkilere göndermede bulunmak (özen) yerine haklar ve adalete göndermede bulunmak (adalet).
Ahlaki Beceriler
Ahlaklı bir insan olmak doğru ilkeleri bilmekten çok, doğru niteliklere sahip olma sorunudur. Çağdaş adalet kuramcılarının çoğu bireylerin ahlaklı davranmak için nasıl donanacaklarını açıklamaktan çok doğru ilkeleri belirlemeye çalışmışlardır. Fakat doğru ilkeleri belirlemek, doğal olarak, ahlaklı davranma donanımını doğuracaktır. Çünkü adalet ahlakı bu ahlaki nitelikleri gerektirir. Adalet ilkelerinin belli bir durumla ilgili olup olmadığını görebilmek ve bu ilkelerin neyi gerektirdiğini belirleyebilmek ahlaki duyarlılıklara sahip olmayı gerektirir.
Adalet kuramcıları adalet duygusunun gerisindeki duygusal becerilerin gelişimini görmezden gelmişlerdir. Bunun nedeni adalet duygusunun önce ailede öğrenilen bir özen duygusundan gelmesidir. Çocuklar ailelerinden başkalarının amaçlarına ve çıkarlarına karşı duyarlılıkla yaklaşma konusunda bir şey öğrenememişse onlara adalete ilişkin bir şey öğretilemez. Adalet kuramcıları, ailenin adalet duygusunun gelişimdeki rolünü kabul ederler. Fakat bu konuda bir şey yapmazlar.
Ahlaki Akıl Yürütme
Joan Tronto’ya göre özen ahlakı, kişinin ahlaki düşüncesini, kişiliğini, eylemlerini, ahlaki ilkelerini değerlendirmekte
Özen ahlakını savunan bazı kuramcılar, çatışmalarda bir hükme varmak için ilkelere başvurma eğiliminin, çatışmaların aşılacağı çözümler geliştirme eğilimini engellediğini ileri sürerler. Gilligan, öznelerinin adalet ya da özen çerçevesinde ahlaki sorunlar oluştururken, ya durumun dışına çıkıp çatışan istemler arasında bir hükme varan bir kural ya da ilkeye başvurduklarını veya bütün gereksinimlerini karşılamanın bir yolunu bulmak çabasıyla durumun içine girdiklerini söyler. Hatta kızların belli bir durumda herkesin gereksinimlerini karşılayan bir çözüm bulurken, erkeklerin çatışmanın ilkeli bir biçimde karara bağlanması telaşı içinde bu çözümü gözden kaçırdığını gösteren olayları örnek verir.
Çatışan istemleri uzlaştırmak her zaman mümkün değildir. Irkçı ya da cinsiyetçi namus yasalarını ele alırsak, bunların açık istemler olduğunu görürüz ama aynı zamanda gayrimeşrudurlar
Ahlaki Kavramlar
Sorun ilkelere gereksinim olup olmadığı değil, ne tür ilkelere gereksinim olduğudur. Bazı yazarlar haklar ve adalet ilkeleriyle(adal
-
İlişkileri Korumaya Karşılık Evrensellik: Özen ve adaleti ayırt etmenin yolu adaletin evrenselliği ve tarafsızlığı, özeninse süre giden ilişkiler ağını korumayı amaçladığını söylemektir. Süre giden ilişkiler ağı kavramı belirsizdir. Bu kavram, bizim için önemli ve başkalarıyla aramızdaki köklü bir tarihi olan ilişkilere göndermede bulunur. Bu kavramı bu şekilde yorumlarsak, özen ahlakı en gereksinimi olanları dışlama tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Çünkü onlar ilişkiler ağının dışında kalacaktır. Tronto, özeni öne çıkaran bakış açısı mevcut ilişkileri korumaya çalışırken muhafazakâr nitelik sergiler ve bazı ilişkilerin bu ağın dışında kalması önemli bir sorundur der ve Kantçı evrenselliğin zaafları ne olursa olsun, bütün insanlara eşit ahlaki değere ve onura sahip olduğu düşüncesi nedeniyle söz konusu sorunu ortadan kaldırır diye ekler.
Özeni öne çıkaran başka kuramcılar, var olan ilişkiler ağına daha kapsamlı bir yorum getirirler. Gilligan, bu ağın kişinin yakın çevresini değil, tüm insanlığı kapsadığını söyler. İnsanları bu büyük ilişkiler ağına dahil eden şey, doğrudan bir etkileşim değil, paylaşılan insanlıktır. Bu yüzden, ilişkiler ağına korumaya verilen önem, ilişkiler ağının nasıl yorumlandığına göre evrenselliğe verilen önemle çatışabilir ya da çatışmaz. Diğer yandan mevcut ilişkileri evrenselliğin gereklerinden koruma yönünde bir yaklaşım vardır. Özene ağırlık veren kuramcılar, özeni öne çıkaran bakış açısının özündeki sorumluluk duygusunun süre giden bir bağın aleyhine tarafsızlığı dayatmaktan kaçınmaya çalıştığını vurgularlar.
Sonuç olarak, özene ağırlık veren kuramcılar evrensel ilişkiler ağına bağlılığını kabul ediyor, fakat bunun sınırlı ilişkiler ağıyla birlikte yürümesini istiyorlar. Fakat bunun bütün insanları kapsamasının nasıl sağlanacağı açıkça ortaya konmamıştır.
-
İnsanlığa Saygı ve Bireyselliğe Saygı: Özene ağırlık veren bazı kuramcılara göre adaletle ilgili sorun, evrensel olarak ortak insanlığımızı paylaşan herkese yanıt vermesi değil, insanların farklı bireyselliklerin
den çok sadece paylaştığı insanlığa yanıt vermesidir. Ahlaki düşüncenin nesneleri olarak kişilere, ahlak bakımından önemli ama tümüyle genel ve tekrarlanabilir özelliklerin taşıyıcıları olarak ahlaki bir önem biçtiğini söylerler. Adalet genelleşmiş öteki ile ilgilidir ve somut ötekini reddeder. Özen ise soyut insanlığımızdan çok somut farklılıklarımız a yanıt verir.
Adalet kuramları, genelleştirilmiş ötekine saygıyla sınırlı değildir. Bir politikanın kişilerin farklı tercihlerini geliştirip geliştirmeyeceği
-
Sorumluluğu Üstlenmek ve Hak İddia Etmek: Her iki ahlak da evrensel olduğu ve hem ortaklığa hem de bireyselliğe saygı gösterdiğinden, aralarındaki fark başka bir yerdedir. Gilligan’ın önerdiği son ayrım ise adalete ağırlık vererek akıl yürütmenin başkalarını dikkate almayı, hak istemlerine saygı gösterme çerçevesinde değerlendirdiğin
i, özen ahlakının ise başkalarını dikkate almayı sorumluluklar üstlenme çerçevesinde ele aldığını söyler. Gilligan’a göre temel fark, başkaları için sorumluluk üstlenmenin onların iyiliği için olumlu düşüncelere sahip olmayı gerektirmesi, hakların ise sadece başkalarını yalnız bırakarak saygı gösterilebilecek öz koruma düzenekleri olmasıdır.
Adalet ahlakı ve özen ahlakının dayattığı sorumluluk farklıdır. Sandra Harding’e göre, Gilligan’ın araştırması, öznel bir incinmenin adil olsa da kadınlara gayri ahlaki göründüğünü, erkeklerin ise öznel bir incinme olup olmadığına bakmaksızın sadece nesnel adaletsizlikleri gayri ahlaki olarak değerlendirme eğilimi olduğunu göstermiştir.
Birine özen göstermek, onun bütün isteklerine dikkat etmek, onu bütün öznel incinmeler ya da üzüntülerden koruma yönünde ahlaki bir yükümlülük duymak anlamına gelmez. Öznel incinmeler, her zaman ahlaki istemler doğurursa, ahlaki özenin sonucu olarak başkalarının bizim bütün çıkarlarımızı gözetmesini bekleyebiliriz. Fakat insanların bizim bütün çıkarlarımızı gözetmelerini bekleyemeyiz, çünkü bizim sorumluluğumuzda olan bazı çıkarlarımız vardır ve bizim sorumluluğumuzda olan şeyleri gözetmeleri için başkalarının kendi iyiliklerini bir yana bırakmalarını istemek yanlış olacaktır. Örnek olarak, arkadaşlarının gereksinimi olduğunda zaman ve para bakımından cömertçe davranan ama harcamalarında aşırı ölçüde savruk olan biri, sonunda yardıma muhtaç kalacak ve kendi akılsızlığının sonuçlarından kurtarmaları için başkalarına ihtiyaç duyacaktır. Öznel incinme yaklaşımına göre, onun acılarına duyarsız kalırsak sorumsuzluk göstermiş oluruz. Ama adalet ahlakı onun, acılarına ilgi göstermemizi bekleyerek sorumsuzluk gösterdiğini söyler. Eylemleri onun kendi sorumsuzluğudur ve kendi dikkatsizliğinin bedelini başkalarına ödetmek istemesi gayri ahlakidir.
Bu yüzden özen ve adalet arasındaki tartışma, sorumluluk ve haklar arasında bir tartışma değildir. Sorumluluk adalet ahlakı açısından önemli bir kavramdır. Başka insanlara karşı hak istemlerinin adaletle sınırlı olmasının nedeni, onların haklara sahip olması değil sorumluluklara sahip olmamızdır.
Öznel incinmeler beklentilerle bağlantılıdır, adaletsiz toplumlarda haksız beklentiler yaratırlar. Örneğin, erkekler, kadınlardan ihtiyaçlarına dikkat etmelerini bekler, bu yüzden ev hayatının yüklerini paylaşmaları gerektiğinde öznel bir incinme duyarlar. Baskıcılar herhangi bir ayrıcalık yitimini güçlü olarak hissederler, ezilenler ise genellikle bastırılmaları karşısında öznel incinme duymayacakları şekilde yetiştirildikler
Öznel incinme düşüncesi, hem adaleti hem de özerkliği tehdit eden ahlaki istemler doğurmaktadır. Kadınların, kocalarının ve çocuklarının çıkarları ve tasarıları için kendi çıkarlarından ve tasarılarından özveride bulunması gerektiği düşüncesi, onların sömürülmesini haklı çıkarmak için kullanılan erkek egemen ideolojisinin bir parçasıdır. Özen ahlakının feminist bir ahlak olabilmesi için kadınların özenlerine değer vermesi yeterli değildir, aynı zamanda bu özen göstermenin kadınların özgürlüğüne ve eşitliğine mal olmaması gereklidir.
Eğer yetişkinler şu anda olduğunu gibi dünyaya gelmiş olsaydı, o zaman amaçlarımızdan sorumlu olduğumuz, sadece nesnel adaletsizliklerl
Sonuç olarak, adalet ve özen modelleri, farklı örneklerle geliştirilmiştir ve hiçbiri bir bütün olarak ahlaki sorumluluklarımı
Tolga Havva
Yorumla