Arkeoloji

Antik Turan Coğrafyasında Mitolojik Bir Kuş: Grifon

Eski dünyâ toplumlarının hayâl dünyâsında fantastik yaratıkların, özellikle kuşların çok önemli bir yer tuttuğunu ve hemen hemen her ulusun mitolojisinde bu tür karışık yaratıkların yer aldığını biliyoruz. Antik çağlardan yakın çağlara kadar pek çok farklı tiplerde ortaya çıkan ve kimi önemli ayrıntılarla kimi küçük nüanslarla birbirinden ayrılan bu canavarlar çeşitli toplumlarca farklı isimlerle anılmışlardır: Doğuda Farsların Hümay, Arapların Bulah dedikleri tayrü’d-devlet (devlet kuşu), yine İran mitolojisinin önemli öznelerinden olan Simurg, Babil mitolojisindeki Anzu, Sibirya’da Tomam, Çin efsânelerinde Yu-kiang, Tibet’te Khyung, Hint fantezi dünyâsında Garuda’dan tutun batıda, İrlanda’da Mog Ruith, yeni dünyâda, Maya mitoslarında yer alan Kiniş Kakmo gibi pek çok hayâlî yaratık, insan anlağının en ilginç yaratımları olarak renkli bir söylence skalasında kendilerine yer edinmişlerdir. Bunların başında da Grifon gelmektedir.

Figür, Yunanca’da gagası – veya pençelerine – gönderme yapılarak “kıvrık”, “kancalı” anlamındaki “gryphos” kelimesiyle ilintilendirilip eril bir ad olan “gryps” şeklinde isimlendirilmiştir. Pek çok farklı adlarla anılan yaratık, “kavramak”, “yakalamak” anlamındaki eski bir Hint – Avrupai fiil olan “grabh” ile bağıntılı olarak Latince’ye “gryphi/gryphes” biçimiyle geçmiştir. Sıfat olarak “eğrilmiş”,“eğilmiş” anlamlarının yanı sıra kartal burnu için de kullanılır.

Türk mitolojisinde kuşların önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Antik Ön Asya Grifonuyla İç Asya motifleri arasında benzerliklere işâret etmeden önce belirtmeliyiz ki, B. Ögel, “devlet kuşu” motifinin bir Ön Asya tesiri olduğunu ifâde etmiştir. Diğer yandan İrânî Hüma kuşu ile Umay arasında da bir ilişkiye değinmiştir. Ayrıca Garuda gibi Hint esatirine âit kuşlar da Türk sanatında temsil edilmiştir. Çoruhlu’ya göre Grifon ilim, irfan, tan ağarışı ve göğü temsilen ve yaygın olarak kartal başlı tipiyle kullanılmıştır. Kendisi, M.Ö. II. binyıla âit Shang devrinden koyun kürek kemiklerinde yırtıcı kuşların Gök Tanrı’nın simgeleri olduğu bilgisini de aktarır. Ön Asya ve Doğu Akdeniz havzasında da benzer göksel temsil gücüne sâhip olduğunu bildiğimiz Grifonun aynı bağlamda Asya’da da kullanılmış olması mümkün görünmektedir. İran, Hint ve Ön Asya motiflerinin bozkır sanatına ve inanışlarına temasları mümkün olduğuna göre evvela bu iki kültür havzasının, özellikle İran ve Ön Asya tesirinde gelişen Yunan sanatının Grifon bağlamındaki ilişkisine temas etmekte fayda vardır.

İç Asya’da Tagar ve Taştık Kültür çevrelerinde Grifonun sık kullanılan bir figür olduğunu biliyoruz. Özellikle bronz kama kabzalarında antitetik duran figürler Pers sanatında da British Museum’da örneğini gördüğümüz gibi, diademlerde karşımıza çıkmıştır. Grifonlarla ilgili en çok çeşidin Altay kurganlarında bulunması da Ön Asya kültürlerindeki “ölüm kuşu” anlayışına ve muhafızlık göreviyle bağlantılı öte dünyaya ilişkin sembolik çağrışımlara bizi yaklaştırmaktadır. Oktay özellikle Hun sanatına ilişkin değerlendirmelerinde, bizim de görmeyi umduğumuz İran ve Yunan etkilerine dâir düşünceleri aktarmıştır. Muhtemelen Türk sanatının kendi özgün uygulama ve tekniklerini bir kenara bırakırsak bu vahşî figürün İran-Akhaimenid tesiriyle öğrenilip aktarıldığını düşünmek mümkündür. Bahsi geçen Yunan etkileri de İran üzerinden bozkır sanatına yansımış olmalıdır.

İskit sanatının, özellikle sonraları Deşt-i Kıpçak olarak adlandırılan bölgenin Karadeniz kıyılarında, bilhassa Yunan kolonizasyonunun faaliyet havzası olarak nitelendireceğimiz Kırım’da, çok daha erken bir târihte, Grifon figürüyle tanıştığını söyleyebiliriz. Büyük Kolonizasyon zamanında İskitler Yunan kolonizatörlerin bölgeyi canlandıran ticârî faaliyetlerinden önemli ölçüde kâr ettiler. M.Ö. 5.-4. yy.’larda Kırım Boğazı etrafındaki kurganlardan çıkan buluntuların hiçbir dönemde olmadığı kadar çeşitli ve kaliteli olduğunu biliyoruz. Ayrıca bu dönemde Yunan sanatına âit unsurların bölgenin hayvan üslubuna göre ele alınmış malzemelerde de kendisini gösterdiğini, karşılıklı bir etkileşimin söz konusu olduğunu görüyoruz. Diğer yandan sanatsal etkileşimler hâricinde yazınsal bir gelenek de Grifonunizini bu sâhada sürmemizi kolaylaştırmaktadır. Yunan mitolojik anlatılarında Grifona dâir ilk örnek olan fakat elimize ulaşmayan en eski klâsik kaynak Aristeas’ın Arimaspea adlı eseridir ve aynı adla anılan mitolojik ülke, İskit ülkesidir. Aristeas M.Ö. 675 civârında merkezî Asyanın derinliklerine bir yolculuk yapmış ve Kafkasyanın doğusunda İskit göçebeleriyle en erken temâsı sağlamış olduğuna inanılan yarı efsânevî bir şâirdir. Eseri kayıp olmasına rağmen Antik Çağda oldukça tanınan ve ünlü bir eserdi. Herodotos kitabında Grifonlardan bahsettiği diğer bir pasajda ve sonrasında “doğumu bakımından en büyük yurttaşlar katından” saydığı bu Prokonnesoslu şâirin hayâtına dâir detaylar da verir. O, burada, Aristeas’ın Apollon’un öfkesinden kaçarak İssedonoslar’ın ülkesine sığındığını anlatıp bu ülkenin ötesinde tek gözlü Arimaspes ırkının ve daha ileride de kutsal altınlara bekçilik eden Grifonların yaşadığından söz eder. Hepsinin ötesinde, “denize çıkan yerde” ise Hyperbore ulusunun varlığına ilişkin bir rivâyet olduğunu ekler.

Böylece İskit dünyâsı karşımıza Grifonun vatanı olarak görülen coğrafyalardan birisi olarak da çıkmıştır. Çok daha sonraki Latin anlatılarında da bu inanışın korunduğunu görüyoruz. Ünlü Latin coğrafyacı Pomponius Mela da (İ.S. 1. yy.) Avrupa’nın İskit bölgeleriyle alâkalı olarak ve “altın koruyucu” rolüyle Grifona atıf yapar. Toprağı zengin olan bu bölgenin insanlar için yaşanabilir bir yer olmadığını zira, Grifonların topraktan çıkan altını şaşırtıcı bir şekilde sevip, koruduğunu ve ona göz dikecek olanlar için tehdit unsuru oluşturduğunu belirtir. Bu bölgedeki, Kolonizasyon çağından kalma önemli Yunan yerleşimleri de özellikle Grifon tasvirli sikkeleriyle tanınmaktadır. Antik kaynaklardan öğrendiğimize göre Herakleia’nın kolonisi olan Taurus Khersonesos’u, buradan gelen göçmenlerce İ.Ö. 5.yy.’ın sonunda iskân edilmiştir. Ksenophon tarafından da güzel ve gelişmiş olarak tanımlanmış, İskit ülkesinde olması dolayısıyla Hellen varlığına karşın bazı kaynaklarca bölge “barbar”ların elinde gösterilmiştir. İ.Ö. 4. yy. ila 2. yy. arasında otonom evre olarak adlandırılan dönemde sikkeler hacim ve tip olarak değişik varyasyonlar halinde darp edilmiştir. İ.Ö. 4. yy.’da Grifon gerek ön yüzde gerek arka yüzde betimlenmiştir. İ.Ö. 2. yy.’da ön yüzünde Athena’nın yer aldığı sikkelerde bir arka yüz tipi olarak karşımıza çıkmayı sürdürmüştür.

Kırım yarımadasının en doğusunda, Kimmer Boğazı’nın kıyısında İ.Ö. 7. – 6. yy’larda Miletoslular tarafından kurulmuş bir Yunan kolonisi olan Pantikapeion da Grifon betimli sikkeleriyle bilinmektedir. Kentte İ.Ö. 6. yy’ın ikinci yarısından itibaren gümüş, İ.Ö. 4. yy’dan itibaren de altın ve bronz sikkeler basılmıştır. Kentin sikkelerinde Pan portresi başta olmak üzere Poseidon ve Apollon gibi tanrıların portreleri de yer almıştır. İ.Ö. 4. yy’da kente ait sikkelerde ön yüzde Pan yer alırken arka yüzde ağzında mızrak tutan ve bir buğday başağının üzerinde hareket halinde resmedilmiş, boynuzlu, arslan vücutlu Grifon yer alır. Buğday başağı antik kayıtların belirttiği gibi bölgenin bereketli toprağına yapılan bir atıf olmalıdır. Yine İ.Ö. 4. yy. sikkeleri üzerinde protom olarak da kullanılan Grifon resminin altında bulunan Mersin Balığı da Herodotos’tan öğrendiğimize göre İskit ülkesinde, Borysthenes Irmağında (Dinyeper) bol miktarda tutulmaktaydı. Aynı şekilde Strabon da Karadeniz’de bu balığın avlandığından bahseder. Bölgenin kara ve deniz ürünleri açısından zengin oluşuna antik literatürün yer altı zenginlikleri açısından da değindiğini biliyoruz.

Hyperbore olarak adlandırılan bu bölgenin halkı Apollon’un hizmetçileri olarak bilinirdi ve sikkelerden büyük bir Apollon Tapınağının varlığı da teyid edilmektedir. Bazı araştırmacılara göre Teos ve Phokaia’da Grifonun sikke tipi olarak seçilmesinin nedeni Kimmer Bosphorus’u denilen bu günkü Kırım’la yürütülen ticarî ilişkilerdir. Bazı araştırmacılarsa bunun sebebini ticarete değil Apollon Hyperbore kültüne bağlarlar. Unutulmaması gereken nokta bu Anadolu şehirlerinde gerek sikke darbının gerek Grifon betimlerinin daha eskiye dayanmasıdır. Fakat Grifonlar hakkındaki tradisyon Anadolu’dan çok önce bu bölgede yayılmış olmalıydı. Muhtemelen bahsi geçen kült ve Grifon efsaneleri Herodotos’un da kaydettiği gibi bölge hakkında eser veren ve İ.Ö. 7. yy.’da buralara seyahat eden Aristeas’tan da önceye gitmektedir. Peki, Yunanlar’ın Grifonu İskit inanışlarından öğrenmiş olmaları mümkün müdür? Bu soruya çok net bir cevap verebiliriz, çünküYakın Doğu havzasının çok daha erken Grifon tasvirlerinin Yunan sanatına etki etmede öncül rolünü biliyoruz. Bu rol, Grifon söz konusu olduğunda da aynı kanalları izlemiştir. Bununla birlikte figürün evrensel rolü dışında yeni bir mitolojik anlatıyı Kırım ve kuzeyindeki, Yunanlar için bilinmezliklerle dolu bölge vâsıtasıyla kazandığı söylenebilir.

Yazar: Arkeolog Göktürk Ömer Çakır

(Daha fazla ayrıntı için Turan Dergisi 2013/21)