Tarih

Hunlarda Eğitim

Eğitim-öğretim kalem, kağıt, okul vb. dışında istenilen ve kullanılması mümkün her materyalle ve uygun olan her ortamda yapılabilmektedir. İslamiyet öncesi Türklerde eğitim, öğretim, okur yazarlık gibi meselelerin çözümü için öncelikle zihinlerimize işlenen bir takım olumsuz kavram kargaşalarından kurtulmamız gerekmektedir.  Eğitim hususunu, gözlerimizi karartan “göçebe” kavramını kaldırırsak çok daha iyi anlaşılabileceğini düşünmekteyiz. Türkler, hiçbir zaman göçebe olmamışlardır. Onlar, konar-göçer ya da göçer olarak adlandırabileceğimiz bir yaşam şeklini benimsemişlerdir. Dolayısıyla, yerleşik hayatta da bulunmuşlar, hatta birbirinden görkemli şehirler inşa etmişlerdir. Buradan, ilk yerleşik hayata geçenler Uygurlardır bilgisinin yanlış olduğu sonucuna da ulaşabilmekteyiz. Hunların da Ejder Şehri, İvolga, Bayanbulag gibi farklı farklı şehirleri bulunmaktadır. Yerleşikliğin ya da göçerliğin olduğu sistemli, düzenli her devlette eğitimin olması da mümkündür. İlk olarak, Türkler arasında eğitimin ailede başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Anne baba çocuklarına hayatta kalabilmeleri için gerekli her koşulu öğretmektedirler. Okçuluk, binicilik vb. Daha sonra, toplum arasında büyük saygı duyulan kamlar için de birer eğitmendir diyebilmekteyiz. Bir kamın yapması gerekenleri, yetiştirdiği kişiye öğretmektedir. Demircilik, dokumacılık, çiftçilik gibi meslek gruplarının yıllarca sürdürülebilmesi için de tüm bu işlerin yeni birilerine öğretilmesi gerekmektedir. Orhun ve çevresinde 1893 yılında keşfedilen abideler, Türk tarihinin seyrini önemli ölçüde değiştirmiştir. Bununla birlikte farklı dönemlere ait Türk dili ile yazılmış daha pek çok taş yazıt keşfedilmiştir. Türklerin taşlara bıraktıkları metinler, ilk tarih yazıcılıkları değildir, tam aksine onların son sözleri olmuştur. Abidelerden daha eski dönemlere tarihlendirilen pek çok materyal de kurganlardan bulunmuştur. Bu eserlerin Kök Türk harfleri ile yazılmış olmaları, ortak benzerliklerin başında yer almaktadır. Elde edilen bilgilere göre, Hunlarda yazı dolayısıyla eğitim öğretim görülmektedir. Tu-cüeler’in, Vu-Huanlar’ın ve H’in-Lo’ların, yazı kullanmayıp, çeltik ile işaretledikleri bilgisi aktarılmıştır..[1] Çeltiklerin sayılması için ise belirli düzeyde bilgi gerektirmektedir. Çeltiklerin toplanması, ortaya çıkan sonucun neye eş değer olduğu gibi anlamların belirlenmesi gerekmektedir. Vu-Cü’ler için ise yazı ile ilgili şu bilgiler günümüze ulaşmıştır: “On kulaçtan fazla büyüklükte ağaçtan yapılma büyük tabutları var, bunun içine bütün ailenin kemikleri konarak gömülür, ölülerin (ruhların) listesini de buraya koyarlar.”[2] Çin kaynaklarının aktardığı bu bilgiye göre ise  Vu-Cü’lerin atalar kültüne inançlarının yanı sıra onlar için bir liste dahi oluşturmuşlardır. Söz konusu liste, tamgalardan mı, runik harflerden mi yoksa çeşitli imgelerden mi oluştuğu konusunda yeterli bilgi verilmemiş ancak bunlardan hangisi olursa olsun, okuma yazma ile ilgili arkaik bir yapının halihazırda olageldiği anlaşılmaktadır. Türk oldukları anlaşılan bir başka Hun boyu da H’yen –Bi’ler’dir. Bunların arasından ayrılan Ko-bi-ninğ ler için; Çinlilerin onlarla birlikte yaşadıkları ve onlara yazıyı öğrettikleri bilinmektedir. Yazıya verilen önem, Hun döneminde karşımıza çıkmaktadır. Çinlilerden yazıyı öğrenme gereksinimi duymuş olmaları, onların verdikleri bu önemi gösterir niteliktedir.

H’uyung-nular’ın doğusunda Ding-lingler ile birlikte yaşayan bir başka Hun boyu da Cye-gular’dır. Cye-gular’ın devlet memuru olarak altı farklı derece olduğu Çin kaynakları tarafından aktarılmıştır. Bunlardan birisi de 15 baş arşivcinin olduğudur. Yazıları, Uygur Türklerinin yazıları ile benzerlik göstermektedir.[3] Arşiv ve arşivci kelimeleri üzerinde titizlikle durulması gerekmektedir. Söz konusu tarih ve coğrafya dikkate alındığında, Türklerin pekala okur-yazar oldukları üstelik bunu sistemli bir hale getirerek düzen tuttukları görülmektedir.

Hun Türkleri ile kuzey tarafından sınır komşusu olan Cü-şılar için de bir yazı ile ilgili bir takım bilgiler bulunmaktadır. Cü-şılar’ın Çince yazmayı bildikleri ancak bununla birlikte Hunca’da yazdıkları, hatta klasik olarak adlandırılan eserleri kendi dillerinde yani Hunca okudukları yine Çin kaynakları tarafından günümüze aktarılan bilgiler arasındadır.[4] Cü-şılar’ın bir kolu olan Hua-guolar için verilen şu bilgi ise hem tamgaların hem de alfabenin söz konusu coğrafyada yaygın ve yadsınamayacak derecede önem teşkil ettiğini doğrular niteliktedir. Hua-golar uluslararası ticaretlerinde, koyun derisinin üzerinde yazan “Hun” yazısından yararlanmışlardır.[5] MÖ 209 yılında Mao-tun (Mete Han), babasını öldürüp kendisini kağan ilan etmiştir. Bu büyük devrimin bir sembolü olarak, yüksek ihtimalle babası T’ou-man’dan (Teoman) kendisine kalan bir yüzüğün sahibi olmuştur. Yüzük, hükümdarlık alametlerinden birisidir.  Artık Mao-tun’un bu yüzüğe sahip olması kadar, yüzükte yazılanlar da dikkat çekmektedir. Yüzükte “Hun kağanının devlet mührü” yazmaktadır.[6] Bu bilgi, Hun Türkleri’nde yazının kullanıldığı ve önemini gösteren en erken tarihlendirmelerden biri olmakla birlikte, devlet sistemi konusunda da belli başlı hükümdarlık alametlerinin kullanıldığını ve devlet sisteminde verilen önemi de izah etmektedir. Egemenlik sembollerinden olan bayrak, asker, başkent kadar söz konusu yüzüğün de önemli olduğu bilinmektedir. Mao-tun’un M.Ö. 187 tarihinde Çin imparatoriçesine yazdığı bir mektubun varlığı bilinmektedir.[7] Söz konusu mektup, Çince ya da Hunca hangi dille yazılmış olursa olsun, iki seçenek de Hunların okur yazarlığını doğrular niteliktedir. Öyle ki Çince yazmış olması, Mao-tun’ un ikinci bir dili bildiği sonucunu çıkartabilir. Bunun dışında, Mao-tun, ele geçirdiği memleketlerin isimlerini de başka mektuplarda yazmıştır.[8] Bu bilgiler ile yazının haberleşmede kullanılacak kadar gelişmiş olduğunu görebilmekteyiz. Avrupa Hun Türkleri Attila’nın, Bizans elçisi ile yaptığı antlaşma esnasında, yanındaki bitikçiden bir tomar kağıt istemesi oldukça büyük önem taşımaktadır. Bu bir tomar kağıt üzerinde Attila’nın kaçaklar listesi yer almaktadır.[9] Bu, Attila’nın hem devlet düzenini, hem teşkilatlanmayı hem de çalışma konumuz nedeniyle yazının kullanıldığını göstermektedir.

Hunların başka bir hükümdarı olan Liu Yao’nun kumandanlarından olan Shih Lo,  319 yılında, sonraki Chao Devleti’ni kurmuştur.[10]  Son derece akıllı bir devlet adamı olan Shih Lo, devleti kurar kurmaz, ekonomi bakanlığı, hukuk bakanlığı, tarih bakanlığı gibi kurumlar kurmuş ve himayesinde yaşayan farklı etnikten insanları ortak kurallarla yönetebilmek için Hsin Hai Chih adında 5000 kelimeden oluşan bir kanunname yayınlamıştır.[11] Ayrıca, Shih Lo, kendi döneminde üniversiteler inşaa ettirmekle kalmamış, bu eğitim kurumlarını sık sık teftiş de etmiştir.

Bir diğer örneğimiz ise arkeologlar tarafından MÖ I. yüzyılın ilk yarısı olarak tarihlendirilmiş olan Taşeba Sarayı’dır.  Saray, günümüz Hakasya sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehrin merkezinde Hun devlet görevlilerinin kullandığı kanaati oluşan bir saraydır. Şehir ise geleneksel Hun Türkleri mimari yapısına uygun olarak inşa edildiği tespit edilmiştir.  Söz konusu sarayının kiremitlerinde dahi hiyeroglif yazının varlığı, kullanım alanlarının yaygın olduğunu göstermektedir.[12]

Türkler, savaşçı karakterlerine nazaran bir o kadar da eğlenceli ve sanatsal bir ruha da sahip olmuşlardır. Tonyukuk’un, abidesindeki üslubunun dışında, İslamiyet öncesi Türklerin şiir konusunda da oldukça başarılı oldukları bilinmektedir. MÖ 119 yılında, Hunlar Kansu’da yenilgisinden sonra, Çin kayıtlarına geçen şu dörtlük bunlardan yalnızca biridir.

“Yen-ki San’ı yitirdik.

Kadınlarımızın güzelliği artık kalmadı.

Ki-li yen dağlarını bıraktık.

Hayvanlarımıza artık bakılmayacak.”[13]

Bu dörtlük, Türklerin MÖ II. yüzyıl sanatlarına şiiri de dahil etmektedir. Bu açıdan oldukça önemlidir. Hunların başka şiirleri de Çin kaynaklarında yer almaktadır.

Dipnotlar

[1] W.Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları, Çeviren, Nimet Uluğtuğ, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996, Ankara, s.

[2] Eberhard, a.g.e., s.26.

[3] Eberhard, a.g.e.,s.69.

[4] Eberhard, a.g.e.,s.98.

[5] Eberhard, a.g.e.,s,100.

[6] N., Ishjamts, “Nomads in Eastern Central Asia”, UNESCO, 1996, P.149.

[7] Salim, Koca,  Büyük Hun Devleti, Türkler-İlkçağ, C. I,2006,Ankara, s.691.

[8] Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi I, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1981, Ankara, s.451.

[9] Priscus, Attila ve Bizans Tarihi,Çeviren, Turhan Kaçar, Alfa Yayınları, 2020, İstanbul,s.89.

[10] Tilla, Deniz, Baykuzu, Hunların Kayıp Kitapları ve Sutralar, Bilig Dergisi, 2008, sayı,44,ss.195-210.

[11] Baykuzu, a.g.e., s.196.

[12] İlyas, İbiş, İlyas, İbiş, Rus Arkeologların Araştırmalarına Göre Asya Hunlarında Şehir Ve Yerleşme, T.C. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı, Doç. Dr. Mustafa Gökçe, 2019, Muğla, s.82.

[13] Nurettin, Koç, İslamlıktan Önce Türk Dili ve Edebiyatı, İnkılap Yayınları, 2002, İstanbul, syf.208.

Esengül Argun

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...