Mezopotamya’da ilk siyasi mücadele toplayıcılar ile emekçiler arasında meydana geldi. Büyük ihtimalle bu kavganın nedeni ekonomik idi. İlk kavga, ilk savaşı meydana getirdi. Bu savaşın sonucunda galipler ortaya çıktı ve köleleşme dönemi başladı. Köleliğin insanlık tarihinde yer bulması, üretim ile birlikte oluştu.
“Kölelik ekonominin ara bir döneminde, insanın düşmanını öldürmesinin kendine kazandıracaklarını düşünmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Köleliğin doğması için ilkel bir savaşın galibinin bahtsız ve mutsuz düşmanının canını bağışlamayı kabul etmesi gerekmekte idi” (Maurice Lengelle “Kölelik”)
Böylece dünyada ilk siyasi oluşum köleleşmeyle birlikte başladı ve giderek şekillendi. Kölelik insanlık tarihi kadar eskidir. Eski çağdan başlayarak tüm devletlerde köleliğin var olduğu görülür. Hristiyanlıkta, Yahudilikte var olduğunu, hatta İslamiyet’te bile kaldırılmak yerine azat edilme yoluna gidilmiştir. Azad ile ilgili hem Kur’an-ı Kerim hem de Hz. Peygamberin Veda Hutbesi örnek olarak gösterilebilir. Kur’an-ı Kerim’de kölelik kavramı toplam 10 ayette geçmektedir. Bu ayetlerin temelinde azat etmek vardır. İslamiyet ile birlikte kölelik farklı bir unsura dönüşmüştür. Çünkü İslam dini insana önem veren bir dindir.
Tarihe iz bırakmış önemli devletlerin idari sistemine bakacak olursak, birbirlerine benzediklerini söyleyebiliriz. Bunun nedeni; sınırdaş, ticari, siyasi münasebetler vs. şeklinde açıklanabilir. Fakat sadece birbirlerine komşu olan devletlerin etkileşim içerisinde olduklarını düşünmek son derece yanlıştır. Bunun en önemli örneği Doğu’daki bir çok bilim adamının yaptıkları çalışmaların, Batı toplumunda son derece önemli bir yer tuttuğudur. Abbasiler devrindeki çeviri hareketleri de buna örnek olarak gösterilebilir. Pek çok Yunanca eser, Arapçaya tercüme edilmiştir. Dolayısıyla farklı coğrafyadan milletlerin bile bir etkileşim içerisinde olduğu muhakkaktır. Mehmet Fuad Köprülü hocamızın “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” adlı eserinden yola çıkarak, Osmanlı Devleti’nin Bizans Devletinden etkilenmediği yönünde konuşulur. Fakat hocamızın eserinde de bahsettiği gibi Osmanlı Devleti’nin bizatihi bir sistemi alıp uygulamadığı, var olan sistemi etkin hale getirip kurumsallaştırdığıdır. Dolayısıyla hem sınırdaş olup hem de meşhur payitahtı ele geçirip devam ettirdiğine göre bir etkileşim olduğu aşikârdır.
İslamiyet öncesi cahiliye dönemindeki birçok alışkanlıklar bile terk edilmemiştir. Misal asabiyet kavramı yani soy-akraba, bu sistem sayesinde İslamiyet farklı bölgelere yayılmıştır.
İslamiyet öncesi Türk devletlerinde var olan yazısız hukuk sistemi “töre” şuan bile varlığını hissettiğimiz bir sistemdir. Gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı Devletinde var olan örfi kanun, nesilden nesille bugüne kadar gelmiştir. Bundan yola çıkarak kölelik sisteminin her devlet içerisinde farklı kimlik kazanarak sistematik bir hal aldığını söyleyebiliriz. Gulam, Memluk ve Devşirme gibi sistemleri kölelik ile sınırlamak doğru değildir. Evet hepsinin oluşumunda bir maddi sonuç doğrultusunda olduğu görülse de, kölelik bu sistemlerden çok farklı bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Kölelikte tabiri caizse bir eşya gibi satın alınma temeline dayansa dahi, bu mumaileyh sistemlerdeki temel; devlet bünyesinde kalifiye elaman yetiştirmek olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla kölelik ile bahsi geçen sistemlerin tek farkının para sonucu olmasıdır.
Emevi Devleti ile birlikte başlayan mevali sistemi, Abbasiler ile birlikte farklı bir şekilde oluşmuş ve görevlileri üst mevkilere çıkarmıştır. Dolayısıyla Abbasi Devleti ile birlikte köleliğin fonksiyonunun değiştiğini söyleyebiliriz. Gerek İslam devletlerinde gerekse Türk İslam devletlerinde bu müessese farklı olarak ortaya konulmuş ve devletin en önemli unsuru olmuştur. Bunda Tabii ki Türklerin rolü büyüktür. Çünkü Türkler hizmet ettikleri devletlerin hem idari hem de askeri alanda zirveye ulaşmasını sağlamışlardır. Hal böyle olunca birçok devletin bünyesinde Türk devlet erkanı bulunmuştur. Dolayısıyla gulam, Memlük ve devşirme sisteminin devletin harici ve dahili unsurunun en önemli fonksiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Gulam, Memluk ve devşirme sistemin temeli; devlet bünyesinde görev yapmak üzere kalifiye elemanlar yetiştirmektir. Bu sistemler ile yetişen görevliler, gerek askeri gerekse idari alanlarda etkin rol oynamışlardır. İslamiyet’in yayılması ile birlikte Arap dışı Müslümanların sayısı hızla artmıştır. Bununla birlikte İslam ordusunda farklı ırktan askerler yer almıştır. Bu askerler ise genellikle Türk kökenli idi. Bunu nedeni Türklerin yetişmiş olduğu hayat tarzları onların savaşçı kimlik neden olmuştur. Dolayısıyla ortaçağ askeri sistemin en önemli unsuru Türklerden oluşmaktadır. Önceleri Türkler kendi kurdukları ordularda yabancı bir unsur bulundurmaz iken, zamanla sınırların genişlemesi ve kendilerine sadık bir devlet erkanı seçmek adına ordularında yabancı unsur bulundurmuşlardır. Gulam sistemi, Emeviler dönemi ile İslam tarihine yer tutmaya başlamıştır. Gulamlar satın alınmış köle gibi ifade edilse de askeri eğitim ile yetiştirildikten sonra maaşlı asker sınıfına yükselmişlerdir. Türkler hakkında bunun mümkün olmadığını ifade edebiliriz. Çünkü Türkler gulam adı altında devletin çeşitli mekanizmasında görev yapsalar da, bir süre sonra mevki olarak diğer ırklardan meydana gelmiş gulamlardan daha üst görevlerde bulunmuşlardır. Özellikle askeri alanda yapmış olduğu mücadele sonucunda bir gulamdan ziyade ücretli askerler olarak nitelendirmek mümkündür. Salt orduda değil, idari mekanizmanın da önemli fonksiyonları olmuştur. Emeviler, Abbasiler, Fatımiler, Eyyubiler, Endülüs Emeviler, Tahiriler, Samaniler, Gazneliler, Selçuklular, Türkiye Selçukluları ve Hindistan’da kurulan devletlerde de bu sistemin var olduğunu söyleyebiliriz. En son halini Memluk devletinde görmekteyiz. Memlük Devleti bunu devletin merkez sistemi olarak geliştirip, intikal etmiştir. Memlükler bir tür profesyonel askerdir. Eleme ve seçilme sonucunda Memlük kimliğini almışlardır. Herkes kolay kolay Memlük adını alamazdı. Bu şekilde devletin uzun ömürlü olmasını sağlamıştır. Küçük yaşlarda Hoca (tüccar) tarafından satın alınan çocuklar asker olarak yetiştirirlerdi. Bunların önemli özellikleri; Memlük dışından, beyaz olmak ve küçük yaşta olmaktır. Memlük sistemi kısa zamanda devletin hüküm sürdüğü bütün topraklara yayıldı. Ahmed b. Tolun Memlüklerin desteğini alarak Mısır’da ilk Müslüman-Türk devletini kurarken, akabinde Türk Memlükün oğlu olan Muhammed b. Tuğç İhşîdîler Devleti’ni tesis etti. Her iki sistemde İslam, Türk-İslam devletlerinde görülmektedir. Bu iki sistem dönem ve işleyiş bakımından birbirlerine benzer olsalar da, bir takım farkları olduğunu söyleyebiliriz. Gulam ve memluk sistemlerinin birbirinden ayıran en önemli özellikleri; gulamlar İranlı (Fars), Türk, Slav ve Berberi unsurlardan oluşur iken, Memlükler ise Kafkaslar’dan ve Türkistan bozkırlarından gelen Türk kavimlerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla Memlük sistemini bu noktada gulam sisteminden ayrılmaktadır. Devşirme sistemine gelecek olursak, Yıldırım Beyazıt zamanında kurulmuştur. Çocuklar arasında 14-18 yaş arasındaki çocuklar tercih edilirdi. Evli ve ailenin tek çocuğu olanlar alınmazdı. Kanun gereğince asil ailelerin çocukları tercih edilirdi. Devşirme usulü ile toplananlar arasında askerliğe elverişli olanlar önce Türk ailelerinin yanına verilerek Türkçeyi ve Türk örf ve adetlerini öğrenmeleri sağlandıktan sonra acemi ocağına alınıyordu. Burada belli bir süre eğitim gördükten sonra Yeniçeri ocağına kayıt oluyordu. Devşirme sisteminin temeli; padişahın devlet otoritesini iyi eğitim görmüş, kendine son derece sadık kimselere vermek istemesi ve özellikle daha merkeziyetçi bir devlet kurmak gayesidir. Çandarlı Halil’in gücünü kırmak adına Fatih Sultan Mehmed bu sistemi daha da geliştirmiştir. Önemli veziriazamlar bu sistemden gelmektedir. Gulam ve Memluk sisteminin benzer sistemler olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her ikisinde de hatta devşirme sistemini de dahil edersek, üçünde de ortak unsur iyi devlet erkanı yetiştirmektir. Devşirme sisteminde ise Hristiyan ailelerinin çocukları alınırdı. Bunun nedeni Osmanlı batıya dönük bir siyaset izledi ve Hristiyan topraklarını ele geçirerek onlarla temas halinde bulundu. Dolayısıyla oradaki zimmilere askerlik şartı uygulamak yerine, böyle bir sistemle hem kendi can ve mallarını güvence altına aldılar hem de çocuklarının iyi bir ortamda yetişmesine neden oldular.
Bu üç sistemde de, eski dönem kölelik sisteminin tek ortak noktasının para unsuru olduğunu, kölelik ile başlasada farklı zaman ve devletlerde sistematik bir hale gelip kurumsallaştığı ve böylece devlete yön veren önemli idarecilerin bu sistem bünyesinde yetiştiğini söyleyebiliriz. Eğer tarihi bir olaya bakıyor isek, o dönemin şartlarını da göz önünde tutmalıyız. Günümüzde herkes Amerika’da, Avrupa’da yaşamak ister. Bunun nedeni hayat şartlarının daha iyi olmasıdır. Gerek Ortaçağ gerekse Yeniçağ’da bu saydığımız devletler dünya siyaset ve tarihine yön verdiklerinden ötürü, bu sistemlerin insanların zorlayıcı bir unsuru olmadığı ve aksine gönüllü olarak yaptıkları kanaatindeyim.
KAYNAKÇA
Maurice Cornforth, “Tarihsel Materyalizm, Sarmal Yayınları İstanbul.
Maurice Lengelle “Kölelik”, İletişim Yayınları, ,İstanbul, 1993.
Bakara Suresi 177-178-221, Nisa Suresi 92, Maide Suresi 89, Tevbe Suresi 60, Nur Suresi 32, Şura Suresi 22,
Mücadele Suresi 3, Beled Suresi 12-13.
İbn Haldun “Mukaddime” Dergah Yayınları, İstanbul, 2008.
Yaşar Bedirhan. “İslamiyet Öncesi Türk Tarihi ve Kültürü”. İstanbul: Nobel Yayıncılık, 2008.
İbnü’l-Esîr, İslâm Tarihi (trc. Ahmed Ağırakça – Abdülkerim Özaydın), İstanbul 1986.
Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İlgi Kültür Sanat Yayınları İstanbul 1976.
Nizâmülmülk, “Siyâsetnâme”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009.
Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Bilge Kültür Sanat Yayınları, Ankara 1991.
Yavuz Ercan, “Devşirme Sorunu, Devşirmenin Anadolu ve Balkanlardaki Türkleşme ve İslamlaşmaya Etkisi”, TTK Belleten, L/198 (1986).
Mehmet Ali Ünal “ Osmanlı Müesseseleri Tarihi”, Isparta: Fakülte Kitapevi, 2019.
Yorumla