ARKEOLOJİ & TARİH Tarih

Tülay Metin ile Selçuklular Üzerine Röportaj

Röportaj: Hilal Ulukaya
Bilimdili ailesi olarak Röportaj serimizin dördüncü bölümünde Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi değerli Prof. Dr. Tülay METİN hocamız ile güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Keyifli Okumalar Dileriz!
  • Öncelikle Selçuklularda şehir yapısına değindiğiniz “Selçuklu Çağında Yaşamak” adlı kitabınız ışığında sorum ile başlamak istiyorum. Biliyoruz ki şehir bir milletin kimliğidir ve o milletin değerlerinin yansımasını oluşturur. Peki sizce Selçuklular şehirlerine nasıl bir kimlik yansıtmışlardır?

Türk tarihinde manası ve değeri büyük olan şehirlerin vasıflarıyla anıldığı bilinmektedir. Şehirlerin bir kimliği ve bir aidiyeti vardır. Şehirlere has bu aidiyet duygusunun Ortaçağ’da zirve yaptığı görülmektedir. Selçuklular zamanında bazı şehirler siyasî, ilmî, dinî, kültürel ve sosyal bakımdan kendine has birtakım belirgin hususlarla öne çıkmış ve önem kazanmıştır. Bu önem neticesinde anlam kazanan şehirlere isimlerinin dışında unvanlar verilmiştir. Şehirler üzerlerinde yaşattıkları değerler ve taşıdıkları misyon ile yeni kimliklere sahip olmuşlardır. İlmî ve ahlâkî meziyeti ile meşhur olmuş, mana ve değeri ile şöhreti yakalamış şehirlerin isminden ziyade unvanları ile anılır oldukları görülmektedir. Mesela “Kubbetû’l-İslâm” dendiğinde Belh, Merv ve Ahlat şehirleri aklımıza gelir. Bu şehirler Türk-İslâm medeniyeti dairesinde yer alan, ilmî faaliyetleri ile temayüz eden yerlerdir. Türkiye Selçuklu Devleti’nin başkenti olması sebebiyle Konya’ya “Dârü’l-Mûlk” unvanı verilmiştir. Yine Türkiye Selçuklu şehirlerinden olan Malatya, asalet ve üstünlük ifadesi olarak “Dârü’r-Rıf’a(t)” unvanını almıştır. Unvanlarıyla anılan daha pek çok şehir sayabiliriz.

  • Görkemli şehir yapıları, binalar tarih boyunca hep zenginliği ve gücü temsil etmiştir. Birçok köklü devlet bu güçten yaralanmıştır. Sizce Selçuklularda bu durum en ihtişamlı olarak ne zaman hissedilmiştir?

Büyük Selçuklu Devleti zamanında Sultan Melikşah’ın iktidarı siyasî güç, ekonomik refah ve kültürel başarıda zirveye ulaşıldığı dönemdir. Selçuklu vezirlerinden Nizâmülmülk, Siyasetname adlı eserinde sultanların vazifelerini belirtirken huzurun ve güvenin istikrarı için öncelikle ülkenin mamur hale getirilmesine dikkat çeker. Sultanın dünyayı nasıl imar etmesi gerektiğini ifade eden Nizâmülmülk, bu hususu ayrıntılı bir şekilde izah eder. Ona göre, sultan isminin ebedî kalmasını istiyorsa “dünyayı imar etmeye” başlamalıdır. Bununla ilgili yapılması gereken imar faaliyetleri şu şekilde sıralanmıştır: “Sultan yeraltından su yolları, kanallar açar, akarsular üstüne köprüler kurar, köyleri ve mezraları verimli kılar, hisarlar, yeni şehirler, yüksek binalar, güzel yerleşim merkezleri kurar, büyük yol ağızlarına ribâtlar (kervansaraylar) ve ilim öğrenecekler için medreseler yapılmasını emreder.” Medenîleşme ve kültür hayatında ilerlemenin ifade bulduğu şehir ve şehirleşmeye dair gelişmeler Türkiye Selçuklu Devletinin en parlak dönemleri olan I. Gıyâseddin Keyhüsrev, I. İzzeddin Keykavus ve I. Alâeddin Keykubad dönemlerinde görülmektedir. Özelikle Sultan I. Alâeddin Keykubad döneminde (1220-1237) Selçuklu şehirleri siyasî, askerî, ticarî ve demografik koşullara bağlı olarak büyümüştür. Selçuklu şehirlerindeki camiler, medreseler, darüşşifalar gibi daha pek çok yapı büyük bir ustalıkla yapılmış önemli kültürel zenginliklerdir. Konya, Kayseri, Erzurum, Malatya, Aksaray, Antalya, Alaiye (Alanya) ve daha başka şehirlerde Selçuklulardan günümüze kadar gelen binalar ve yapılar devletin gücünü, sanatta ve mimarîde ne kadar ileri olduğunu gösteren muhteşem eserlerdir.

  • Peki bir Selçuklu şehrinin kurulum ve yönetim aşamasında öncelikli olarak kimler, nasıl görev almıştır? Selçuklu şehrinin imar ve iskân aşaması ne şekilde ilerlemiştir?

Şehirlerin imar ve iskân politikası Selçuklu sultanları, melikleri, devlet adamları ve beyler eliyle yönetilmiştir. Şehirlere ilk olarak sübaşı, vali ve kadı gibi görevliler atanmıştır. Selçuklular ele geçirdikleri şehirlerde öncelikle iskâna önem vermişlerdir. Anadolu’da Bizans’tan intikal eden veya kendilerinin yeni kurdukları şehirlere Türk nüfus yerleştirilmiştir. Yerleşim yerinin adı Türkçeleştirilmiş veya yeni Türkçe isim verilmiştir. İdareciler tayin edilmiştir. Şehirde mevcut bulunan dinî yapı camiye çevrilerek ya da yeni cami yapılarak inşa faaliyetlerine başlanmıştır. Türk-İslâm dokusuna uygun bir şekilde yapılaşmaya gidilmiştir. Türk nüfus sosyal ve ekonomik hayatta büyük rol oynamaya başlamıştır. XII. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk nüfus Anadolu’da yerli nüfusun önüne geçmeye başlamıştır. Özellikle XIII. yüzyılın ilk yarısında Moğol baskısı nedeniyle Anadolu’ya yoğun bir Türk nüfus gelmiştir. Genellikle Bizans sınırlarına, uçlara yerleşen Türkmenler Anadolu’nun hızla Türkleşmesinde etkili olmuşlardır. Aynı zamanda Ahî teşkilâtı etrafında toplanan nüfus Anadolu’da sosyal, kültürel ve iktisadî yapıyı Türklerin lehine çevirmiştir.

  • Türkler Anadolu topraklarına geldiklerinde hem yeni şehirler kurmuşlar hem de Bizans ahalisinden kalan şehirleri yeniden imar ederek bir ruh kazandırmışlardır. Peki sizce Müslüman şehri ile gayrimüslim şehirleri arasındaki en önemli fark nedir?

Türkler Anadolu’ya geldiklerinde başlangıçta çoğunlukla kırsal alanlara ve Bizans döneminin kalelerine yerleşmişlerdir. Orta ve Doğu Anadolu’da Bizans şehirleri, şehir niteliğinden uzaklaşarak küçülmüş, gerilemiş, fakirleşmiş ve âdeta köyleşmeye yüz tutmuştu. Bizans kalelerinin çoğu sarp ve alanları küçük ve kasaba görünümündeydiler. Yeni kurulan Türk şehirlerinden bazıları eski yerleşim yerlerine bazıları ise oraya yakın başka bir mekânda kurulmuşlardır. Böylece Roma veya Bizans izlerinin neredeyse tamamen ortadan kalktığı Türk şehirleri ortaya çıkmıştır. Selçuklu şehirleri genel çizgileri itibarı ile Bizans şehirlerinden farklıdır. Bizans şehirleri Batılıların, etrafında sur, en yüksek tepesinde kale, ortasında büyük ibadet yeri ve bunun çevresinde çarşısı, pazarı ve meydanı bulunan kasaba şeklinde tarif edilen Ortaçağ Avrupa şehirlerine benzetilir. İskânın ibadet mekânı etrafında oluştuğunu söylemekle Müslüman Türk şehirleri için genelleme yapmış oluruz. Selçuklu şehirleri de ibadet merkezi, çarşısı, pazarı ile bir bütünlük sergilemektedir. Ancak Selçuklu şehrini oluşturan müesseseler Ortaçağ Avrupa şehirlerinden yapı ve işlev itibariyle farklılık gösterir. Camilerin şehrin merkezinde yer aldığı bilinmektedir. Fakat zamanla Selçuklu şehirlerinde dinî mekânların sur dışına taşmasıyla bunların etrafında yeni mahalleler ortaya çıkmıştır. Bu yeni bir şehir oluşumu değildir.

  • Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde 5 bin Rum köylüsü zoraki şekilde esir alınmış ve nüfusu azalmış Akşehir bölgesine yerleştirilmiş, vergiden muaf tutulmuştur. Sonraki yıllarda bu Rum köylülerinin Bizans yerine Selçukluları tercih ettiği biliniyor. Sizce vergi muafiyeti dışında Rum köylülerinin tavrını Selçuklu yönetiminin ve ekonomisinin etkilediği söylenebilir mi?

I. Gıyâseddin Keyhüsrev döneminde yaşanan bu olay Selçukluların yönetim zihniyetini gösteren güzel bir örnektir. Selçuklular hukuka riayet eden, inançlara ve farklı kültürlere saygılı bir siyaset takip etmişlerdir. Gayrimüslim halk dilini, dinini, kültürünü korumuş ve devam ettirmiştir. Onların huzur ve güvenlik içinde yaşamaları sağlanmıştır. Selçuklularda görülen bu adalet ve hoşgörüye dayanan yönetim anlayışının Osmanlılar vasıtasıyla devam ettirildiği bilinmektedir. Fethettikleri yerlerdeki gayrimüslimlere din hürriyeti tanınması, yerel idarecilerin halk üzerindeki baskıları (özellikle ekonomik) ve haksız uygulamalarına karşı adaletin sağlanması, suçluların cezalandırılması Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerini kolaylaştırdığı gibi geniş coğrafyalarda hüküm sürmelerini sağlamıştır. Selçuklu ülkesinde sosyal adalet ve dinî hürriyet neticesinde huzur ve güven ortamı oluşmuştur. Böylece halkın memnuniyetini kazanmayı başarabilmişlerdir. XII. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da yaşamış Bizans karşıtı bir kilise hukukçusu olan Theodore Balsamon, Frankların insan ruhunu tehdit ettiklerini söylerken, Türklerin ise insan ruhuna saygı duyduklarını belirtir. Bu nedenle Türklerin yönetiminde olmayı tercih ettiklerini de ilâve eder.

  • Bizlere verdiğiniz cevap ve görüşlerinizin her biri bizim için çok kıymetli. Son olarak röportajı bitirmeden önce eklemek istediğiniz, sizi örnek alan gençlere vermek istediğiniz tavsiyeniz varsa öğrenmek isteriz.

Öncelikle sizlere çok teşekkür ederim. Gençlerin tarihe olan merakını ve ilgisini görmek gerçekten beni çok memnun ediyor. Tarih geçmişi aydınlatırken geleceğe ışık tutar. Bunun için tarihçi önemli bir misyon üstlenir. Tarihçi metodolojiyi çok iyi bilmelidir. Tarihin öznesi insandır. İnsanoğlu ile ilgili her gelişme önemli bir hadisedir. İnsanların tüm faaliyetleri bu hadiseler içinde değerlendirilir. Tarihçi öncelikle hadiselerin özünü bilmelidir. Bir olay nasıl başlamış, nasıl gelişmiş, nasıl sonuçlanmış, olaylarda kimler etkili olmuş, kimler etkilenmiş bilinmelidir. Tarihçi sadece nakleden değil aynı zamanda iyi yorumcu olmalıdır. Tarihçi olayları yorumlarken sorumluluk almayı da bilmelidir. Tarihçi yazmadan önce çeşitli merhalelerden geçer. Öncelikle araştırma yapacağı konu hakkında malzemeleri toplar. Bu aşamada çok fazla belgeye rastlayabilir. Öncelikle bunları iyi tasnif etmesi gerekir. Toplanan belgelerdeki ifadeleri, rivayetleri iyi okumalı ve anlamlandırmalıdır. Tarihçi aklını, sağduyusunu ve hayal gücünü kullanabilmelidir. Ayrıca araştırma yapılan dönemin kaynaklarını okumak ve anlayabilmek için dil bilmek gerekir. Bununla birlikte tarihçi araştıracağı bölgeyi ve coğrafyayı çok iyi tanımalıdır. Mesela şehir tarihi çalışmalarında mekânı bizzat görmeden çalışma yapmak büyük eksikliktir. İncelenen döneme ait varsa yapılar ya da yapı kalıntıları önemli ipuçları verir. Gençler tarihi iyi okurken aynı zamanda dünyadaki gelişmeleri de iyi takip etmelidirler. Tarih şuurunun oluşturulması ve tarihî değerlerin korunması ve nesilden nesile aktarılması bilimle ve bilgiyle mümkündür. Bu görev ve sorumluluk büyük ölçüde tarihçilerin uhdesindedir. Bundan dolayı tarih ilminin sosyal bilimler arasındaki rolü çok büyüktür. Zira bir devletin bir milletin kimlik ve kültürünü koruyabilmesi ve ayakta durabilmesi tarih bilinci ile mümkündür.

İçerikler

bilimdili

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...