DÜŞÜNCE Edebiyat İncelemeleri TOPLUM

BİR DİSTOPYA HİKÂYESİ

Zayıf kırmızı bir ışığın aydınlattığı tünelin içinde hızlı adımlarla ilerleyen genç adam, tünelin son noktasına gelince durdu. Önündeki duvarda parlak renkli bir spreyle “Özgürlüğünü yitirmeye hazır ol” yazılmıştı. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Ardından başını yukarı kaldırıp yuvarlak çıkış kapağına baktı. İstemeyerek de olsa sağ yanında duran merdivene tırmanmaya başladı. Tünelin yuvarlak kapağını önce biraz kaldırdı, etrafta birilerinin dolaştığına dair belirti yoktu. Var gücüyle kapağı ileri ittirdi ve hızlıca dışarı çıktı. Ardından kapağı kapattı. Kapağın üstüne, zemine uygun toprak ve çim yapıştırılmıştı. Tünelin götürdüğü derin dünyada yaşayanlar girişi bulabilmek için kapağın yakınına dokunmabana çiçeği koymuşlardı.

Genç adam tünelden çıkınca elindeki çantayı yere bıraktı. Çantada bir yığın kablo, telefon ve daha başka elektronik cihazlar vardı. Telefonu cebine yerleştirdi, vücudunun orasından burasından çeşitli kablolar geçirdi. Bunları yaparken mutsuzluğu zayıf yüzünden okunabiliyordu. Beresini çıkarıp çantasına koydu. En son beyaz bir yüz maskesi çıkardı ve tekrar ayağa kalktı. İsteksiz adımlarla yola koyuldu.

Gencin yürüdüğü ormanın her tarafında elektronik tabelalar yer alıyordu. Tabelalarda her sektörden çeşitli reklam yazıları yer alıyordu. Ağaçlar kendilerini saran ledlerle sarılmıştı. Orman bu hâliyle bir zamanlar güzel olan ancak kötü yola düşünce abartılı makyaj yaparak tüm güzelliğini yitiren mutsuz bir kadını andırıyordu. Genç adam kendisini burada yabancı gibi değil de düşman gibi hissederdi. Şehre her gidişinde içini saran tedirginlik işte bu ormanın ona ve tüm insanlığa karşı düşmanlık duyduğu hissindendi. O ise tüm güzelliğine, yaşama hakkına yapılmış saldırılara rağmen bu ormana büyük saygı duyuyor, toprağa basarken onu incitmemeye çalışıyordu.

Ormanın bittiği yerde bir uçurum vardı. Uçurumdan şehre inen derme çatma köprünün yanına gelen genç adam durdu. Cebinden çıkardığı maskeyi yüzüne taktı. Maskenin ön kısmında son teknoloji ürünü ipince bir elektronik aparat vardı. Bu elektronik cihazın görevi güya insanın ruh hâlini sanal ifadelerle yansıtmaktı. Cihaz kablosuz bağlantı yoluyla kendisini takan kişinin telefonuna bağlanırdı. Bağlantı kurulur kurulmaz kullanıcının kulaklıklarından şu anons geçilirdi: “Sağlığınız için lütfen maske takınız. Alışveriş yapmadıkça kimseyle konuşmayınız ve kimseyle temas etmeyiniz. Unutmayın, önce sağlık.”

Genç adamın maskesinde yer alan cihaz mutsuz bir ifadeyi yansıtıyordu. Genç adam köprüyü kullanarak sisler ardında kalmış ve her tarafı betonlarla kaplı şehre geldi. Etrafta yeşillik adına sadece birkaç apartmanın önüne yerleştirilmiş yapay çiçekler vardı. Bu çiçekler sokaklara birer ofis görüntüsü katıyordu. Şehre geldiğinde ilk girdiği sokaklar bomboştu. Şehrin bu derin sessizliği de görüntüsü kadar onu rahatsız ederdi. Yaşlıların anlattığı, sokaklarda yaşayan kediler, köpekler, ara sıra görülen fareler yoktu. Teknoloji şirketleri, tüm bu canlıların yokluğunu aratmayacak sağlıklı imkânlar geliştirmişti. Ekosistem, büyük alışveriş yurtlarını yöneten özverili patronların gayretleri sayesinde tekno – ekosistem şekline evrilmeye devam ediyordu. Aynı patronların büyük gayretleri, çocukları sokaklardan uzak tutmayı başarmış ve elektronik dadılar sayesinde güvende yetişmeleri sağlanmıştı.

İnsanların tek tük hızlı adımlarla yürüdüğü sokaklara geldi. Hemen herkes aşırı kiloluydu ve insanlar nefes nefese yürüyorlardı. Her birinin yüzünde elektronik ifadeler yansıtan sağlık maskesi vardı. Kimi mutlu, kimi mutsuz, kimi sinirli, kimi kaygısız görünüyordu. Hepsinin neredeyse vücudunun her yerini saran kablolara dolandığı görülüyordu. Genç adam bu kişilere neredeyse iğrenerek bakardı. Neyse ki insanlar ne zaman birbirlerine yaklaşıp konuşacak, temas edecek olsalar kulaklıklardan anons devreye girerdi: “Karşınızdaki kişiyle tehlikeli mesafede duruyorsunuz. Risk altındasınız. Kişinin kilosu… boyu… olarak algılandı. Bugün … adım yol yürüdüğü verisi tarafımıza aktarıldı. Risk altındasınız. Derhal güvenli mesafeye geçiniz ve mümkünse konuşmayınız. Aksi takdirde konumunuz Bioworld Sağlık Departmanı ve Rahatınız İçin güvenlik şirketine bildirilecektir.”

Genç adam hızlı adımlarla yürümeye devam etti. İçinden, “Zaten hiçbirinizle konuşmaya meraklı değilim. Benden uzak durun, iradem bana yeter” diyordu. Üstündeki cihazlardan yasa gereği kullanmak zorunda olmadığı hiçbir şeyi çalıştırmamıştı. Hava soğuktu ve sisliydi. İçi yine kasvetle dolmuştu. Ne var ki o, her türlü duyguyu yaşamak istiyordu. İradesini ayakta tutan, ruhunu özgür kılan onun inancına göre buydu. İçini kasvet bastığı zaman anlık bir rahatlama geliyordu çünkü duygularını, değerlerini korumak onun için çok önemliydi. Üzülmüyorsa, ağlamıyorsa, kaygılanmıyorsa, sıkılmıyorsa yaşamıyor demekti. O zaman işte bu zavallı yaşayan ölülere benzerdi. Bir an vücuduna titreme geldi, bu düşüncelerden uzaklaşmaya çalıştı.

Alışveriş yapmaya giderken “Konfor” isimli mağazanın önünde dururdu. Hemen her mağaza, market, fabrika gibi buranın da bir çalışanı yoktu. Her şey bilgisayarlar aracılığıyla hâllediliyordu. Bir bilgisayarın önüne geldi, kulaklıklarını çıkarıp bilgisayarın kulaklıklarını takarak bağlantıyı sağladı. 1 dakikalık haber metni düşük kaliteye sahip görüntüler eşliğinde verilmeye başladı:

“Uluslararası Tüketici İnsanlık Örgütü tarafından AVM’lerin kutsal mekân sayılmasının 60. yılı, sosyal medyada büyük bir coşkuyla kutlandı. Ünlü içerik üreticisi Q – Side785, sosyal medyada düzenlediği canlı yayında, ünlü şarkıcı Singe W2X’e evlenme teklif etti. “Seni bu anlamlı günde, kişisel hesabımızı ortak hesap hâline getirmeye davet ediyorum. Yeni güncellemeyle birlikte artık yılda üç defa bir araya gelebileceğiz. Ee… Yılda üç günümü senden iyi, senden güzel hangi kullanıcıya verebilirim ki?’ diyen Q – Side785…”

Haber aktarımı durdu. Genç adamın maskesine kayıtsız bir ifade yansıdı. Yine kayda değer bir şey yoktu. Yine dünyanın herhangi bir yerinden tek bir kişi bile sokağa çıkmamış, yine tek bir kişi bile olan bitene isyan etmemişti. Aslında diğer haberlere bakmamıştı. Acaba diğer haberlerde bir şey var mıydı? Bilgisayarın haber aktarımına devam etmesi için gerekli kullanıcı adını girmek istedi: “Arsan Dolay”. Bilgisayar bu kullanıcı adını tanımadı. Arsan’ın maskesine bu kez sinirli bir ifade yansıdı. Bu sefer, “Y255098QMNL8” kullanıcı adını girdi. Bilgisayar ekranına yansıyan bilgi her zamanki gibiydi: “Bu kullanıcı kısıtlanmıştır. Haftalık alışveriş hakkını kullanır kullanmaz yaşamayı tercih ettiği ilkel tünele geri dönmesi tavsiye edilmektedir. Aksi takdirde kullanıcı hakkında yasal işlem uygulanacaktır.”

Arsan iyice sinirlendi. İçinden insanlığın sanallaşmış dünyasına lanet ederek bilgisayar mağazasının önünden uzaklaştı. Hızlı adımlarla yürümeye devam etti. AVM’nin önüne geldi. Bu kez üstünde çalıştırması zorunlu olan olmayan tüm cihazları çalıştırdı. Güvenli bölgeye gelince bir robot kendisine yaklaştı.

  • Lütfen bu mesafede kalınız. Tarama yapılıyor… Kısıtlı kullanıcı. Güvenli. Tüm cihazlar etkin. İlkel adınızı söyler misiniz?

  • Arsan Dolay.

  • Arsan Dolay, alışverişinizi tamamlamak için 3 saatiniz var. Siz teknolojinin nimetlerini reddetseniz o size refah sunmaya devam edecektir. Eğer yaşam şeklinizi değiştirmek isterseniz İnsanlık İçin Konfor şirketine başvurunuz. Keyifli alışverişler.

Arsan Dolay içeri girince AVM’nin içinde yoğun şekilde yankılanan insan sesleri duymaya başladı. Her zamanki gibi rahatsız olmuştu. Kahkahalar, ağlamalar, küfürler, sevişme sesleri… Tuhaf, saçma hareketler… Bütün bunlar samimiyetsiz şeylerdi, hepsi sosyal medya için yapılıyordu. Bunların karşılığında insanlar tıklanma sayısına göre sanal parayla maaş alıyorlardı. Gelir dağılımındaki eşitsizlik ise işadamlarının en bilgelerine göre dünya kurulalı beri vardı. İnsanlar deli gibi sosyal medya kullanıyorlar ve onlar beğendikçe, paylaştıkça, birbirlerine küfürlü yorumlar yaptıkça, her yaştan insan çıplak bedenini paylaştıkça işadamları kazanıyordu. Bunlar aynı zamanda dijital vergi sayılıyordu. Vergi kotasını dolduran kullanıcılara üç günlüğüne mavi tık veriliyordu ki bu eski bir gelenek olduğundan büyük bir onurdu. Yaşlıların anlattığı eski kutsal mekânlardaki derin sessizliğin aksine burada büyük bir gürültü vardı. Bir yanda ilk telefonunu alan çocuğuyla kutlama yapan anne babanın gururla bakan gözleriyle karşılaşıyordu. Diğer yana döndüğünde sanal gözlüklerini takıp birbirlerini görmek istediği şekilde gören çiftleri görüyordu.

Arsan kendisi gibilere tanınan kotasıyla alışveriş yaptı. Bu kota, Arsan gibilerin yani ilkellerin, işadamlarının lütfuna mazhar olduğunu gösteriyordu. Bu bir lütuftu çünkü büyük şirketlerin sabit bilgilendirmesine – aslında iddiasına – göre onlar ilkel yaşamı seçmişler, biyo – teknolojik devrimi reddederek insanlığa zarar vermişlerdi. Tünel insanlarına alışveriş kotası sağlamayı ihmal etmeyen işadamları, onların da bir gün teknolojinin nimetlerinden faydalanacağına inanıyorlardı.

Arsan, kendisine düşman olmasına rağmen içten bir sevgi aynı zamanda acıma duygusu taşıdığı ormandan geçerek tekrar tünele geldi. Dokunmabeni çiçeğine dokunmak istiyor ama ona da saygı duyuyordu. Dokunulmasını istemiyorsa dokunmak doğru değildi. Bu güzel çiçeği seyrettikten sonra tünelin kapağını açtı. Tünel insanlarının yalnız tünelde yaşadığı bilinirdi ama tünellerin yerleri bilinmezdi. Aslında teknolojik imkânlar bunu tespit etmeye yeterdi. İşadamları ise zaten istediklerini elde etmiş oldukları için bunu önemsemiyorlardı. Kullanıcılar ve işçiler olmak üzere ikiye ayrılmış insanlık ise birçok duygu gibi merak etmeyi, bir şeye ilgi duymayı çoktan unutmuştu. Arsan Dolay kapağı açtı ve içeri girdi.

Tünelin içinde ilerleyen Dolay, tüm elektronik cihazları çıkarmış ve çantasına koymuştu. Az sonra oldukça yaşlı olan dedesi, kardeşiyle birlikte yanına gelmiş ve alışveriş torbalarını almışlardı. Dolay, dedesine büyük saygı duyar ve onu çok severdi. Onun anlattıklarına bayılır, sürekli not alırdı. Yorgunluğunu attıktan sonra kendi bölmesine girdi. Çalışma masasının başına oturdu ve notlardan birini okumaya başladı:

“Küreselleşme, asırlar boyu doğal bir şekilde gerçekleşmekteydi. Bunun önüne geçmek mümkün değildi. Teknoloji artan bir hızla gelişiyordu. Bunun da önüne geçilemezdi. Teknoloji geliştikçe felsefe ve ahlâk değerleri de değişiyordu. Teknoloji geliştikçe mesafeler kısalıyor, mesela Japonya ve İran birbirine sanki komşu oluyordu. Artık hemen her millet teknolojinin sayesinde bilgisini artırıyordu. Başta her şey çok güzeldi. Sosyal bir varlık olan insan, yavaş yavaş gerçekliği sanallığa teslim etmeye başladı. Küreselleşme ise birtakım zenginlerin, birtakım güç odaklarının diline dolanmıştı.

İnsanlık, doğal bir şekilde gelişen küreselleşmeyle yapay küreselleşmeyi ayırt edemedi. Kültür, dil, fikir alışverişlerinden zenginleşerek çıkan insanlık, büyük zenginlerin inanılmaz boyuttaki para ve güç hırsıyla karşılaştı. Büyük zenginler kendi sivil toplumlarını yarattılar. Fikirsizliği fikir, değersizliği değer, ahlâksızlığı ahlâk, yozluğu kültür olarak dayattılar. 21. yy başlarında uluslararası salgın ortaya çıktı. İnsanlık çoğu yerde zorunlu olarak maske takmaya başlamış, sosyal mesafe önemli hâle gelmişti. Derken salgın yapay müdahalelerle uzattıkça uzatıldı, insan ve toplum değişmeye başladı. Evlere kapanan insanlar teknolojinin nimetleriyle adeta hipnoz oldular. Tükettiler… tükettiler… Hafızalarını yitirdiler ve hafızasını yitiren bir insan en bariz yalanlara bile inanırdı. Sosyal medya herhangi bir değeri savunan, iyi davranışları sergileyen veya teşvik edenlerin linç edildiği bir yer hâline geldi. Bilgi çağından bilgi kirliliği çağına geçildi ama kimse fark etmedi. Haber başlıklarıyla, kırpılmış ifadelerle insanlar ve topluluklar linç edilmeye başlandı. İnsanın duyguları, samimiyeti, iyi niyeti görünmez sanal bir vakum tarafından emildi.

Her görüşe körü körüne inanç aşılandı. İnsanlar birbirlerinden nefret eder hâle gelince sosyal mesafe artmaya başladı. Şirketler devletlerin yerine uzun süredir göz koyuyordu.

Evlat… Tüketmeye gelince herkes tüketir. İnsanın farkı bilinçli üretim, bilinçli tüketimdi. İnsan, sanatçıydı. Üretmeyi bıraktırdılar. Teknoloji hayatlara o kadar hakim olmaya başladı ki yetenekler yitirildi. Enstrümanlar bile sadece bilgisayarlardan çalınır oldu. Ucuz müzikler, anlamsız sözlere sahip şarkılar… Gerçek sanatçıların kaşının altında gözü var diye gözü çıkarıldı! Onları da linç edip ülkelerinden kovdular. Her şey çığrından çıktı gitti ve işte bugünün çılgın tüketim yığınları oluştu. İnsanlığın zararına işler yapmayı reddeden bilim insanları, işadamlarıyla anlaştılar. İşadamları kendilerine çalışan bilim insanlarıyla yeni dünyayı inşa etmeye devam ederlerken biz de hep beraber tüneller kurmaya karar verdik.

Bir gün bu tünelden son kez çıkacağız ve çıkışımızın üstünden çok geçmeden tamamen bağımsız ve mağlup edilemez yapay zekâyla donanmış makineler tarafından imha edileceğiz. Dışarıdaki yığınlar çoktan yok edilmiş olacak. Ne o? Çok mu karamsar geldi sana bunlar? Merak etme… Var olmak gibi yok olmak da kaçınılmazdır. Bu evren hep bir yaşam üretir ve sonra o yaşamı tüketir. İnsanlığın, en yakın yıldıza gidip kendini kurtaracak yaşamı kurabilecek kadar ömrü kaldı mı? Sanmam… Biz; ormanlara, hayvanlara, havaya, suya tecavüz etmeden öleceğiz. Bizi biz yapan özgürlüğümüzle öleceğiz. Seçimimiz yanlış olabilir ama biz bunu kendi irademizle, kendi aklımızla seçtik.

İşte böyle Arsancığım… Unutma ki kafasının içinde özgür olmayan bir kimse cennet bahçesinde olsa özgür değildir. Kafasının içinde özgür olan bir kimse hapiste olsa özgürdür. Özgürlüğün ne olduğunu anla, kıymetini bil.”

Arsan son cümleleri okudu ve yatağına yattı. Her zaman yaptığı gibi tünelden son kez çıkmayı ama yok olmayı değil eskisi gibi özgür toplumlar doğuracak bir savaşa girmeyi hayal ederek uykuya daldı.

Yusufhan GÜZELSOY

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yusufhan Güzelsoy

Manisa Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Öğrencisi

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...