Dil Edebiyat İncelemeleri Sosyoloji TOPLUM Yaşam

Erzurum’dan Bir Masal Derlemesi: Kilit

Masalın derlendiği yer olan köy, eski adıyla: Kiska; Erzurum ili, Tortum Ilçesi’ne baǧlı bir köydür. Köy, ilçe merkezine 32 km. Erzurum il merkezine 80km. uzaklıktadır. Kiska, köyün eskiden kullanılan adı olup bugün yalnızca idari kurumlarca kullanılan adı Şenyurt’tur. Ama Kiska adı bugün hala halk arasında söylenmektedir. Ne yazık ki Türkçeleştirme adı altında köylerin Türkçe olan adları kaldırılmış, bunun yerine bölgeyle hiç ilgisi olmayan adlar konulmuştur. Bunun örneklerinden biri de Kiska’dır. Saka Türklerinin, Oğuzların, Kıpçakların yurdu olan bu köyün yerli ahalisi bugün de Türk ve Müslümandır.Bir varmış bir yokmuş, dünyada masal çokmuş. Bu masalın adı da kilitmiş. Zamanın birinde kızlarıyla birlikte yaşayan yaşlı bir adam varmış.  Bu adamın  karısı da yıllar önce ölmüş. Adam da tüm ömrünü kızları için çalışıp çabalamakla geçirirmiş. Ama hayat pahalı, bir türlü kazandığını yetiremezmiş. Bu kadar sıkıntıyı çeken adam da sürekli bu derdinden yakınırmış. Aman işte “ben bu evi nasıl geçindireyim, zavallı kızlarımın da hepsi evlenecek çağa geldi ama elde yok avuçta yok nasıl çıkayım bu işin içinden” diye söylenirmiş.

Yine günlerden bir gün bu adam canı sıkkın bir şekilde gezmeye başlamış, gezerken de bir ara yorulduğunu hissedip bir duvarın dibine oturmuş ve derinden bir “of” çekmiş. Adam, “of” çeker çekmez nereden peyda olduğunu anlayamadığı bir aksakallı dedeyi karşısında görmüş. Adam şaşkın dede şaşkınmış. Dede sormuş: “Hayrola kardeş beni neden çağırdın?” Adamın hayreti büsbütün artmış, kekeleye kekeleye “Ben sizi çağırmadım, vallahi ben sizi çağırmadım” demiş. Dede ise ısrarla “Yok, sen beni çağırdın, ben çağrılmadan gelmem” diye tutturmuş. Adam da dediğinden dönmemiş “Yok, ben sizi çağırmadım” demiş ve merakına yenik düşüp sormuş: “seni çağırdığımı nereden çıkardın?” Bu sefer dede açıklamaya başlamış: “sen bu duvarın dibine geldin çöktün ve “of” dedin. Benim adım da “Of” olduğu için sen böyle deyince beni çağırdın sandım” demiş. Merak edip şimdi de dede sormuş: “Gelip buraya oturunca çok derin bir of dedin ben hiç böyle derin bir of çekildiğini duymamıştım. Hayırdır böyle derince çekilmiş olan bu of ’un sebebi ne ola?” Adam da “ben of çekmeyeyim de kim çeksin, dünya kadar sıkıntım var benim” deyince dede tekrar merak edip sormuş: “Hayırdır ne sıkıntın var?” Bu sefer adam başındaki sıkıntıları tek tek dedeye anlatmış. Sözün özü: ”Kız çok, para yok” demiş. “Çık çıkabilirsen işin içinden, ben bu kızlarımı nasıl büyütüp  besleyip  evlendireyim” deyince dede: “Haydi kalk sizin eve gidelim” demiş ve adam da dedenin bu samimi isteğini geri çevirmeyerek dedeyi almış kendi evine götürmüş.

Dede konak olarak adamın evine gelmiş. Gelmiş ama daha kapıdan içeri girer girmez adamın kızlarını gören dedenin ağzı açıkta kalmış. Çünkü bu adamın her bir kızı adeta ayın on dördü gibiymiş. Ama o kızların içinde de öyle bir kız varmış ki “Aya sen çıkma ben çıkayım, güne sen doğma ben doğayım” dercesine bir güzellikteymiş.

Dede ile adam oturmuş hoş beş sohbete başlamışlar. Ama dedenin aklı o güzel kızda kalmış ve en sonunda dayanamayıp adama: “Sen şu kızını bana ver.” demiş. Adam şaşırmış ve: “ Dede sen bu yaşta kızı ne yapacaksın?” diye sormuş. Dede de yanlış anlaşıldığını fark edip hemen düzelterek: “Yok oğul,  kızını bana eş olarak değil kız olarak ver. Zaten senin durumun güç, geçimin zor; senin sofrandan bir boğaz eksilteyim. Merak etme benim durumum çok iyi, kızın hiç zorluk çekmez.” demiş. Adam ilk başta olmaz dese de dedenin ısrarı üzerine yumuşamış. Bu sefer dede bir şart koymuş:   “Sen  kızının   iyi   yerde   durmasını,   iyi   yetişmesini   istiyorsan   kızı bana

verdikten sonra onu yok bileceksin. Ziyarete gelmek falan yok.” Adam epey düşünmüş ve nihayet bir karar vermiş: “Kızım burada kalsa çok zorlanacak, sararıp solacak. Ama dedenin demesine göre gideceği yer çok iyi bir yer orada elbette rahat eder. Bu yokluk içinde bizim üzümüz gülmedi bari kızımın yüzü gülsün, ben onu görmemeye razıyım.” şeklinde içinden geçirmiş ve nihayetinde kızı dedeye vermiş.

Dede kızı baba evinden alıp bir yere getirmiş. Ancak bu yerde ne in ne de cin varmış. İşin tuhafı bu yerde kızın her türlü ihtiyacı da kendiliğinden yerine gelirmiş. Akşamları ise dede kızın yanına gelip ona bir bardak su verirmiş. Kız, bu suyu içtikten sonra ancak ertesi sabaha kendine gelirmiş. Böylece aradan epey bir zaman geçmiş.

Yine etrafta kimsecikler yokmuş, yine kızın  her  ihtiyacı  kendiliğinden  hallolurmuş, yine dede ona her akşam olduğu gibi bir bardak su verirmiş. Nihayetinde kız, sürekli aynı yaşam içinde olmaktan, hiç kimseyle görüşmeden yaşamını sürdürmekten sıkılmış ve artık duramaz bir hale gelmiş. Akşamdan akşama gördüğü tek insan olan dedeye yalvarmaya başlamış: “Ne olur dede, ben buradan çok sıkıldım. Beni babamın evine götür. Hiç olmazsa uzaktan göreyim onları lütfen.” Dede ise kızın bu yalvarmaları karşısında hiç cevap vermeden oradan çıkıp bir padişahın yanına gidermiş. Meğer dede, bu padişahın hizmetçisiymiş, kızı da bu padişaha eş olarak getirmiş. Bu padişah ise periler padişahıymış. Tabi kızın hiçbir şeyden haberi yok, peri padişahına eş olarak getirildiğini bilmez. Perilerde de bir kural varmış: peri padişahının karısının padişahtan çocuğu olana dek kadın padişahın varlığını bilemezmiş. Yasaymış bu; kız, oğlanı görmeyecek. Meğer dedenin kıza içirdiği su da kızı uyuturmuş. İşte bu zaman peri padişah ortaya çıkar ve gelip karısının yanına yatar, kız uyanmadan da kalkıp gidermiş.

Dede kızın yanından çıkıp padişahın yanına geldiği her vakit kızın isteklerini padişaha aktarırmış. Padişah ise her seferinde “olmaz” dermiş. Kız, dedeye ısrar ettikçe dede de gelip padişaha ısrar edermiş. Sonunda padişah, dedeye: “Gitmesine benim gönlüm yok ama sen götürmekte kararlıysan onu bir an bile yalnız bırakmamak şartıyla götürebilirsin.” diye şart koşmuş.

Dede, kızın bu yakınmalarına gönlü razı olmamış, nihayetinde dede dayanamayarak padişahın şartı ile kızı babasının evine götürmüş. Sevinçten kız da ailesi de adeta bayram etmiş. Kız ailesiyle ailesi kızlarıyla hasret gidermişler. Bir ara kızın kardeşleri fırsat bularak onu dededen ayırmış ve kızı soru yağmuruna tutmaya başlamışlar: “Anlatsana, nasıl bir yerde yaşıyorsun? Kimler var yaşadığın yerde? Orada ne ile meşgul oluyorsun?…” Kız da onların bu sorularına şaşırmış gibi “Hiç, hiç kimseyi gördüğüm yok. Her ihtiyacım kendiliğinden halloluyor. Akşamdan  akşama ise dede bana bir bardak su getirir ben, onu içer ve yatarım. Orada hayatım hep bu şekilde.” diye orada yaşadıklarını kardeşlerine anlatıvermiş. Şeytanlık bu ya, kızın kardeşleri onun aklını çelerek “Sen de o zaman o suyu içme. İçtim de dök bir yere sonra içmiş gibi tekrar yat. Uyuma, bak ki ne oluyor.” Tabii bunları işitince kız da merak etmeye başlamış: “Acaba suyu içmesem ne olacak.” Neyse hoş beş ayrılık vakti gelmiş ayrılmışlar. Dede ile kız, doğru yaşadıkları yere gelmişler.

Kız heyecanlı, akşamı dört gözle beklemiş. Sonunda akşam olmuş, yine dede gelmiş, yine kıza bir bardak suyu vermiş. Kız, fırsat gözleyip suyu bir yere dökmüş, sonra da içtim diye boş bardağı dedeye vermiş ve yerine yatmış. Kız, ayık kalmak için ara sıra kendi etini sıkarmış.

Vakit gece yarısı olmuştu ki kızın odasından bir erkek güzeli girmesin mi? Kız, bu güzellik karşısında adeta küçük dilini yutmuş ama gene de ayık olduğunu sezdirmemeye çalışmış. Padişah ise kızın yattığı yere gelmiş ve birden dedeye seslenmiş: “Dede, bu kız uyumuyor!” dede itiraz etmiş: “ Yok padişahım suyu verdim içti yattı.” Dese de padişah içindeki şüpheyi atamamış ve kızın uyumadığını ortaya çıkarmadığını ortaya çıkarmak için kızın etini sıktı, ısırdı. Ancak kız,  kendini sıkarak hiç kımıldamadı. Sonra nasıl oldu bilinmez, oğlan uykuya daldı; ama kız ayık. Oğlanın uyumasını fırsat bilen kız, merak içinde kalkmış mumu yakmış. Oğlanı anadan üryan haliyle seyre dalmış.

Kız, oğlanı kendinden geçmiş bir halde seyrederken birden kızın gözüne bir şey çarpmış: oğlanın tam göbeğinin üstünde bir kilit, ucunda da bir anahtar. Kız, merak dolu gözlerle oğlana iyice sokulmuş ve anahtarı çevirip kilidi açmış. Açmış ki ne açsın, bir büyük kapı. Kız, bu kapıdan içeri girmiş ki burada herkesin işi başından aşkın, herkes bir şeyle meşgul. Kimi bir beşik yapıyor kimi çeyiz hazırlıyor kimi de düğüne çalgı hazırlıyor. Kız, merakla oradakilere sormuş: “Bunlar nedir, ne yapıyorsunuz?” “Padişahımızın bir çocuğu olacak ona beşik yapıyorum”, “Padişahımızın düğünü yakındır onun için uğraşıyorum.” gibi cevapların ardı arkası yokmuş. Bu sefer kız sormuş: “Ne düğünü, kime düğün oluyor?” Oradakilerden biri cevap vermiş: “Padişahımız çocuğu olana dek karısına hiç görünmeyecek, kural bu. Ne zaman ki padişahın bir çocuğu olur, o zaman padişah, eşine kendini gösterir ve kırk gün kırk gece toyları tutulur. Yani asıl, çocuk doğduktan sonra evlenilecek. İşte şimdi de padişahın eşi gebe, düğün yaklaştı, bu hazırlık da onlar için.” Kız bunları duyunca hem kulaklarına inanamamış hem de sevinçten çıldıracak hale gelmiş. İçinden, “demek ben padişahla evliymişim. Üstelik yakında da bir çocuğumuz olacakmış…” demiş.

Kız, sevinç içinde geldiği yoldan geri dönmüş, büyük kapıdan çıkmış ve odasına gelmiş. Padişahın göbeğindeki kilidi kapayayım derken yanlışlıkla padişahın etini kilide sıkıştırmış. Acılar içinde padişah uyanmış ki kız, başında ayık bekliyor. Padişah ateş püskürmüş. Hemen dedeyi çağırmış: “Dede, çabuk gel! Bu kızı nereden bulduysan  tekrar  oraya  koy,  ben  böyle  biriyle  evlenmek  istemem.”  Dede,  kızın bir

cahillik yaptığını anlatmaya çalışsa da padişahı kararından döndürememiş. Dede, kızı alıp doğruca dede ile kızın babasının ilk karşılaştıkları duvarın dibine kızı bırakmış ve “kızım ben seni çok güzel bir yere gelin edecektim,  ama  sen  sabredemedin.  Kendi elinle kendin düştün.” demiş ve geri gitmiş.

Kızın da karnı burnunda. Üstelik gecenin bir yarısı. Kız kalkmış korka korka ilerlemeye başlamış. Gele gele büyük kanatlı kapısı olan bir köşke gelmişti ki kız artık yorgunluğa dayanamayıp oracıkta bayılıvermiş. Kızı bu halde gören köşkün hizmetçileri hemen kızı alıp içeri taşımışlar. Meğer bu köşk, kimin köşküymüş? Peri padişahının kız kardeşinin köşkü. Tabii, kız bilerek buraya gelmemiş, rastlantı ile gelmiş. Köşkün hanımı, peri padişahının kardeşi, sormuş: “Ne oldu kızım, bu halin nedir?” kız da kocasının onu dışarı attığını söylemiş. Köşkün hanımı da tabii kızın, kendi kardeşinden bahsettiğinden habersiz, “o nasıl bir vicdansız ki seni böyle bu halde dışarı atmış. Duramamış mı ki bari sabah ola.” demiş.

Neyse, masalda zaman çabuk geçer. Kız nihayet sancı çekmiş ve bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiş. Ama çocuğu, köşkün hanımı görünce gözleri birden fal taşı gibi açılıvermiş. Niye? Çünkü bu oğlanın göbeğinin ucunda da bir kilit varmış. Meğer göbekte kilidin bulunması bunların aileye mahsus bir  özellikmiş.  Hemen anlamış  ki bu kızı bu hale getiren kendi kardeşidir. Köşkün hanımı hemen bu aklından geçeni kızla paylaşmış. Almış bu kızı çok güzel ağırlamış. Sonra kıza demiş ki: “benim kardeşim senede bir sefer beni ziyarete gelir, o zaman ben ondan bunun acısını çıkarırım.” Kız merakla, “ peki, geldiğini nasıl anlarsın?” diye sorunca köşkü hanımı, “kardeşimin geleceği günlere yakın güller açar. Ben de anlarım ki kardeşim gelir.” demiş, sonra aklında kurguladığını bu kıza anlatmaya başlamış: “Bak şimdi, kardeşim gelince her şeyden evvel bir bardak su ister. O suyu ona senin sunmanı istiyorum. Ama seni öyle süsleyeceğim ki tanıyamayacak. O suyu da çok değerli bir bardakta sunacaksın. Sunarken de kazara olmuş gibi bardağı düşürüp kıracaksın. Ben de sana “dur bak, o bardağın hıncını senden çıkarmaz mıyım? Sen o bardağı nasıl kırdıysan ben de senin kaburgalarını kıracağım.” derim.

Neyse, günlerden bir gün güller açılmaya başlayınca hanım anlamış ki kardeşinin geleceği günler yakındır.  Almış bu kızı süslemiş püslemiş, takmış takıştırmış; nihayet kızı güzelliğine  güzellik katarak tanınmayacak hale  getirmiş. Hanımın kardeşi gelmiş. Âdeti üzere bir bardak su istemiş. Hanım da kıza hizmetçisiymiş gibi seslenerek isteği ona iletmiş. Kız suyu sunacağı sırada anlaşmış oldukları gibi bardağı düşürüp kırmış. Hanım hemen başlamış sinirlenmeye: “Bana bak, sen o bardağı nasıl kırarsın? Sen, o bardağı nasıl kırdıysan ben de senin kaburgalarını tek tek kıracağım.” Diye yalandan azarlayıp kızı odadan kovmuş. Padişah birden şaşırmış, kız kardeşine dönmüş: “Sen ne diyorsun, bir bardak için kaburga mı kırılır?” demiş.  Hanım akıllı, bak şimdi işi nereye getirecek. “Yok,  o bardak çok değerliydi. Ben de onun kaburgalarını kıracağım.” demiş. Padişahın aklı kızda kalarak dönmüş evine. Bu sefer padişah, kızın akıbetini merak edip senesi dolmadan gitmeye karar vermiş. Güllerin açılmaya başladığını fark eden hanım, kardeşinin aklının bu kızda kaldığını anlamış. Onlar hemen başlamışlar yufka açıp kurutmaya. Yufkaları kurutup üst üste koymuşlar. Hanım başlamış aklındakini kıza anlatmaya: “kardeşim, evden içeri girince sen bu kurumuş yufkaların üzerine yatacaksın. O, içeri girer girmez de kurumuş yufkaların üzerinde inleyerek o yana bu yana döneceksin. Öyle ki kardeşim o sesin yufkalardan değil de senin kaburgalarından geliyor sansın.”

Padişah gelmiş. Kapıyı kardeşi açmış. Padişah hemen merak ettiği o kızın akıbetini sormuş. Hanım da: “kaburgalarını kırdım, içeri de yatıyor.” deyince padişah duyduğuna inanamamış, hemen koşarak içeri girmiş ki ne girsin. Kız içeride kaburgaları çatırdayarak inim inim inliyor. Padişah öfkeyle kardeşine dönmüş: “Sen  ne kadar vicdansız biriymişsin ki bir bardak için zavallı kızı bu hale getirdin. Daha ben senin evine adım atmam.” deyince hanım, kardeşinin kolundan tutarak, “ne kadar merhametsiz olsam da senin kadar merhametsiz olamam ya. Sen gecenin bir yarısı karnı burnunda karını dışarı atarsın da ben bir bardak için şu kızın kaburgalarını kırmışım çok mu?” Padişah kardeşinin bu olaydan nasıl haberdar olduğunu sormuş. O da her şeyi tek tek açıklayıp çocuğu da gösterince padişah yaptığına pişman olmuş. Orada karısıyla barışmışlar. Kırk gün kırk gece toy düğün tutulmuş. Onlar da işte böyle muratlarına ermişler.

 

MASALIN EPİZOTLARI

  1. Fakir bir adam duvarın dibinde “of” der ve karşısına adı Of olan bir dede çıkar.
  2. Dede adamın küçük kızını, peri padişahına kimse bilmeksizin eş olarak

götürür.

  1. Kız gittiǧi yerde kimseyi görmez. Gün geçtikçe canı sıkılır ve dedeyi onu evine ziyarete götürmesi için ikna
  2. Evine giden kız, kardeşlerinin aklına uyarak dedenin ona her gün içirdiği suyu içmez ve peri padişahını görür.
  3. Padişah, kızın ayık olduğunu fark edince gebe olan bu kızı kapı dışarı

eder.

  1. Kız, peri padişahının kız kardeşinin köşküne gelir ve çocuğunu doğurur.
  2. Köşkün hanımı, kızla anlaşarak peri padişahını yaptığı işten pişman

ettirirler.

Kaynak Kişiler

 Adı: Sevilay Soyadı: Albayrak,

Doğum Yeri: Şenyurt

Doğum Tarihi: 10.11.1981 (Bu tarih kimliğine yanlış yazılmıştır. Anlatıcının gerçek yaşı daha büyüktür.)

Baba Adı: Fahri

Ana Adı: Ezine

Kaynağı: Derlediğimiz hikâyeyi annesinden duymuştur.

Semih İpek

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...