Sosyoloji

A. Yılmaz Soyyer ile Bektaşilik ve Din Sosyolojisi Üzerine Bir Söyleşi

1960 yılının 7 Mart’ında Konya Ereğli’de doğdu. Erken gençlik diyebileceğimiz 13-14 yaşlarında kitabı keşfetti. 25 bin nüfuslu bir ilçede bulunan halk kütüphanesinde, dünya klasikleriyle tanıştı.

Bu arada lisede edebiyat derslerinde eski Türk şiiri onu iliklerine kadar sardı. Eski şiirin kavram ve anlam dünyâsını öğrenerek iyi bir şâir olmak için gittiği ilahiyat fakültesinden sosyolojiye sevdalı bir bilim insanı adayı olarak mezun oldu. Önce Osmanlı arşivinde dört yıl çalıştı. Fakültede öğrendiği orta derecede Arapça ve Farsça Osmanlı arşivinde çok işine yarayacaktı. Arşivi bırakıp akademik hayata geçmesiyle de bu bilgi birikimi onun hep arkasında oldu. Araştırma görevlisi olarak gittiği Şanlıurfa’da doktora tezi olarak nasibine Kısas isimli bir Çelebi Bektaşî köyü düştü.

Şöyle bir bakayım belki bir şeyler çıkar diye gittiği bu muhitin renkliliği ve ilginçliği onu hâlâ bırakmadı ve çeyrek yüzyıldır bütün bir çalışma dünyasını Bektaşîlik kaplamış durumdadır. Yazları Osmanlı arşivine, bu defa araştırmacı olarak postu serdi, Süleymaniye kütüphanesinin müdavimleri arasına girdi, her şeyden önemlisi İstanbul’daki Bektaşî mezar taşlarını okurken türlü tuhaflıklarla karşılaştı. Bu sayede iyi bir Bektaşî yazmaları (fotoğraf olarak) ve mezar taşı fotoğrafları arşivine sahiptir.

1990’lara doğru, Seyran Yayınları Soyyer’in doktora tezini “Sosyolojik Açıdan Alevi-Bektaşî Geleneği” adıyla yayınladı. Daha sonra “Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedi Nuri” adlı çalışması Kubbealtı Neşriyatça basıldı. 2005’te “19. Yüzyıl’da Bektaşîlik” Akademi Yayınlarınca yayınlandı. Bilâhare romanlar faslı başladı. “Çerağlar Uyanırken” Doğan Kitap’tan çıktı. Uzun bir aradan sonra Post Yayın hem “Çerağlar Uyanırken”i hem de yeni roman “Semah Aşka Doğrudur”u okuyucuya sundu. Son romanı “Mevlevî” de Post yayınca neşir olundu. “Şu Bizim Bektaşiler ise POST Yayınca basılan son ilmi çalışmasıdır.

İlk şiirinin TÖRE dergisinde yayınlanışından tam 40 yıl sonra POST Yayın bir şiir kitabının, “Çifte Vav’ın İzinde”nin altına imza attı. En son olarak 30 senelik Bektaşilik tecrübelerini aktardığı “HÜNKÂR, Ansiklopedik Bektaşîlik Sözlüğü” yine POST yayın tarafından yayınlandı.

-Hocam Ruşen Çakır gazeteci olduğu halde Türkiye’nin en mühim din sosyoloğu sayılmaktadır, sebebi nedir bunun?

-Başarılı bir din sosyoloğu olmak için sosyoloğun kendi inançlarını paranteze alması lazımdır. Bu Türkiye gibi bir şark ülkesinde çok zordur. Zorluk iki vechelidir: İlki incelediğiniz olay veya olguya karşı nesnel davranmak ki bu iyi yetişmiş bir din sosyoloğu için mümkündür; ikincisi ise kendi mahallesinde hayatını sürdürebilmek için onlar yaptığı çalışmaların sonuçlarını izah edebilmek. Bu yüzden de bir inanç içerisinde de yer alan din sosyologları hep “karşı mahalle”yi çalışmışlardır.

-Siz de Alevilik çalıştınız; bu bağlamda mı değerlendirmek lazım?

-Kısman… Ben Bektaşilik çalıştım, çoğunlukla da 19. yüzyıl Bektaşiliği. Burada kendi mahallemden çok fazla tepki aldığım söylenemez ama Bektaşilik çalışmalarından başka bir çalışmaya mesela Sünni gelenekte ahlak algısı gibi bir sosyolojik değerlendirmeye girmek beni ürkütür. Çünkü din sosyolojisinin değerlendirmeleri can yakar. Çalışma alanınızdaki deneklerin önüne “siz aslında busunuz” değerlendirmesini koymak onların derinden sarsılmasına sebep olur. Bu yüzden de karşı mahalleden diyeceğimiz Ruşen Çakır, Tayfun Atay, Şerif Mardin, Nilüfer Göle gibi isimler bu konularda başarılı olabilmektedirler.

-Siz Bektaşilik çalışırken karşı mahalleden tepki aldınız mı?

-Elbette aldım ama doğuş ve gençlik dönemim itibariyle o mahalleden olmadığım için bu durum fazla etkili olmadı. Biliyorsunuz ben çalışmalarımı bazen romanlarla da ortaya koydum. Bir ara Maraş olaylarının romanını yazmak istedim ve Alevi kökenli bir Marksist arkadaştan bilgi ve belge istedim bana verdiği cevap “sen bu konuda tarafsız olamazsın” oldu.

-Bu bağlamda yeni bir çalışmanız var mı?

-Yeni bir çalışma düşüncem var ama cesaretim yok. İnanç ahlak ilişkisi günümüzde mutlaka çalışılması gereken bir konu; elbette bunu çalışırken de hipotezim “din ahlakı belirlememektedir” olacaktır. Buyurun çalışın da göreyim, en yakınlarınızdan çok büyük tepkiler alacaksınızdır. Öncelikle din kavramında anlaşamayacaksınızdır. Çünkü sosyoloji tahsil etmemiş bir kişi için din Kur’andır, İncildir, Tevrattır; bizim için din Müslüman, Hristiyan ve Musevi toplumdaki dinle ilgi anlayıştır. Doğrusu da budur. Eğer siz Kuranda yaşayan din asıldır, toplumdaki değil derseniz kutsal metinlerin yaşanamaz, tecrübe edilemez olduğunu söylemiş olursunuz. Çünkü kutsal metinlerdeki tanımlara uygun tecrübeler sergileyen tek tek fertler gösterebilirsiniz; en azından ben böyle bir topluluk görmedim.

-Böyle çalışmalarda ateistler daha mı şanslı?

-Ateizm şans mıdır bilmem, ben ateist değilim sadece dindar -ya da dinli- insanların bu inançlarını yani sübjektif derinliklerini nasıl tecrübe ettiklerini anlamaya çalışan biriyim. Elbette bu deneklerin içerisinde kendim de varım; bilhassa sosyolog kimliğini derunileştirmeden önceki “ben” bana muazzam malzemeler sunmaktadır. Bütün insanların o derinliklerindeki “ben”i anlayabilmeleri için biraz sosyologca düşünmeleri gereklidir.

-Tarafsız mı olmalılar?

-Hayır objektif olmalılar.

-İkisi arasında fark var mı?

  • Olmaz mı? Tarafsızlık iki taraf arasına girmemektir, objektiflik ise obje/nesne ne ise, neyi kapsıyor neleri dışarda kalıyorsa ortaya koyabilmektir. Bir devlet iki devletin savaşında tarafsız kalabilir ama bu hangisi haklıdır sorusunun cevabı değildir. Haklı olanı belirlemek objektiflikle olur.

-Bu söylediklerinize göre dinli bir sosyolog kendi inancını çalışamayacak mıdır?

-Cesur bir sosyolog çalışabilir ama kitap hacminde böyle bir konuyu çalışabilecek dinli, hele hele dindar bir sosyoloğun çalışma ihtimali olmaz kanaatindeyim.

-Yani bütün inançlar kendilerini karşı tarafın ya da ateist sosyologların değerlendirmeleriyle mi tanıyacaklar?

-Maalesef öyle, Sünni dünyanın “içimizden niçin bir Şerif Mardin çıkmıyor?” sorusunun cevabı da bu çerçevede verilebilir. Bir dinli sosyoloğun çıkması için evvelemirde aforoz olmayacağından emin olması gerekir. Mesela feysbuk yazılarımda bu hususta çok kapsamsız değerlendirmelerde bulunduğumda bile samimiyetinden ve ahlakından emin olduğum dostlarım yazdıklarıma karşı “yanlış anlaşılıyorsun” demek zorunda kalıyorlar. Bu bence “mahalle seni yanlış anlıyor aforoz edileceksin” demektir. Değerlendirme çok doğru çünkü mahalle inançlarının en mükemmel olduğunu, kendilerinin en seçkin en ahlaklı ve en…. falan olduklarını söylememi bekliyor. Alışkanlıkları çerçevesinde haklılar da; ilahiyat tahsili yapmış biri bunu yapmak zorundadır.

-Siz de ilahiyat fakültesine bunun için mi gittiniz?

-Hayır ben şair olmak için gittim; farsça, arapça öğrenip klasik dönem şairlerini anlamak istiyordum ama çevrem o zamandan itibaren benden hep bir propagandist olmamı bekledi. En sık duyduğum tavsiyeler “dinimizi iyi öğren de şu oryantalist kafalılara ders ver” olmuştur. Şu an ise ben de -onlarca- o oryantalist kafalılardan biri oldum zannederim.

-Peki, artık yine Bektaşilik çalışmaya devam mı edeceksiniz?

-Öyle görünüyor, bu saha dikensiz gül bahçesi benim için. Öğrencilik yıllarında düşüncelerine değer verdiğim bir ağabeyim bana sık sık “sen peygamber misin, insanları ıslah için mi gönderildin?” derdi. Haklıydı, hâlâ da haklı… Bir de şu var: Hangi konuyla bilim hayatına başlamışsanız sizden hep o konuda eserler bekleniyor. Aynı zamanda içlerinden çıktığım ve hâlâ mahallelerinde oturduğum sünni kesim benim çalışma şevkimi kırdı. İnsanlar aynaya bakmaktan hoşlanmıyorlar. Sosyolog ise toplumun aynasıdır, kendi mahalleme ayna tutamayacağım ortada ben de Bektaşileri yazmaya devam edeyim diyorum.

-Çok ümitsizsiniz

-Hayır değilim, bizim torunlarımız bu işi yapacaklar. Bizim yani bugün beni aforoz edenlerin torunları ninelerine dedelerine ayna tutacaklar. Onlar da bana söylediklerini onlara söyleyemeyecek. Bir fıkra vardır. Bir imam vaazda kadınların mini etek giymesinin dine aykırı olduğunu anlatıyormuş. Cemaatten biri “hocam sizin torun da giyiyor” deyince “Ama yakışıyor ona” demiş. Mesele biraz da bu, kendi duygusal çevresinde olanlar gerçekliği yazdıklarında “ama bizimki doğru söylüyor” diyecekler.

Yılmaz Soyyer

1960 yılının 7 martında Konya Ereğli’de doğdu. Erken gençlik diyebileceğimiz 13-14 yaşlarında kitabı keşfetti. 25 bin nüfuslu bir ilçede bulunan halk kütüphanesinde, dünya klasikleriyle tanıştı. Bu arada lisede edebiyat derslerinde eski Türk şiiri onu iliklerine kadar sardı. Eski şiirin kavram ve anlam dünyâsını öğrenerek iyi bir şâir olmak için gittiği Ankara İlahiyat Fakültesi’nden sosyolojiye sevdalı bir bilim insanı adayı olarak mezun oldu. Önce Osmanlı arşivinde dört yıl çalıştı. Fakültede öğrendiği orta derecede Arapça ve Farsça Osmanlı arşivinde çok işine yaradı. Akademik hayata geçmesiyle de bu bilgi birikimi onun hep arkasında oldu. Araştırma görevlisi olarak gittiği Şanlıurfa’da doktora tezi olarak Kısas isimli bir Çelebi Bektaşî köyünü çalıştı. Yazları Osmanlı arşivine, bu defa araştırmacı olarak postu serdi, Süleymaniye kütüphanesinin müdavimleri arasına girdi, her şeyden önemlisi İstanbul’daki Bektaşî mezar taşlarını okurken türlü tuhaflıklarla karşılaştı. Bu sayede iyi bir Bektaşî yazmaları (fotoğraf olarak) ve mezar taşı fotoğrafları arşivine sahiptir.
1990’lara doğru, Seyran Yayınları Soyyer’in doktora tezini “Sosyolojik Açıdan Alevi-Bektaşî Geleneği” adıyla yayınladı. Daha sonra “Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedi Nuri” adlı çalışması Kubbealtı Neşriyatça basıldı. 2005’te “19. Yüzyıl’da Bektaşîlik” Akademi Yayınlarınca yayınlandı. 2005 yılında Isparta’da Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Uluslararası Bektaşîlik ve Alevîlik Sempozyumu’nu düzenleyen üç kişilik heyet içinde yer aldı. 2020 tarihinde Türk Ocağı İstanbul Şubesi ve UNESCO’nun bünyesinde Uluslararası Hacı Bektaş Velî ve Takipçileri Sempozyumu’nun Akademik koordinatörlüğünü yaptı.
“Çerağlar Uyanırken” Doğan Kitap’tan çıktı. Uzun bir aradan sonra Post Yayın hem “Çerağlar Uyanırken”i hem de yeni roman “Semah Aşka Doğrudur”u okuyucuya sundu. Son romanı “Mevlevî” de Post yayınca neşir olundu. “Şu Bizim Bektaşiler ise Post Yayınca basılan son ilmi çalışmasıdır. İlk şiirinin TÖRE dergisinde yayınlanışından tam 40 yıl sonra Post Yayın bir şiir kitabının, “Çifte Vav’ın İzinde”nin altına imza attı. En son olarak 30 senelik Bektaşilik tecrübelerini aktardığı “HÜNKÂR, Ansiklopedik Bektaşîlik Sözlüğü” yine Post yayın tarafından yayınlandı. 

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...