Sosyoloji TOPLUM Yaşam

Tanrı’nın Kurt Olduğu Dönemler: Bir Şair Apolojisi

Tanrı’nın kurt olduğu dönemler

Alegori mi? Hakikat mı?

Amirhan Balkıbek[1]

Beklenmedik fikirler her zaman eleştirilir. Hatta cezaya çekilebilir. Dediklerimize delil olarak, sert şekilde donup kalan dini dogmalara karşı keşifleri için cehaletin yaygın olduğu orta çağlarda ateşe yakılan, kiliselerden uzaklaştırılan Giordano Bruno veya Galileo Galilei gibilerin çileli yaşamlarından örnek verebiliriz. Fakat arada birkaç yüzyıl geçtikten sonra sonunda başardılar ve kazandılar. Kilise, din kendilerinin mağlup olduklarını kabul ederler. Bütün halktan acımasızlıkları için özür dilediler. Orta dönemlerdeki gerçekleri arayıp tüm güçlerini harcayan bilim adamlarının peşinden mum alarak kovalayan Şark’çılar hala kendi hataları yüzünden kendilerine gelemiyorlar. Muhammed (s.a.s.) “Hatta Çin’de olsa bile okumaya çaba gösterin, neden, çünkü okumak her müslümanın farzıdır” adlı ünlü hadis-i şerif-ini çiğneyen İslam dünyası ise Batı kültürünün tekmesinin altındadır.

İşte, senin söylemek istediğin fikir de böyle sabit anlayışın “kafasını yarıp, gözünü çıkarırmış gibi durumdadır”. Bu keşfin “Türklük Kurt totemi ve yahudi Tanrısının kökeni birdir” denilen neticeyle sonuçlanır. Evet, böyle yeniliğe, keşfe muhteşem, kaliteli fikirleri duymak böyle dursun, bizzat kendin ve aklının yerinde olup olmadığı şüphe yaratır. Halk sana bir lafla “Deli” diyecekler. Belki dalga geçecekler. Boş ver, geçsinler fakat sen kendi yenliğinin gerçek olduğuna inanırsın. İnanmayıp da ne yaparsın!..

Türk halkları kendilerini Kurt-Ana soyundan gelmişiz diye biliyorlar. Ama bu fikir asla Hüda veya Tanrı derecesine kadar yükseltmemiştir. Türkler dişi kurt ile çocuğun bir araya gelmesiyle nesil ürettiğini, kutsal sınır sahibi Yaradan’ın bir mücizesi olarak görürler.

Eski Mısır inançları ile sonradan Hint-İran ve semit dinlerinin başında duran hem de yeryüzündeki ilk monoteizm din sayılan Tanrıcılık neden Kurt toteminin gölgesinde kalmadı? Türklerde önce neden Tanrı, sonra Kurt akla gelir? Bu sorulara tanrıcılığın kökeni derinleride olduğunu birkaç yüzyıllık derin tarihin oluşuyla cevap verebiliriz. İşin ilginç yanı Tanrı ve Kurt totemini karıştırarak eski Türk halklarını puta tapan diyenler de vardır. Dedelerini aptal saymak ve efsanenin kökünden gerçekleri tanıyamamak cahil kuşakları böyle ters yola götürürler. Asıl konu böyle papazların Kurt miti ile toteminin hangi dönem ve tarihlerinde ortaya çıktığını bilmemesidir. Tabi ki, bilmeyen zehir içer. Bizim fikre göre, kurt totemi, göçebe Tanrısı iki nehir arası (Fırat ve Dicle) ile kutsal sayılan Nil kenarında eski Mısır ile eski semit halklarının kendilerini tanıdıktan bayağı sonra yahudilerin tek Tanrısıyla (yehova) aynı anda, evet evet, aynı anda dünyaya gelmişti. Bu dediklerimizin kuru kuru konuşma olmaması için Türk kurt mitini bizzat konuşturalım.

Eskiden gelen esfaneye göre, komşu düşman kabileleri,  bir ulus halkı beklendmedik anda saldırır ve imha etmişler. Katliama maruz kalan, zerresine kadar hiç bir canlı kalmayan ülkenin erkek göbeklilerden tek bir çocuk kalmış. Tanrının mucizeliliğiyle, o oğlanı dişi kurt bulmuş ve besleyip yetiştirmiş. Sonradan, çocuk baliğ yaştan geçerek kurt ile berabe olurlar ve onlardan on evlat doğurmuş. Çocuklardan biri Asena Türk’ü yani, Kurt Türk adını alır, bugünkü Türk halklarının temelini oluşturmuş. Efsane kökünde, nasıl bir gerçek tarihi olayların olduğu bugünlerde ve ortada kalan onlarca yüzyıllardan sonra net söylemek zordur. Halbuki araştırmalarla yola çıkabiliriz. Onun için kendimize belli efsaneyi dört bölümle veya ayrımla bakabilmek uygun olur. İlk bölümde; savaşta katliam yaşayan halk. İkinci, çocuğu bulup besleyen dişi kurt. Üçüncü, dişi kurt ve sonradan büyüyen oğlanın arasında geçen nikah yani sevişmeden ortaya çıkan çocuklar. Dördüncü,  çocukların birinin soyundan gelen Aşina ve Asena Türk’leri. Bugünün yaratıklarının hayal güçleri biz sıralayan efsanelerin ilk ve son bölümlerini gerçek olarak görürler. Fakat ikinci ve üçüncü bölümler net bir bilim adamları tarafindan eleştirilmiştir. “ Pekȃlȃ, tek kalmış çocuğu dişi kurdun bulup beslemesi doğru, yaşamda böyle olaylar çoktur ama insanoğlu ile dişi kurdun sevişmesi ve dünyaya çocuk doğurmaları bu dedikleri…” diye itiraz etmişler bilim adamları. Esfanenin ortaya çıkmasına sebep olan tarihi olay (ama böyle olayların olmasına şüphelenmemek lazım) sonradan bunu anlatanların şairlik hayal gücüyle inanılmaz metamorfozaya (başkalaşım) maruz kaldığı, yani yaklaşık veya benzemiş alegoriye dönmesidir. Belki, efsanenin bize belli bugünkü nüshasında, temelinde yatan net olaylar yeryüzüne çıkarak, tartışmalı dönemleri geçip onlarca yüzyıllardan sonra ortaya çıkmıştır belki. Böyle olma ihtimali de vardır. Örneğin, Güneşe ulaşma yolunda ölen Phaeton  afeti veya Truva savaşının biri uzayda diğeri ise dünyada geçekleşen tarihi olayların  şair diliyle süslenip abartılarak yazılan yankıları olduğunu bugünün bilim insanları ispatlamadılar mı? Fakat Phaeton güneşin sıcaklığına dayanamadan yanması veya dokuz sene pes etmeyen Truva bir gecede ateşe bürünmesi kör Gomer ile hayalperest Ovidius da bu olayların yanında olmak şöyle dursun bu dünyaya daha gelmedikleri belli değil mi? Öyleyse hayal gücüyle dünyaya gelen kurt mitinin arkasında gerçekten yaşanmış olay vardır diye varsaymaya hakkımız vardır.

Evet, esrarengiz efsane sırrını çözmek için bizim gerçek diye sandığımız ilk ve dördüncü bölümlere güç harcamamız lazım. İşte, zihne bu arada ilk bölümdeki saldırıcı düşman topraklarında ilk ve son seçeneklerdeki “büyük doğa afeti olmuşsa eğer ?” fikri akla gelir.

Net olarak söylemek gerekir, zaman geçtikçe doğa afetinin zararı unutulur ve kahramanlık ruhla yetişen ve mızrak, kalkan takarak atın üzerinde hayat geçirmesi, belki kırsalın şairi savaşın nedenini bugün olmazsa yarın kılıçla çekişecek olan komuşularına devirmesi büyük ihtimal olaydır. Böyle milliyetçiliği için  kırsal (dala) şairini kimse suçlayamaz. Mitin diğer yanına iyice bakarsak, böyle bir seçimin olduğunu farkederdik. Sonra eskiden gelen kurt miti nüshalarının hiçbirinde beklenmedik anda saldıran komşu kavimlerine dair bir laf olmadığını da unutmamak gerekir. Sadece topraklar kana bürünmüş  halk kalmıştır. Belki, bizi efsaneden kopararak gerçeği aramaya yol açan bu mudur?

Kutsal Söz Rivayeti

Sen bir makalende (“Au-u-u. Kurt miti ile toteminin sırrını çözmeye çaba, “Parasat” dergisi, 1997, №10) kurt mitinin temeli, kendimize günlük yaşamdaki tanıdık börü yüzü değil, kutsal “au” sözü olduğunu yazmıştın. Zaman geçtikçe kutsal Söz normal kurt simgesiyle birleşerek, toteme dönüşmüş demiştin. Mitin ikinci bölümünde gizlenen sırrın çözümü böyle olmasına şüphe yoktur. Kutsal sözün simgelik mȃnȃsı var nesneye (burada hayvana) dönme süreci gelecek kuşakların zihninde yüzyıllar boyunca devam etmekteydi. Sonunda şairlik hayal gücünün meyvesi gibi güzel ve soğuk, kurt miti dünyaya gelir. Çünkü, belirsiz bulanık tarih arşivlerinde kalan  eski dönemler Türklerin ruhuna, canına dokunarak, zor günlerde barınak olabilen Söz’e (evet Türkleri kurt değil Söz korumuştur) Tanrının kutsallığı ile bu hayvan da konuşabilmişti. Gülünç olsa bile yine de söyleyelim, sabah sabah minareye çıkıp seslenen Müslüman ezancının eski dönemlerdeki kırsal prototipi de sözünde duran yiğidin yüzü gibi Kurt olmuştur. Macarlarla savaşa girmeden önce Kıpçakların kağanı Bonyak’ın tenha yere gidip, kurt gibi ulumasının böyle bir sırrı vardır. Çünkü, onun eski soyu başkası değil şu Gök Börü olmuştur!

Yazılı tarihi metinlerde XI-XII yüzyıllarda kıpçaklarda Börtegiler Ordusının olduğuna dair belgeler vardır. Onlar da kendilerini Türklerin eski sülalesinden gelen (net olarak anası) kurttan türetildiğiini söylerler. Börtegiler Ordusunun (Ordu ismi de kurt totemi ile ilgili) başkanı Bonyak kağan eskiden bu inancın ilk taşıyıcısıydı. Rus kronolojik takvimlerinde onun macarlarla Vyagre’de 1097 tarihinde gerçekleşen savaş öncesinde Tanrıya nasıl taptığı hakkında yazılır: “«и яко бысть полунощи и встав Боняк отьеха от рати и поче выти волчьский и отвыся ему волк и начаша волци выти» (S.A.Pletneva. “Han Bonyak ve onun zamanı” Arkeoloji sorunları. L. 1978. 2.baskı s.179.) Burada bizim dikkat edeceğimiz yerler Bonyak kağanın kendi askerlerinden ırak gidip, kurt gibi uluyan anın olmasıdır. Au-u-u..Au-u-u…Au-uu. Kutsal an. Türkleri kurda taptı diyen fikir de sırrı derinlerde yatan Au-u-u’dır. (Bugünlerde herhangi İslam’dan birisi diğer dinlere kötü bakışla bakan ve buna alışkın kardeşlerimiz bu anın şahidi ise, “eyvah, bu Bonyak kağan tam bir Buda’ymış” diye problem yaratırlardı. Sonradan sahte korku doğurduğu için kafası giderdi. Tabi ki, kafası varsa. Halbuki, bineğe istekli kardeşlerin korkusunun canı yok değil. Buda AUM-ımla Türk Au-uu-u’ının kökeni aynı diyebiliriz. Sadece onu farketmelidir.)

İnsanoğlu hafızası kendinin zihinsel yaşamında maceraları ile doğa afetlerini asla unutmadılar. Tarihi sahifelere kaydedilmeyen geciken, belgeler söz, batıl inanç, adet gelenek-görenekler, mitlerin arkasında gizleniıyorlar. Ancak onları farkedebilen bakış açısı, gönül gözü lazım. Yetişmiş bir elma kendi dalından düştükten sonra başka bir yere düşmez. Yani, şairin hayali de (miti yaratan) her ne kadar güçlü olsa bile, ilk doğruluğundan uzağa gitmesi imkansızdır.

Gerçekten de, miti doğuran Şair olayı anlatmada asıl söylenceden uzak ve değişikliklere uğrayamaz. Ancak olmuş olayı bozkırlıların yabani bakış açılarına göre uygun şekilde, ustaca anlatmışlardır. Varsayımla, bugünkü kuşakların beyinine sığdıramayan anlatılar tȃ eski dönemlerdeki özgür kırsal şiirlerinin sanatsal yön yöntemleri olabilir mi?

Bizim bakış açımıza göre, sanatsal hayalin arkasına gizlenen gerçek budur: çocuğu kurtaran dişi kurt değildi. Bu yüzden bu Asena Türklerin anası olamazdı. Yani, çocuğun anası uzun saçlı, altın rahimli sıradan bir kadın diye anlamamız gerekir. Mit ile bilim arasındaki anlaşmamayı böyle çözebiliriz. Doğru olan da budur. Yeryüzünde insan hayalinden hızlı olan hiç bir şey yoktur. Sen bir zamanlar amerikalı kızılderililer hakkında film izlerken onların bir karara vardıklarında “Hau” diye seslendiklerini farkettin. Kızılderililerdeki “Hau” ile Türklerdeki “Au” arası uzak olmayabilir. Öyleyse, tek bir kelimeyle tüm insanoğlu tarihine dair sırrın olması aşikardır. Yoksa bu muhteşemliği nasıl anlatabiliriz? Dünya mitolojisinden “Au” sözüyle ilgili onlarca belgelere rastlayabiliriz. Onlardan en ilginç olanı kızılderililerin snohimiş kabilesinden kaydedilen kayıttır. Onlar: “Eski dönemlerde gökyüzü dünyaya çok yakın yerleştirilmiş. İnsanoğulları belini dik tutarak yüyürememişler ve yaşamlarını sürdürmek de zorlanmışlar. Zaman geçtikçe insanlar böyle olmaz ve ensemizi aşağı iten gökyüzünü nasıl olsa kaldırmamız lazım diye karara varırlar. Bunu nasıl yapabiliriz diye kafa yorarlar. Her millet her yerdedir. Öyleyse bu kabilenin gücüyle koca gökyüzünü nasıl kaldırabildiler?

İnsanların kafalarını çok yoran yanı da budur. Fakat, “iki elin sesi var” değil mi, bunun da çözümü bulunmuştur. Dehaların toplantısından sonra, her yere haberciler gönderilir ve yeryüzünün her noktasında yaşayan insanoğluna aynı anda “Au”diye seslenin diye görev verirler. Gerçekten de yeryüzünün tüm boylamları ile sahalarından aynı anda “au-u” diye ses geldiğinde, kurşun bulut gibi yatan gökyüzü biraz yükselmiş gibi olur. Sevinen insanlar “au-u-u” diye beraber seslenmeye devam eder. Kocaman gökyüzü ilk önce insanın rahat ayakta dik durabilmesi için sonra kavak ağaçları, kuşların uçabilmesi için daha yükseğe kalkar. Kalkarak bugünkü hale gelir. İnsanlar belini dik ve kendileri de rahat gezinmeye başlarlar. İnsanoğlu beraberliğinin kuvvetini gösteren bu mucize anlardan hatıra olarak, hȃla kano sürdüğünde “Au-u” diye sesleniriz” diye konuşmuşlar. (İmmanual Velikovsky, “Dünyanın çatışması”, Rostov-na Donu, “Feniks” yayınları, s.210).

Tabiki bu bir efsanedir. Sıradan binlerce efsanelerden biridir. Sadece karakteri kurt miti konusunu açan  “Au-u” kelimesine benzemesidir. Fakat böyle bir benzerlikler boşuna mıdır? O zaman eski çağlarda yeryüzünde tüm insanoğluna tehlike getiren bir afetin gerçekleştiği doğrudur. Ve yeryüzünün ikinci yarımında kızılderililerin efsanesi de, Türk kurt mitindeki gibi, tüm insanoğlunu tehlikeden kurtaran “au-u” kelimesinin olduğunu ifade eder. Rastlantı mıdır? İmkansız. Belki, hıristiyan dininin “Kutsal haberinin” biri “ İlk başta Söz olur, Söz Tanrıdadır ve söz Tanrı idi” diye ifade edilen yazısında bu “Au” sözüne ait sır olabilir mi? Hemen söyleyelim, böyle kahramanlığın bir başkanın inancına müdahale değil, bizzat şahsın bir sözün etrafında konuşulan düşünce üretimi diye anlamamız gerekir.

Tanrı  ile Kurt birleşen  an

…İçgüdüsü aldatmamış. Hıristiyanlar “Tevrat” üzerinde yahudilerden aldığı Musevi Tanrısının da ilk adı “Yav” [2] veya “ Au” olarak çıkmıştır. Ünlü “Kütüphanenin” yazarı, tarihçi  Diyodor Hz.Musa’nın Sina Dağındaki temel on kaidesini Yao veya Yau (Yehova veya Yahve kelimelerinin kökeni) isimli Tanrıdan alınıdığını yazar. (İmmaniul Velikovsky, Dünya çatışması”, Rostov-na Donu, “Feniks”, s. 113). Farkettiniz mi, Türklük kurt totemini yahudi kardeşlerde tek Tanrı derecesine yükselmiştir. Burada Tanrıyı tanıyamayan Türkler hata mı yaptı yoksa kurttan Tanrı yapan yahudi kardeşler delirdi mi sorusu kendiliğinden gelir. Tabiki ,bu sadece düşünce oyunudur. Böyle tehlikeli sorunun sorulması da olması da imkansızdır. Her şeye engel olamayan insanın hayal gücü suçludur. Türkler Tanrısını tanıyamadı değil, onun merhametin, şefkatin görüntüsü olarak sadece kurda dair mitsel düşüncesini üretmekle sınırlanır. Fakat yahudi halkı kendilerini Tek Tanrıya olduğu tutkusunu göstermiştir. Sonunda ilk baştaki seslenmedeki Au, sonraki seçeneklerdeki Yahya tanrısı ortaya çıkar. Adı on çeşit veya yüz çeşit olan tek Tanrının adı Au-Yau veya Yahya’dan önce Tanrının var olduğunu zihinmizden çıkarmamamız lazım.

Artık yahudi Tanrısının ilk baştaki ismi neden Au olduğuna biraz duralım.  Bu yüzden yahudi halkının Hz.Musa’nın Mısır tutsaklığından kaçarken yeryüzünde görülen olaylara, onların nedenlerine bakmamız gerekir. Bu doğa afetleri Toprak Ana’nın üzerinde ard arda tekrarlanan çileli dönemlerdi. (Kurt mitindeki kanlı çatışmanın “Tevratlı” veya yahudilik nüshası diye anlamalıyız) Dünyaya birleşmeye az kalan Gökyüzü bir mucizeliğin gücüyle ortaya çıkan sesin yükseltildiği gerçektir. Birkaç günler siluetini göstermeyen Güneş de bundan sonra ışık saçar. Doğadaki böyle olayları bugünün bilim diliyle ispatlayabiliriz; belki çok yakın gelen kuyruklu yıldızın yüzünden veya komşu gezegenlerle saha gücünü tartıştıktan sonra, belki, uzaydaki sıradan gezgin bir büyük taşların biri düştükten sonra yörüngesinden çıkmaya az kalan Dünya, kendinden geçerek, Güneş sistemindeki bugünkü haline uygun yerleşmiştir. Afetin zararı birkaç hafta veya aylara uzadığı net şekilde (“Tevrattaki”  bu dönemleri hatırlatan olayları hatırlayalım). Bu birkaç onlarca gün içerisinde insan zihnine yerleşen korku ürpertinin az önceki kurtarıcı gibi duyulan sesi Yaradan’ın kendi sesi diye karar vermeye bolca sebep vardır. Dünyanın iki tarafındaki insan hayalini coşturan, Tanrılar ile kurtarıcı kahramanlar hakkında efsaneler doğuran bu ses bize kurt mitinden belli “Au-u” veya kısaca “Au”dı. (Yahudilik dinin ağız konuşmalarında bu dönemlerdeki Tanrı sesini yeryüzünün bu ve diğer tarafındaki yetmiş milletin duyduğu konuşulmaktadır. “Au” sözüyle ilgili söylencelerin yeryüzünün her yerinde rastlanmasının nedeni, eski yetmiş milletin kuşaklarına bıraktığı miras diye anlamamız gerekir).  Ses veya sözün sahibi de bellidir. Uzayda sallanarak bugünkü haline tekrar gelen Toprak Ana’ydı. O dönemlerde eski kitaplar “Nehirler kendinden aşarak, yükselen deniz suları kıtaları  az kalsın basacaktı” diye yazarlar.

Kurt mitinin ikinci, üçüncü bölümlerini diğer bölümlerle gerçek bağlayan hakikat budur. Güneş sisteminde yer alması ihtimal olan felaket afetten Toprak Ana sağlam hem galip çıkar. Bundan kalan hatıra olarak her kıta, her milletin kendilerine ait çeşit çeşit anlatılan efsane mitleri vardır. Eski yunanlıların anadan doğmuş kocaman oğlan Herkules’e gökyüzünü kaldırtmışlar, çinliler ise eski dönemlerdeki kağanlarına Yao veya Yau diye isim vermişler. Hint budistlerinin dedeleri “Aum” diye seslenilen kutsal mantrayı nesillerine miras olarak bırakmışlar. Yahudi yurdu ise Yaradan’ın on temel kaīdesini Hz.Musa’ya bu sefer verdi diye anladılar. Eski Türkler ise, Toprak Ana ile Kurt Anay’a saygı gösterdiler. Aradan zamanlar geçtiken sonra doğa afetleri ya da uzay afetlerinin zararı eskimiş veya unutulmuş hale gelir, yapılan acımasız kanlı savaşı hayal gücüyle ürettikleri bu yüzdendir. Olayın gerçeğe yakın kalan yorumlanması da budur. Türk halkı elden Tanrı yaratmadı, elinden gelen bir şey değil ve bu işi kabul ederek insanoğlunu rahatsız etmedi. Sadece ilhamı güçlü şairlik hayale özgür bırakmıştır.

Evet, böylece, kurt miti ile toteminin en az üç bin yıldan fazla tarihi olan insanoğlunda  Ulu Ana’nın tek olduğuna, onun adı Toprak Ana diye isimlendirildiği doğrudur.

Böylece kurt miti hakkında konuşmamız tamamlanmıştır. Tanrım, Toprak Ana’ya, bize binlerce, milyonlarca yıllar yaşam hakkı versin!

Dualarımız kabul olsun dileğiyle. Amin.

(devamı var)

Şair Apolojisi kitabından. s.11-18.

Almatı, Karatav ve Dastür yayınları, 2015

[1] (1969-2014)  Kazak şairi, yazarı, gazetecisi.

[2] Yav- Yehova’dan türeyen kelimedir (çeviri notu)