ARKEOLOJİ & TARİH Kültür

Sarmatlar Türk müdür?

Yazar: Wojciech ZEMBATY

Çeviri: Ebru DİLBAS

Bu yazı Wojciech ZEMBATY tarafından https://culture.pl/en sitesi için hazırlanmıştır.

Alanların veya Vizigotların İstilası, Galya, 5. yüzyılın başları. La France et les Français à Travers les Siècles’ den (Yüzyıllar Boyunca Fransa ve Fransızlar) bir baskı, Cilt I, F Roy editörü, Saint-Antoine, 1882-1884, fotoğraf: The Print Collector/ Print Collector/Getty Images

Sarmatlar kimdi? Bin yıldan fazla bir süre sonra Polonyalı soylulara kimliklerini sahiplenmeleri için ilham vermekle kalmadılar, aynı zamanda ot içen, kafatası parçalayan feministlerdi. Romancı Wojciech Zembaty, bu göçebe barbarları Polonya kibar toplumuna bu kadar çekici kılan şeyin ne olduğunu açıklıyor.

  1. ve 5. yüzyıllarda Romalıların eski yorgun dünyası, bugün ‘Roma’nın Çöküşü’ olarak adlandırdığımız uzun ve kademeli bir ızdırap içinde parçalanmıştır. Bugün bildiğimiz Avrupa’nın kökleri barbar istilacılar, isyanlar, ağır vergiler, salgın hastalıklar ve iklim değişikliği tarafından süpürülen Batı Roma İmparatorluğu’nun küllerine dayanmaktadır. Hiçbir şey kalıcı değildi, her şey mümkündü. Bazı tarihçiler tarihin bu anını ‘Karanlık Çağlar’ olarak adlandırırken bazıları da kahramanlık dönemi olarak adlandırmaktadır.

Antik çağın sonlarına kadar Karadeniz çevresinde yaşayan bir grup göçebe kabile olan antik Sarmatlar, dünyayı değiştiren bu dramatik olaylara katkıda bulunan işgalci barbarlar arasında bir şekilde küçümsenmiştir. Ancak Roma İmparatorluğu’nun batı bölgeleri barbar istilaları tarafından çiğnenirken Sarmatlar yıkıma neden olan en sert kavgacı oyunculardan bazılarıydı.

Göçebe ulusların çoğu vur-kaç taktiklerini ve atlı okçuluğu tercih ederken Sarmatlar mızrakları ve ağır zırhlı süvarileri katafraklarla saldırmalarıyla ünlüydüler. Çevredeki en büyük imparatorluklara karşı durdular ve Romalılar, Sasani Persleri ve ‘Tanrı’nın Kırbacı’nın kendisi de dâhil olmak üzere büyük barbar yağmacıları savuşturdular: Hun Attila.

Ancak ‘Sarmatizm’ kelimesi o zamandan beri 16. ve 17. yüzyıllarda gelişen Polonya-Litvanya Milletler Topluluğu’nun doğudan etkilenen eşsiz kültürünü ifade eden bir terim hâline gelmiştir. Bunun nedeni, dönemin Polonya soylularının bu eski göçebe savaşçıların kendi ataları olduğunda ısrar etmeleri ve bunun da hayatın her alanını etkilemesiydi. Polonyalılara bu iddialarda bulunmaları için ne ilham verdi? Bu neredeyse kesinlikle Sarmatların müthiş hikâyesiydi.

Batı kara yoluna gir.

Sarmatlar ve İskitler illüstrasyonu, Doğu Avrupa. Borderland Müzik Evi Müzesi koleksiyonundan, fotoğraf: Reprodüksiyon. Piotr Mecik / Forum

Tarihsel olarak Macaristan, Polonya ve Ukrayna’dan Orta Asya’ya kadar uzanan büyük açık ova, bozkır göç eden göçebe kabileler için her zaman açık bir ‘kara yolu’ olmuştur. Sığırlarıyla birlikte bitki örtüsünün döngülerini, yeşil otlakların zenginliğini takip ederek ve yazın kuraklığından kaçınarak seyahat ettiler.

Sarmatlar, modern İranlılarla akraba olan Hint-Avrupa göçebelerdi. MÖ 4. yüzyılda kısmen Doğu Avrupa’nın eski hükümdarları İskitlerin yerini aldılar, kısmen de onlara katıldılar. Güç ve isim değişimi bozkırda sıklıkla tekrarlanan bir modeldi. Kabileler Avrupa’ya doğru göç etti, geniş bölgeleri fethetti ve kendilerine tarımsal gıda, askerî vergi ve iş gücü sağlayan yerleşik halklarla ilişkiler kurdu. Ve kaçınılmaz olarak önce azalıyor, sonra da başka bir dalga tarafından vuruluyorlardı. Yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa, Hunlar, Avarlar, Bulgarlar ve Macarlar da dâhil olmak üzere birçok göçebe dalgasının hedefi oldu. Son adımları modern Macaristan ovası olan ‘Puszta’ olacaktı, çünkü burası ‘kara yolun’ sonu, batıya doğru ilerleyen göçebe sürüleri için uygun olan son bölgeydi.

Bozkır halklarının kimliğini saptamanın her zaman zor bir şey olduğunu unutmamak gerekir. Göçebeler genellikle kendi tarihlerini yazmamışlardır. Onları göçebelerin çoğu zaman düşman ve vahşi olduğu daha ‘medeni’ antik bilginlerin yetersiz açıklamaları sayesinde ayırt edebiliyoruz.

Ancak Yunanistan ve Roma’daki akademisyenler genellikle ayrıntılı bilgiye sahip değildi ve isimleri geleneklere göre kullanıyorlardı. Örneğin, bir kabileyi sadece başka bir saygın yazar kullandığı için ‘İskitler’ olarak tanımlayabiliyorlardı.  Öte yandan arkeolojik bulgulara dayanan modern bilginin kendi sınırlamaları vardır. Eğer bir mezarda yazılı bir tanımlama olmaksızın ‘Sarmat’ mücevherleri bulursak bu her zaman Sarmat varlığının kanıtı değildir. Ticaretten, savaş ganimetlerinden veya hatta taklitten geliyor olabilir… Nike ayakkabılarının antik bir çakması gibi.

Kabile kimliğinin kendisi genellikle yönetici seçkinler arasında en güçlü olanıydı. Atları ve üstün silahları sayesinde nispeten az sayıdaki bu tür göçebeler çeşitli etnik grupların yaşadığı geniş toprakları kontrol edebiliyordu. Bu nedenle Roxolani, Iazyges ve Alanlar gibi çeşitli Sarmat kabile isimleri düşmanları korkutmak ve nüfuz kazanmak için belki de kasıtlı olarak seçilmiş amblemler ve logolar olarak algılanabilir.

Korkunç bir şöhret

Sarmatlar. İki deforme olmuş insan kafatası. Muhtemelen MÖ 3. yüzyılda tarihlendirilmiştir. Kerç Tarihi ve Arkeoloji Müzesi. Kırım Otonom Cumhuriyeti. Ukrayna, fotoğraf: GETTY Images aracılığıyla PHAS/UIG

Sakallı, uzun saçlı, kızıl saçlı İskitler, Herodot gibi eski bilginler tarafından tanımlanan ilk göçebe kültürdü. Daha sonraki göçebe uluslarda devam edecek özellikleri şimdiden gösteriyorlardı. Yerleşik hiçbir ulus onları yenemezdi çünkü fethedilecek şehirleri ve kasabaları yoktu. Güçlü Pers kralı Cyrus (Kiros) bunu denediğinde İskitler onun canını aldı. Büyük İskender biraz daha iyisini yaptı ama o bile onların topraklarını kontrol etmeye çalışmadı.

Belki de potansiyel fatihleri ürküten, oldukça korkutucu bazı hobileriydi.

Bir Yakut kızı kımız sütünü fıçılara döküyor, fotoğraf: Sputnik/East News

Düşmanlarının kafataslarını topluyor, sabit hâle getirmek için kaş çizgisinin üstünden kesiyor, kafatasını altınla dolduruyor ve onu mayalanmış kısrak sütünden elde edilen şarap benzeri bir içecek olan ‘kımız’ için ters çevirerek bardak olarak kullanıyorlardı. At koşumları, eyerler ve zırhlar yapmak için insan derisini kullanmayı da seviyorlardı. Ahşap ve hayvan boynuzundan yapılmış kompozit yaylar kullanılardı ve marihuana içmeyi severlerdi.

Bu son hobi Amerikan yerlilerinin ruhani terleme tekkesi geleneğini andıran özel bir çadırda, sıcak kayaların üzerine atılan kenevir tohumu ve ardından gelen ot dumanının mutlu barbarlar tarafından sauna benzeri bir şekilde emilmesiyle geliştirilirdi. 17. yüzyılda Polonyalı soylu yazar ve asker Jan Pasek, Kırım Tatarları arasında aynı boş zaman aktivitesini gözlemlemiştir.

Ancak antik İskitler ve Sarmatlar çağdaşları, özellikle de Yunanlar için çok daha şok edici olan başka bir şey yaptılar. Bu kana bulanmış, insan derisi giyen, esrar içen vahşiler feminizmi benimsedi.

Şiddet yanlısı kadınlar

  1. yüzyılın sonunda İmparator Honorius’un ünlü saray şairi, yazılarında iki Sarmat kabilesinden bahsetmiştir:

Kanlarını içmek için atlarını acımasızca yaralayan Massagetler, buzu kıran ve Azak’ın gölünün sularını içen Alanlar.

Claudian’ın In Rufinum’dan Alıntı

Massagetler Kraliçesi, Pers Kralı Kiros’un kafasını kesiyor, 1615-1620, oyulmuş kristal levha. Nuremberg Almanya, 17. yüzyıl. Corning, Corning Cam Müzesi, fotoğraf: DeAgostini/Getty Images

Dönemin tarihçilerinden Ammian etkileyici vücut şekillerinden, sarı saçlarından ve vahşi gözlerinden bahsetmiştir. Nedense, vahşi doğadan gelen istilacı barbarlar her zaman çok daha büyüktü ve karşılaştıkları zavallı şehir halkından daha güçlüydüler. Belki de temiz hava yüzündendi. Ancak Sarmatlar ortaya çıktığında en şok edici manzara özgürleşmiş kadınlarıydı.

Sarmatlardan bahseden ilk kaynaklar genellikle onları Amazonlar efsanesiyle ilişkilendirir. Herodot’a göre Küçük Asya’daki Yunanlar savaşçı kadınlardan oluşan bir kabileyi yenmiş ve onları köle olarak bir gemiye göndermiştir. Kadınlar isyan etmiş, geminin kontrolünü ele geçirmiş ve Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki Sarmat adlı az nüfuslu bir bölgeye yerleşmişlerdir. İskitler onlarla savaşmış ancak bir işe yaramamış, bu yüzden daha sonra savaşçılar yerine sevgililerini onlarla yüzleşmeye göndermişlerdir. Böylece ortaya çıkan Sarmatların, ihanet ve aşkın meyvesi, asi kadınlar ve İskit jigololarının çocukları olduğu söylenir.

Başka bir kaynak da modern tıbbın koruyucusu Hipokrat’tan gelmektedir: Hipokrat, Sarmat kızların ergenlik döneminde meme başlarının etrafına sıcak metal koyarak sağ göğüslerinin gelişimini durdurduklarını yazmıştır. Bu uygulamanın amacı okçuluk için sağ kolun enerjisini korumaktı. Ayrıca bazı kabilelerde bir kızın evlenmeye uygun hâle gelmesi için en az üç düşman öldürene kadar beklemesi gerektiğini de yazmıştır.

Bu Amazon benzeri efsaneler iyi bilinir ve sıklıkla tekrarlanırdı. Ve şüpheyle karşılanırdı. Arkeolojik bulgulardan iyi doğmuş Sarmat hanımların genellikle silahlarla gömüldüğünü ve bazılarının kabileleri tarafından güçlü cadılar olarak görüldüğünü biliyoruz. Gotik tarihçi Jordanes’e göre kovulan bazı cadılar daha sonra şeytanî Hunların anneleri olmuştur. Ölen bu kadın savaşçılardan bazıları incelendiğinde savaş yaralarının izlerini taşıyordu yani zırhları ve silahları sadece törensel değildi.

‘Sarmatlar’ adı bile Hint-Aryan dilinde ‘kadın zengini’ veya ‘kadınlar tarafından yönetilen’ anlamına gelen ‘sar’ kelimesinden türetilmiştir. Cinsiyet eşitliği ideallerinden uzak olan ve kadınlarını evde hapseden bağnaz, erkeklik takıntılı antik Yunanlar için İskitler ve Sarmatlar arasındaki kadın savaşçılar şok edici bir manzaraydı.

Bazı modern araştırmacılara göre, Sarmatların cinsiyet eşitliği, içinde bulundukları ortama dayanıyordu. Aşırı sıcaklar, kuraklıklar, savaşlar ve bir kabilenin tamamen yok olma olasılığının yüksek olduğu bozkırdaki zorlu yaşam koşulları, kadınların ve çocukların bile savaşlara katılmasını gerektiriyordu. Her dul kadın yeniden evlenmek zorundaydı ve Kelt Tanistry sistemine benzeyen veraset sistemleri de ‘medeni’ uluslardan farklıydı ve kadınlara daha fazla hak tanıyordu. 

Roma’nın düşmanları

Sarmatlara karşı savaşan Romalı askerler. 19. yüzyıl illüstrasyonunun elle boyanmış gravürü, fotoğraf: North Wind Picture Archive (Kuzey Rüzgarı Resim Arşivi)/East News

Sarmatlar 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu ile komşu olduktan sonra düşman, müttefik ve paralı asker olarak hareket etmişlerdir. Trajan’ın Daçya’yı fethi sırasında Sarmat kabileleri önce Daçyalıların yanında savaşmış ancak nihai yenilgilerinden önce onları terk etmişlerdir. İmparator Marcus Aurelius, Germen Quadians ve Sarmat Iazyges kabilesiyle savaşırken ölmüştür. Zaferleri nedeniyle Roma’nın Kuzey ve Doğu’dan gelen düşmanlarına atıfta bulunan ‘Germanicus’ ve ‘Sarmaticus’ gibi iki onurlu lakap ve unvan aldı.

Sarmat Savaşları olarak adlandırılan dönemde Iazyges’in en büyük yenilgisi, Tuna’nın eski adı olan donmuş Ister nehri üzerindeki bir savaşta yaşanmıştır. Romalı tarihçi Dion’un anlattığına göre göçebeler nehrin buzlu yüzeyinin kendilerine avantaj sağlayacağını düşünmüşlerdi çünkü atları böyle kaygan arazilere alışıktı. Ama Romalı piyadeler bozguna uğramadı. Daha yakın durdular, kalkanlarını yere attılar ve bir ayak için sağlam bir taban olarak kullandılar. Şaşıran Iazyges ilk etkisini kaybedince Romalılar onları yakalayıp atlarından atmayı başardılar. Kaotik yakın mesafeli mücadelelerde daha ağır zırhları belirleyici bir faktör oldu.

Yenilgiye uğratılan Sarmatların canları genellikle bağışlanır ve Roma ordusuna dâhil edilirdi. Bazı Sarmat yardımcılar veya destek birlikleri onlarla birlikte Britanya’ya kadar gitmiştir. Sarmatların modern Polonyalıların efsanevi ataları olduğu düşünüldüğünde Britanya Adaları’ndaki Polonyalı varlığının ilk bakışta tahmin edilenden daha eski olduğu konusunda ısrar edebiliriz. İngilizlerin Cermen atalarının varlığı kadar eski. 2004 yapımı Kral Arthur filminde gösterildiği gibi Arthur olarak da bilinen bilinen yağmacı Anglo ve Saksonları öldüren Romen-Britanya kahraman efsanesine katkıda bulunanlar belki de Sarmat atlılardı.

 

Kontos kullanarak mızrak dövüşünü gösteren Sasani gümüş plakası, fotoğraf: Alborz Fallah/vikipedi

Sarmatlar savaşta kontos adı verilen ve iki elle kullanılan uzun bir mızrak kullanırlardı. Hücum eden bir atın ağırlığıyla desteklenen böyle bir silah aynı anda birkaç rakibi birden yere serebilirdi. Süvarileri, özellikle de Alanlar, Ortaçağ şövalyelerinin ataları olan antik çağ tanklarına benziyordu. Büyük olasılıkla Orta Asya kökenli olan Sarmatların icadı kontos, İran imparatorlukları Partlar ve Sasanilerin askerî taktiklerini etkilemiştir. Bunlar Roma’nın en büyük düşmanları olduğu için Ebedi Şehir de (Roma) bu silahı benimsemek zorunda kalmıştır – 4. yüzyıldan itibaren kontos, Roma süvarileri arasında popüler bir silah hâline gelmiştir. Bazıları binicilerin düşme korkusu olmadan hareket etmelerine ve hücum etmelerine olanak tanıyan üzengilerin mucidinin de Sarmatlar olduğuna inanmaktadır.

Bir katafrakt ya da ağır zırhlı bir atlı, çok sayıda düşmana karşı savaşabilirdi. Ama donatılması ve bakımı çok pahalıydı. Nicelikten çok nitelik. Sonuç olarak en sevdikleri askerî taktik, sosyal sistemlerini şekillendirdi ve Sarmat toplumlar eşitlikçi olmaktan uzaktı. Bu ‘proto şövalyelerin’ soylu elitleri çeşitli kabilelerden fethedilmiş köylülerden oluşan geniş toprakları kontrol ediyordu. Kölelerin yaşadığı bu tür krallıklar çok dayanıklı değildi ve isyanlara eğilimliydi.

Göçler çağı

Kültürel tarih, soldan: Batı Avrupa’nın Hristiyanlık öncesi giysisi, Dacier, Langobard Dükü Arechis, 591 -641, Frank, İskitler, tarihsel illüstrasyon, fotoğraf: bildagentur-online/Getty Images

  1. yüzyılda Sarmat kabilelerinin toprakları, Ostrogotlar olarak da bilinen Doğu Gotlarının kralı Ermanarik’in krallığına dâhil edildi. Onun geniş imparatorluğunun Ural Dağları’ndan Tuna’ya, Finlandiya’dan Kırım’a kadar uzandığı söylenir. Cermen ve Slav kabilelerini, çeşitli göçebeleri, eski Karadeniz kolonilerinden Yunanları ve hatta kuzey Rusya’dan gelen Fin-Ugor halklarını içeriyordu. Sarmatlar, Gotlar arasında oldukça uyumlu bir şekilde yaşıyor ve hatta onlara süvari taktiklerini öğretiyor gibiydiler. Ancak Ermanarik’in saltanatı uzun sürmedi çünkü yeni bir istilacı dalgası Büyük Ova Kara Yolundan geçti.

Hunların gerçekte Roma kaynaklarının tarif ettiği kadar korkunç ve itici olup olmadığına karar vermek zordur. Romalılar kesinlikle ön yargılı ve korkmuşlardı. Onlara göre Hunlar cehennem ateşinden çıkmışlardı. Kafatasları deforme olmuş ve uzuvları bükülmüş, yüzleri yara bere içinde  ve kalplerinde hiç merhamet yoktu. Roma tasvirleri oldukça ırkçıdır, aslında Hunların ‘dar gözlerinden’ ve egzotik düz yüzlerinden defalarca bahsederler. Hatta Hunların miğfer takmayı kolaylaştırmak için bebeklerinin burunlarını düzleştirdiklerini bile öne sürüyorlardı. Ama bu bir propagandaydı. Hunlar Roma İmparatorluğu’nu işgal ettiklerinde önlerine çıkan tüm kabileleri yutarak çığ gibi büyüyen, çok uluslu bir güruh hâline gelmişlerdi. Arkeolojik araştırmalara göre Macaristan’a ulaşan savaşçıların yalnızca % 20’si Moğol özellikleri taşıyordu. Romalılar, Hunların sakallarının uzamasını önlemek için yüzlerini yara izleriyle işaretlediklerini düşünüyorlardı ancak bu kendi yaralarının yas ritüellerinin bir parçası olarak cenazeler sırasında açılmış olması daha muhtemeldir. Kafatası kapağı toplamak, insan kanı içmek ve düşmanlarının etini (devasa altın kazanlarda kaynatarak) yemek gibi diğer şok edici ve tiksindirici Hun alışkanlıkları aslında çoğu barbar kavimde yaygındı. Yine de kesin olan bir şey vardı: Büyük bir  kargaşaya neden olmuşlardı.

Hunların Ukrayna ve Batı Rusya’yı işgali, ulusların büyük göçü olan Völkerwanderung (Kavimler Göçü) olarak bilinen büyük bir çığa neden olan bir taştı. Tıpkı Cermen Gotları ve diğer kavimler gibi Sarmatlar da Hunlar geldiğinde kaçmak veya itaat etmek zorunda kaldılar. İşte o anda çoğu Sarmat kabileleri tarihten silindi. Mağlup Sarmatlar bozkırın etnogenezinin eski modelini tekrarlamış ve yeni bir göçebe dalgası tarafından özümsenmiştir. 

Alanlar Romalıları sakat bıraktı

410 yılında I. Alaric liderliğindeki Vizigotlar tarafından Roam’nın yağmalanması, Roma İmparatoru Honorius döneminde, Renkli gravür, fotoğraf: Getty Images aracılığıyla Prisma/UIG

Modern çağa kadar ayakta kalan ve kimliklerini korumayı başaran tek Sarmat kabilesi Alanlardı. Bazıları Hunlara katılırken diğerleri Kafkasya’daki dağ kalelerinde kaldı. Bir başka grup ise kaçan Batı Gotlarına, Vizigotlara katıldı ve Roma’nın Trakya eyaletine (aşağı yukarı bugün Bulgaristan’ın bulunduğu yer) barışçıl bir şekilde yerleştiler.

Vizigotların Romalılardan nefret etmek için kendi nedenleri vardı. Hunlardan önce kaçan Gotlar, kendi topraklarında foederati olarak yerleşmelerine izin veren Romalılarla bir anlaşma yaptı. Tüm ulus önce Tuna’yı geçip Trakya’ya ulaştı ve burada Romalı yetkililer tarafından kontrol edilen mülteci kamplarına yerleştirilip besleneceklerdi.

Beslenme kısmı pek iyi gitmedi. İmparator Valens bu barbarları sınır topraklarına yerleştirmek ve onları yavaş yavaş yerleşimcilere ve askerlere dönüştürmek istiyordu. Ancak bazı bilim adamlarına göre yerel Romalılar dinî farklılıklar nedeniyle Gotlardan nefret ediyordu. Ancak genel olarak göç eden barbarlardan o dönemde hem korkuluyor hem de nefret ediliyordu. Yolsuzluğa bulaşmış yetkililer göçmenlerin erzaklarının çoğunu çalıp satıyordu. Gururlu Vizigotlar çok geçmeden aile yadigârlarını, zırhlarını ve kılıçlarını yenilebilir herhangi bir şeyle takas edebilmek için satmak zorunda kaldılar. Hatta Romalılar, güzel silahları ve hazineleri çoktan satıldığına göre, belki de çocuklarını köle olarak satmalarını önermeden önce çürümüş köpek leşleriyle bile besleniyorlardı. Bu Vizigotlar için bardağı taşıran son damla oldu.

Sonuç, büyük bir Got isyanı ve Romalıların en büyük ve belki de en etkili askeri yenilgisi oldu: 378 yılındaki Adrianopolis (Edirne) Savaşı. Alanlar muzaffer Vizigotların müttefiki olarak savaştı. Romalılar 40.000 kişilik imparatorluk ordusunun tamamını, İmparator Valens’in kendisini ve en felaketi de bir daha asla kurulamayacak olan subay kadrolarını kaybederek tamamen yok oldular. Bazılarına göre bu savaşı kaybetmelerinin nedeni, ikonik birlikleri olan ağır piyadelerin, Alanların ve Vizigotların ağır mızraklılarıyla karşılaştıklarında modasının geçtiğinin kanıtlanmasıydı. Her iki durumda da bu noktadan sonra Romalılar, istilacı barbarları tek başlarına durdurma yeteneklerini kaybettiler. Jüstinyen ve Belisarius dönemine kadar, yani sonraki 150 yıl boyunca, diğer barbarlarla kırılgan ve çaresiz ittifaklara güvenmek zorunda kaldılar. Bu onların meşhur ‘divide et impera’ (böl ve yönet) taktiği bile değildi, daha ziyade ‘onları birbirlerine saldırt ve hayatta kalmak için dua et’ taktiğiydi.

Attila’ya karşı çıkmak

Eugène Delacroix, “Attila ve Orduları İtalya’yı ve Sanatları Aştı” (detay), 1843 ve 1847, fotoğraf: Palais Bourbon

406 yılına kadar Alanların çoğu Hunların gönülsüz müttefikleri olarak hareket etti. Ama o yıl isyan fırsatı ortaya çıktı. Batı Roma İmparatorluğu’nun iki büyük doğal ve askerî sınırından biri olan Ren nehri dondu. Aynı anda zayıflayan Roma kuvvetleri barbarların tehdidi altındaki İtalya’ya çağrıldı. Alanlar şanslarını denediler. Ren nehrini geçtiler ve Vandallar olarak bilinen Cermen kabilesi ile yeni bir ittifak kurdular. O andan itibaren Alanlar tek bir kabile ulusundan ziyade çeşitli küçük savaş grupları gibi hareket etmeye başladılar. Bazı kabileler doğuda kalarak Kafkasya’daki kalelerini kurdular. Bu Alanlar günümüze kadar hayatta kalan tek Sarmat ulusudur. Şimdi Osetler olarak bilinmektedirler, toprakları bugün Rusya ve Gürcistan’a yayılmıştır ve hâlâ meşhur bir şekilde tartışılmaktadır.

Vandallara katılan grup Galya’yı yağmalamaya devam etti ve yollarında harabeler bıraktı. Vandallar yıkıcı yetenekleriyle oldukça ünlüydüler. İspanya’da bu Alanlar eski rakipleri olan Vizigotlar tarafından yok edildiler. Hayatta kalan Alanlar Vandalların Kartaca’yı fethetmesine, tüm Roma donanmasını yakmasına ve ünlü Roma şehrini yağmalamasına yardım etti.

Kral Saul önderliğindeki bir başka bir grup Romalılarla ittifak kurdu. Roma ordusunun İtalya’yı işgal etmeye çalışan Vizigotlara saldırdığı 402 yılında Pollentia Savaşı’nda yer aldılar. Vizigotlar o zamanlar Aryan Hristiyanlarıydı ve 6 Nisan tarihinde Paskalya’nın önemli bir ayinini kutluyorlardı. Romalıların böyle bir günde düşmanlarına saldırması hiç de uygun değildi. Neyse ki müttefik Alan ordusu pagandı. Dua eden Gotların sinsi ve şaşırtıcı saldırısı karşısında hiçbir şeyler yapmadılar. Hücum eden Kral Saul da dâhil olmak üzere pek çok kişi öldü. Got kralı Alaric rehin alınan ailesini kaybetti ve savaş, savaş alanında çok fazla gerçek ‘Romalı’ olmasa bile son Roma zaferlerinden biri olarak kabul edilir.

Batı Roma İmparatorluklarının, son on yıllarında sıradan askerlerden önde gelen generaller barbardı. Hristiyan nüfus savaşmak istemiyordu ya da atalarının silah ve zırhlarını taşıyamadıkları için savaşamıyordu. Yüksek vergilendirme birçok kişinin isyan etmesine neden oldu ve yerel halk genellikle barbar istilacıları memnuniyetle karşılayıp onlara katıldı. Alanlar Kuzey Fransa’da Armorica bölgesinde böyle bir isyanın bastırılmasına yardımcı oldular. Daha sonra Galya’nın bu kısmı Saksonlardan kaçan Britanyalı mülteciler tarafından sömürgeleştirildi. Alanlar buraya yerleşmiş, iyi uyum sağlamış ve sonunda asimile olmuştur. Onların soyundan gelenler muhtemelen William the Conqueror’un ordusunun bir parçasıydı ve Britanya’nın tarihini tamamen değiştiren savaş olan 1066’da Hastings yamaçlarında Harold’ın piyadelerini katlettiler. Belki de Alanların en ünlü başarısı Chalons Muharebesi olarak da bilinen Katalonya Ovaları Muharebesiydi. MS 451’de Hun Attila Galya’yı işgal etti. Attila yirmiden fazla kabileden oluşan büyük bir koalisyonun başındaydı ancak aynı şey rakibi Romalı general Flavius Aetius için de söylenebilir. Hesaplamalar farklılık gösterse de her iki ordunun da yaklaşık 100.000 askeri vardı.

Ordusunda birkaç Romalı subay, Ren’de terk edilmiş kalelerden gelen garnizon askerleri, müttefik Vizigotlar, Armorica’dan Britanyalılar, müttefik Saksonlar ve daha birçokları vardı. Savaş sırasında Kral Sangiban liderliğindeki Alanlar, Attila’nın seçkin birliklerine karşı tam merkezde yer aldılar. Alanlardan nefret eden Got tarihçi Jordanes’a göre bunun nedeni onlara güvenilmemesiydi. Başka bir açıklama da Roma kuvvetleri arasında onunla boy ölçüşebilecek tek kişilerin onlar olduğudur. Öyle de yaptılar, savaş alanına ceset yığınları yığdılar. Attila’yı ilk kez kaçmaya zorladılar, Galya’yı kurtardılar ve yenilmezlik efsanesini mahvettiler. Edward Gibbon başta olmak üzere bazı tarihçilere göre bu savaş Avrupa medeniyetinin korunmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Bugün pek çok kişi, Attila’nın ölümünden sonra Hun imparatorluğunun zaten parçalandığını belirterek bu görkemli görüşe katılmıyor. Kesin olan bir şey var: Alanlar olmasaydı bu tartışmayı yapıyor bile olmazdık.

Bugünün mirası

Tak-ı Bostan, İran’da bir Sasani katafraktı heykeli: Bir katafraktın en eski tasvirlerinden biri, fotoğraf: Philippe Chavin/vikipedi

Bugün bir Sarmat mirasından söz edebilir miyiz? Tabii ki, Kuzey ve Güney Osetya ve onların eski Sarmatça ve diğer Hint-İran dilleriyle akraba olan dili var. Ama Alanların orada nasıl hayatta kalmayı başardıkları bir gizem. Kafkasya dağlarının iyi bir saklanma yeri olduğu kesindi. Bazı tarihçilere göre, Alanlar yerel halkın içinde eriyip gitmeyecek kadar acımasız, savaşçı ve vahşiydiler. Hunlar ve Avarlar gibi efsanevi derecede zalim göçebelerin iz bırakmadan eridikleri düşünülürse bu çok özel bir iltifat olarak kabul edilebilir. Örneğin Fransa’daki birçok coğrafi isim askerî yerleşimcilerinin ve yerel fatihlerinin bir anısı olarak ‘Alan’ kısmını hâlâ muhafaza etmektedir. Ancak miraslarının belki de en kalıcı parçası Ortaçağ’ın atlı şövalyeleridir. Tarihçi Michel Rouche’ye göre Alanların ünlü süvari taktiği Fransa’da ortaya çıkan ilk şövalyeler için ilham kaynağı olmuştur.

Bir de pantolon var. Popüler erkek etekleri, cübbeler, tunikler ve chitonları gerçekten eyer için tasarlanmadığından, pantolonu icat eden eski göçebelerdi. Keltler ve Cermenler bu geleneği onlardan almışlardır. ‘Pantolon giymek’ antik Yunan ve Roma’da İskitler, Sarmatlar ve Galyalılılar gibi pis vahşilere atıfta bulunan popüler bir hakaret terimiydi. Bu yüzden fermuarınızı her çektiğinizde bunu hatırlayın.

Bugün eski bozkır halkı, Ukrayna ve Rusya’da saygı görmektedir. Ayrıca 16. ve 17. yüzyıla ait kültürel bir akım olan Polonya Sarmatizmi olgusu da vardır. Chalon Savaşı’ndan bin yıl sonra Büyük Bozkır’ın kenarındaki topraklardan gelen başka bir atlı ulus, kendilerinin Attila’nın düşmanlarının torunları olan yeni Sarmatlar olduğuna karar verdi. Polonyalıların bunun için birçok nedeni vardı, bunlardan biri de o zamanlar bu tür şanlı ataları aramanın moda olmasıydı. İktidardaki Polonyalı soylular sözde Sarmat miraslarını, kendilerini bir siyasi elit olarak ayırt etmek için kullanacaklardı ve toplumun ‘aşağı’ kalanı, yani köylüler ve kasabalılar üzerinde farklı etnik kökenleri olduğunu iddia edeceklerdi. Ayrıca geniş toprakları kontrol edebilen insanlar olarak ün kazanmak istiyorlardı. Polonya’daki Sarmat dönemi, Polonya ve Litvanya’nın Lublin Birliği’nde bir araya gelerek Polonya – Litvanya Topluluğu olarak bilinen mega devleti kurmalarından kısa bir süre sonraya denk gelmektedir. İktidardaki Polonyalı soylular büyük olasılıkla kendilerini tıpkı Sarmatlar gibi her türlü düşmanla başa çıkabilecek sert mizaçlı kişiler olarak kabul ettirmek istemişlerdir.

Bu eski savaşçıların kazandığı cesur, savaşçı atlıların itibarının, kendinizi bağlamaya değer çekici bir marka oluşturduğunu söyleyebilirsiniz. Düşmanlarının derisini giymiş olsalar bile.

Kaynak

Ebru Dilbas

Erciyes Üniversitesi-Türk Dili Doktora Öğrencisi

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...