Gelişmiş canlılar ve yüksek zeka sahibi insanoğlunun varoluşuyla birlikte gelen canlılığın medeniyeti, tüm gelişmişliğine rağmen ilkel devam ediyordu, ta ki sanayi devrimine kadar.
İnsan önce seri üretimin tadına vardı. Ardından elektriği ve manyetik alanları kullanmayı öğrendi, öğrendiklerini geliştirdi ve atomlara hükmeder hale geldi. Aletler güçlendi, üretimler hızlandı, iletişim geçmiş çağların büyücülüğünün bile ötesine geçti. Bugün bir insan uzandığı koltuktan cep telefonuna seslenerek, saniyeler içinde dünyanın öbür ucundaki sevgilisiyle konuşabilme gücüne sahip. Çok değil, 50 yıl önceki göz ile bu durumu yeniden değerlendirmeye çalışın. Tarihten bakışımızı geçmişe götürdükçe bizim çağımıza bakmak dehşet verici.
Oklar, mızraklar, taş aletler ve çömlekler gören gözler çağlar ilerledikçe gaz lambaları, barutlar, faytonlar görmeye başladı. Ancak bunları gören gözler farklı gözlerdi. Bir insan yaşadığı kuşak içerisinde bir kaç önemli buluşa şahit olabiliyordu. Mızrağı ilk gören göz ile barutu ilk gören göz aynı kişinin bakışı değildi. Ancak barutu ilk gören kişi aynı zamanda mızrağı da gördü. İnsan yazarak ve çizerek bilgisini gelecek kuşakları aktardı ve ilkel yaşamın devamı tüm gelişmelere rağmen süregelmeye devam etti.
Sanayi devriminden sonra buluşlar yüksek bir ivmeyle artışa geçti. Milenyuma kadar elektronik devrimin de etkisiyle, aynı gözle bakan insan yüzlerce değişime ve yeni buluşun gelişine şahit oldu. Özellikle 19. yüzyılın sonlarında gelen radyonun icadı ve alternatif akımın kullanımı, bilim adamlarını ve mühendisleri mucitlik yarışına soktu. Başarıya ulaşan bu bilim adamları, yaptıklarını Orta Çağ Avrupa’sında sunsalar tanrı olmamaları için hiç bir sebep yok. Ancak yaşadıkları çağda artık insanlar yeni buluşlar görmeye alışmaya başlamıştı. Bugün ise geçmişin imkansızlıklarını çok sıradan el aletleri olarak yaşamımızın bir parçası yapmış durumdayız ve neredeyse hiç bir buluşa şaşırmıyoruz.
19. yüzyıl atılımlarından sonra iletişim bütün dünyayı sardı, her yer bilgisayarlar ile doldu. İnternet üzerinden devlet kuruldu, devletler yıkıldı. Bu denli büyük bir güç ve teknoloji daha bir kaç yüzyıl önce ateşi yeni bulmuş olan atalarına kıyasla hala ilkel yaşayan insanoğlunun eline geçti. Bu durumdan ötürü teknolojinin zaman zaman kontrolden çıkması birinci ve ikinci dünya savaşında milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. İnsanoğlu bu acılardan yola çıkarak teknolojiyi daha akılcı kullanması gerektiğini büyük ölçüde öğrenmiş gibi görünse de bu konuda hala önemli eksikleri olduğunu düşünüyorum.
Her ne kadar teknoloji dönem dönem yanlış yönlere sapmış olsa da hala insanın emrine amade hızlı ilerleyişini sürdürüyor. Doksanlı yıllarda çocukluğunu yaşayan biri çevirmeli telefonlardan, tuşlu ev telefonlarına ve oradan cep telefonlarına geçiş yaptı. Ardından internetin gelişimine ve akıllı telefonların yaratılmasına şahit oldu. Bu dönemi yaşayan biri olarak söyleyebilirim ki; “doğduğum dünya ile yaşadığım dünya tamamen farklı.”
Bindiğim arabalarda bir kolu çevirerek açtığımız camlar vardı, şimdi ise bir düğmeye basarak açılan camları görüyorum. Bahçeli küçük evler gören gözlerim, dev gökdelenler görüyor. İterek açtığım kapıların yerinde artık beni görünce açılan kapılar var. Bir merdivene girdiğimde ya da tuvalete girdiğimde ışık düğmesine basmayalı uzun zaman oldu. Lavabolarda musluk görmek veya bir tuvaletin ışığının algılayıcılarla yanmadığına şahit olmak beni şaşırtır duruma geldi. Bir kaç defa ışık algıyacısı olmayan apartmanın merdiveninde dumur olup ışığı açmak için düğme aramışlığım var. Eminim bu yaşadığım hal büyükşehirlerde yaşayan hemen herkesin başına gelen bir durum.
Yaşadıklarımız ışığında dünü, bugünü ve geleceği düşünüyorum ve gelecek hakkında önemli sıkıntıların baş göstereceği bir döneme girdiğimizi farkediyorum. Bu sıkıntıları somut bir örnekle anlatmaya çalışacağım;
Bizler analog çağda doğan insanlarız. Yani hala her şeyin insan eliyle yapıldığı bir çağda dünyaya geldik. Bizim gözlemlerimiz içinde yaşadığımız dünyanın kontrolünü algılayıcılara ve bilgisayarlara bıraktık. Bugün marketlere girerken hiç birimiz kapıyı açmak için zorlamıyoruz, eğer açılmıyorsa ters tarafta durduğumuzu farkedip yandaki kapıya gidiyoruz. Çünkü bizim kuşağımız analog çağı yaşadığı için, yani bu teknolojinin ilkelini de bilerek bugünlere geldiği için işleyişin nasıl yürüdüğünü farkedebiliyor. Yani analog çağ ile dijital çağ arasında beynimiz bir bağ kurabiliyor. Çünkü her ikisi de bize ait.
Fakat yakın gelecekte dijital çağ bugünden daha fazla dünyayı sarmış olacak. Yaşamımızın her ilkel düzeni algılayıcılar, yongalar ve yüksek zeka sahibi bilgisayarlar sayesinde daha da kolaylaşacak. Evlerimize girerken bizleri görüp tanıyan ve açılan kilitler, biz daha yola çıkarken eve geleceğimizi bilen ısıtıcılar ve karnımızın acıktığını algılayıp yemek pişiren fırınlar emin olun çok uzakta değil. Şimdi bu dünyaya gelen bir çocuğu düşünün. İnsanın el yordamıyla ürettiği işlerin tamamının dijitale devredildiği bir dünyada büyüyen çocuk hayal edin. Hayatı boyunca hiç kapının koluna bastırmamış, hiç musluk çevirmemiş, hiç direksiyon döndürmemiş, hiç bir zaman elektriğin düğmesine basmamış, hiç bıçak kullanmamış ve kalem tutmamış.
Düşündünüz mü? Böyle bir kuşak yetişmeye şu sıralar başladı, ilerledikçe daha da artacak ve bu nesil analog dünya ile dijital dünya arasında bağ kurarken önemli zorluklar çekecek. Gelişimin devam edebilmesi için insanoğlunun ilkel dönemi iyi bilmesi şart. Aksi takdirde geçmişten gelen bir adamın günümüz dünyasına düşmesiyle yaşayacağı aptallık ile geleceğe doğan neslin yaşayacağı aptallık arasında çok büyük farklılıklar olmayacak. Belki de akıllı sistemlerin gelişimi ve yapay zekanın ilerlemesi insanoğlunu daha çok aptallaşmaya itecek. Henüz 3 yaşına gelmiş bir çocuğun elinde akıllı telefonla oyun oynaması onun zihinsel gelişimine hiç bir şey katmaz. İnsan psikomotor gelişimini tamamlamak için ilkel yaşamsal faaliyetleri öğrenmek zorundadır.
Gelecek ilkel düzeni anlayabilmiş nesillerin ellerinde yükselecektir. Bir öğretmen olarak düşüncem eğitim sisteminin analog ve dijital olmak üzere disiplinler arası yeni bir model üzerinde kurgulanmasıdır. Bu kurguyu yapabilen uluslar ancak diğerlerinin önüne geçecektir. Finlandiya’da bir süre önce disiplinler arası yeni bir eğitim sistemine geçilmiş olsa da onların sistemi de bu konuda oldukça yetersiz görünmekte. Bu konuda henüz çalışma yapmış hiç bir ülke de yok, umuyorum ki bu tür bir eğitim sistemine ilk geçen ülke oluruz.
Aksi takdirde gelecekte bıçakla ekmek kesmekten korkan bir insanoğlu olabilir. Ya da Alduz Haksliy’in romanında geçen Cesur Yeni Dünya’nın birer distopik bireyleri haline dönüşebiliriz.
Deane Phyllis, Çeviri Prof. Dr. Tevfik Güran, İlk Sanayi İnkılabı, Türk Tarih Kurumu Yayınları (2000) Brockman John, Çeviri Nurettin Elhüseyni, Gelecek 50 Yıl, NTV Yayınları (2007) Mason Stephen F., Çeviri Umur Daybelge, Bilimler Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları (2013) Kaku Michio, Çeviri Engin Tarhan, Olanaksızın Fiziği, ODTÜ Yayıncılık (2016) Kaku Michio, Çeviri Yasemin-Hüseyin Oymak, Geleceğin Fiziği, ODTÜ Yayıncılık (2016) Huxley Aldous, Brave New World, İthaki Yayınları
Dipçe: Devamı gelecek…
Yorumla