Bu ihtimal insanda en iyi ya da en kötü özellikleri ortaya çıkarabilir, ama kesin olan, her şeyi değiştireceğidir. Hepimiz bir gün öleceğiz. Herkes bunu biliyor. Bazı psikologlara göre, bu rahatsız edici gerçek, daima zihnimizin derinliklerinde bir yerde duruyor ve ibadet tercihimizden sebze yemeye, egzersizden çocuk yapmaya ve kitap yazmaktan şirket kurmaya kadar yaptığımız birçok işte etkisini gösteriyor. Sağlıklı kişiler açısından ölüm, zihnin arka planında yer alır ve etkisini bilinç altı düzeyde hissettirir. Ölümü düşünmeden gündelik yaşantımızı sürdürürüz çoğu zaman.
Peki, ne zaman ve nasıl öleceğimizi bilsek ne olurdu? Mümkün olmasa da, bu sorun üzerinde düşünmek, yeryüzünde kalan zamanımızı en iyi şekilde nasıl değerlendirebileceğimiz konusunda ipuçları sunabilir. Önce ölümün gerçek dünyada davranışlarımızı nasıl şekillendirdiğine bakalım. Psikoloji profesörü Sheldon Solomon’un korku idaresi teorisine göre, insanlar dünyanın bir anlamı olduğuna, örneğin hayatımızın bir değer ifade ettiğine dair kültürel inançlara sarılıyor; aksi halde sürekli bir varoluşsal korku içinde yaşar. Bini aşkın deneyi inceleyen araştırmacılar, ölüm hatırlatıldığında insanların temel kültürel inançlara daha sıkı sarıldığını, öz değer hissini artırmaya çalıştığını, kendi inançlarına tehdit olarak algıladığı şeylere düşmanca tepki gösterdiğini gördü.
Davranışsal değişim
Bilgisayar ekranında “ölüm” sözcüğünün saniyeden çok daha kısa süre belirmesi veya arka planda bir cenaze merasimi görüntüsü bile davranışlarda değişime neden olabiliyor. Bu durumda, görünüm, siyasi eğilim, coğrafi orijin veya dini inanç bakımından bize benzeyenlere daha iyi davranırken, bu özellikleri paylaşmayanlara karşı hor görücü ve şiddet içeren davranışlar sergiliyoruz; bizden farklı olanlara karşı korkuyu kışkırtan karizmatik liderlere oy verme eğilimi gösteriyoruz; alkol, sigara, alışveriş ve aşırı yeme tutumları sergilemeye, çevreye karşı duyarlılık göstermemeye başlıyoruz.
Yani herkesin ölüm şekli ve zamanını öğrenmesi halinde toplum daha ırkçı, yabancı düşmanı, şiddete baş vuran, savaşı kışkırtan, çevreye zarar veren bir hal alırdı. Ancak ölüm endişesinin tetiklediği bu olumsuz etkileri anlayarak bu davranışlara karşı tedbir alınabilir.
Örneğin Güney Koreli Budist rahipler ölüme karşı bu tepkileri göstermiyor. Araştırmacılar, “ölüm üzerinde düşünme” adı verdikleri ve ölüm hakkında genel ve soyut düşünmekten çok, nasıl ölüneceği ve bu ölümün aile üzerindeki etkisi üzerine düşünmenin çok farklı sonuçlar doğurduğunu fark etti.
Bu durumda insanlar daha diğerkâm oluyor, örneğin ihtiyaç olsa da olmasa da kan bağışında bulunuyor. Bu bulgulara göre, ölüm tarihimizi öğrenmek, bizi refleksel bir izolasyon yerine sosyal ilişkilerimize ve hedeflerimize yoğunlaşmaya yöneltebilir.
Salzburg Üniversitesi’nden psikoloji profesörü Eva Jonas, “Ömrün sınırlı olduğunu bilmek hayatın değerini daha iyi anlamamızı sağlayıp “hepimiz aynı gemideyiz” duygusuyla başkalarına karşı hoşgörü ve merhamet duygularımızı geliştirebilir, savunmacı tepkileri azaltabilir,” diyor.
Farklı tepkiler
Ayrıca tepkiler kişilik özelliklerine ve öngörülen ölüm tarih ve biçimine göre de değişiyor. Ölümcül hastalarla yapılan çalışmalar ölüme karşı tepkiyi anlamamızı sağlıyor. Bu hastalarda iki aşamalı bir düşünce tarzı ortaya çıkıyor: İlk aşamada, ölüm gerçekten kaçınılmaz mı, yoksa hastalıkla mücadele edilebilir mi sorusu eşliğinde teşhis sorgulanıyor. Daha sonra ise ömrün kalan kısmının en iyi nasıl değerlendirilebileceği üzerinde yoğunlaşılıyor. Bazıları tüm enerjisini hastalıkla mücadeleye verirken, bazıları da sevdikleriyle mümkün olduğunca fazla zaman geçirmeye ve kendilerini mutlu edecek şeyler yapmaya yoğunlaşıyor.
Ölüm tarihi ve biçimini önceden öğrenme durumunda da benzer yönelimler gelişiyor. Kimi o durumu ortaya çıkarabilecek her şeyden kaçınırken (örneğin trafik kazasında öleceklerini biliyorlarsa hiç araca binmemek gibi), kimi de ölümleri üzerinde kontrolü kendi ellerine almak istiyor. Bu olanak varsa bu insanlar ölüm kaygısıyla ilgili savunmacı önyargıları daha az sergiliyor. Ölümden dönen insanlarda da pozitif değişimler gözlendiği, “Hayat kısa, onu en iyi şekilde geçirmek lazım” anlayışının geliştiği belirtiliyor. Ancak tek davranış biçimi bu değil. Kimi de yaşamın anlamsızlığına kanaat getirip hayattan elini ayağını çekmeye başlıyor.
Bu anlamsızlık duygusu birçok insanı, “nasılsa öleceğim” anlayışıyla sağlıklı yaşama çabası göstermekten de alıkoyabiliyor. Fakat Solomon’a göre, çoğu kişi kimi zaman bir duygu, kimi zaman diğeri ağır basmak üzere bu süreci karmaşık duygularla yaşayacaktır. Philadelphia Çocuk Hastanesi’nde çocuk doktoru ve etikçi Chris Feudtner, “Değişiklikler streslidir. Burada bir insanın başına gelebilecek en büyük değişim söz konusu: var olmaktan yok olmaya bir değişim,” diyor.
Dinsel altüst oluş
Dünyanın neresinde olursak olalım, ölüm vaktimizi öğrendiğimizde gündelik yaşantımız mutlaka değişime uğrayacaktır. Bu durumda ölümle ilgili gelişen terapi alan insanların sayısı artabilir; yeni sosyal ritüeller ortaya çıkabilir; doğum günlerinin yanı sıra ölüm günleri kutlaması yapılabilir. Bu durum mevcut dinlerde de bir altüst oluşa neden olacaktır. Boşluğu doldurmaya yönelik tarikatlar ve dini ritüeller türeyebilir. İlişkiler de bundan etkilenecektir. Örneğin ölüm tarihleri birbirine yakın insanların romantik ilişkiye girmesi zorunluluğu ve bunları kolaylaştıracak çöpçatanlık uygulamaları ortaya çıkabilir.
Ölümlü gelecek projeksiyonları
Biyolojik numune alınarak ölüm tarihinin belirlenmesi olanağı varsa aileler ölüm tarihi erken bir fetüsün doğmasını istemeyebilir. Erken yaşta öleceğini bilen çiftler hiç çocuk yapmamaya karar verebilir, veya o tarihe kadar mümkün olduğunca çok sayıda çocuk yapabilir. İşyerlerinde ayrımcılık yapılmasına meydan vermemek için ölüm tarihlerinin işverene bildirilmemesini ya da ülke yönetimine aday insanların bu tarihleri açıklamasını zorunlu kılan yasal düzenlemelere gidilebilir.
Bazıları ise yasal zorunluluk olmadığı halde ölüm tarihlerini kollarında dövme şeklinde ya da boyunlarında kolye şeklinde taşımak isteyebilir. Ölüm gününde ise kimileri parti verirken kimileri ise etrafındakilere zarar vermeme kaygısıyla kendilerini izole etmek zorunda hissedebilir.
Kısacası, ölüm vaktimizi ve şeklimizi önceden bilmemiz yaşam tarzımızda önemli değişikliklere neden olacaktır.