ARKEOLOJİ & TARİH Tarih

Güney Türkistan (Afganistan)’ın Herat Şehrindeki Sultan Hüseyin Baykara’nın Türbesi Taliban Tarafından Tahrip Edildi

Osman Tataroğlu

Afganistan uzun asırlar boyunca Türk hâkimiyetinde yaşamıştır. Hâlen dahi birçok kaynakta ülkenin kuzeyi Güney Türkistan, Cenûbî Türkistan, Türkistan-ı Sagir, Bend-i Türkistan, Afgan Türkistan’ı gibi adlarla anılmaktadır. Bu tür adlandırmalar yabancı kaynaklarda da karşımıza çıkar: Afghan Turkestan, South Turkestan, Bande Turkestan, Южный Туркестан vb. Ülkede Türk boyları içerisinden Özbek ve Türkmenler ağırlıklı olmak üzere Kazak, Kırgız, Afşar, Kızılbaş gibi küçük Türk toplulukları mevcuttur. Haliyle bölgede Türk eserleri bulunmaktadır.

Güney Türkistan’da bir çok Türk yapılarının yıkılmasının ardından şimdi de sıra Türk Sultanları ve önemli şahsiyetlerin türbeleri tahrip ediliyor.  Bölgede yerleştirilen taliban tarafından hem bölgenin demografi yapısı hem de bölgedeki Türklere ait izler silinmeye çalışılıyor.

Sultan Hüseyin BAYKARA Kimdir? 

Muharrem 842’de (Haziran-Temmuz 1438) Herat’ta doğdu. Hem annesi Fîrûze Begüm hem babası Mirza Mansûr tarafından Timur’un soyundandır. Yedi yaşında iken kaybettiği babası, daha önce kardeşi Şâhruh tarafından mağlûp edilip yetkisiz bırakıldığı için Hüseyin saltanattan mahrum, fakat asil aile ortamında dedesi Baykara’nın yanında yetişti. Bundan dolayı Hüseyn-i Baykara diye meşhur oldu. On dört yaşına girince Timurlular’dan Horasan’da hüküm süren Ebü’l-Kāsım Bâbür Mirza’nın hizmetine girdi, onunla beraber seferlere katıldı ve devlet tecrübesi edindi. Hüseyin Baykara, 1454’te Ebü’l-Kāsım Bâbür’ün yanında katıldığı seferden Horasan’a dönmeyip Semerkant Hükümdarı Ebû Said’in yanında kaldı. Fakat Ebû Said o sırada bazı şehzadelerin ayaklanmasından dolayı ondan da şüphelendi ve Semerkant Kalesi’nde hapsetti. Annesinin ricasıyla hapisten kurtulan Hüseyin, Ebü’l-Kāsım Bâbür’ün 1457’de vefatı üzerine Merv hâkimi olan amcası Muizzüddin Sencer’in yanına gitti. Sencer onu kızı Hatice Bike Sultan’la evlendirdi. Ancak daha sonra araları bozulunca Hüseyin Merv’i terketti; bir müddet bağımsız hareket ederek Mâzenderan ve Hârizm’de bir emirlik kurmaya çalıştı. 1468 yılında Özbek Hükümdarı Ebülhayr Han’dan yardım istedi. Fakat tam bu sırada Ebülhayr ölüp Özbekler arasında karışıklık çıkınca bu yardımdan ümidini kesti. Daha sonra Horasan’da Timurlu Hükümdarı Ebû Said Mirza Han’ın hâkimiyetinde bulunan topraklara hücum eden Hüseyin Baykara, Ebû Said’in 25 Receb 873’te (8 Şubat 1469) vefatı üzerine (İA, IV, 48) Horasan’ın o devirdeki başşehri Herat’a kolaylıkla hâkim oldu ve adına hutbe okuttu (8 Ramazan 873 / 22 Mart 1469). Ancak Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Hüseyin Baykara’nın amcası Şâhruh’un oğlu Baysungur’un torunu Yâdigâr Muhammed’i Horasan’ın meşrû hükümdarı olarak tanıdı ve onu destekleyerek Hüseyin Baykara ile savaşa yöneltti. Yapılan savaşta Hüseyin Baykara Yâdigâr Muhammed’i yendi. Kısa bir müddet sonra Yâdigâr Muhammed takviye kuvvet alarak Herat’ı ele geçirdi (9 Muharrem 875 / 8 Temmuz 1470), ancak hâkimiyeti uzun sürmedi. Altı hafta sonra Hüseyin Baykara halkın desteğini alarak Herat’a döndü ve Yâdigâr Muhammed’i öldürttü. En büyük rakibi olan Uzun Hasan’ın Osmanlılar’la mücadele etmesi Horasan bölgesindeki hâkimiyetini kolaylaştırdı. Bu dönemde Hüseyin Baykara’nın hükmettiği topraklar batıda Bistâm ve Dâmegān’dan doğuda Gazne ve Belh’e, kuzeyde Hârizm’den güneyde Kandehar’a kadar uzanıyordu. Zaman zaman Belh ve Kandehar’da Ebû Said oğulları ile mücadele ettiyse de bu durum kurduğu devletin gelişmesini fazla etkilemedi. Ancak gerek malî sebepler gerekse oğullarının sık sık baş kaldırmaları onu oldukça meşgul etti. Sarhoş bulunduğu bir sırada karısı Hatice Bike’nin telkinine kapılıp bir torununu öldürtmesi, oğulları Bedîüzzaman Mirza ve Muzaffer Hüseyin Mirza’nın isyanına yol açtı. Büyük oğlu Bedîüzzaman Mirza’yı Puliçerağ’da yaptığı savaşta yendi. Daha sonra kendisini bağışlayarak Belh şehrinin idaresini ona verdi. Hüseyin Baykara kuzeyden gelen Özbek tehlikesini önlemek için vaktinde tedbir alamadı. Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybânî Han’ın Ceyhun’u geçerek Merv civarında faaliyette bulunması üzerine Şeybânî Han’a karşı sefere çıktı ve Herat yolundaki Baba İlâhî denilen yerde öldü (11 Zilhicce 911 / 5 Mayıs 1506). Cenazesi Herat’a getirilip daha önce yapılmış olan türbeye defnedildi. Ölümüne, “Rûy-i emniyyet ez cihan ber hâst” mısraı tarih düşürülmüştür (Müstakimzâde, s. 659).

Hüseyin Baykara’nın pek çok çocuğu olmuş, oğullarından yedisi kendisinden önce vefat etmiş, diğerleriyle de iyi ilişkiler içinde olamamış, çıkardıkları isyanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Birlikte hükümdar ilân edilen büyük oğulları Bedîüzzaman ile Muzaffer Hüseyin kendisinden sonra devleti çok kısa bir müddet ayakta tutabildiler. Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybânî Han onları mağlûp ederek Horasan’daki Timurlu hânedanına son verdi (19 Mayıs 1507).

Cesur bir savaşçı olan Hüseyin Baykara Horasan ve civarında otuz yedi yıl parlak bir saltanat sürmüş, bu süre zarfında sanata ve sanatçılara büyük önem vermiştir. Şairler, ressam ve tarihçilerin de aralarında bulunduğu pek çok ilim adamını himaye etmiş, Herat’ı bir kültür ve sanat merkezi haline getirmiştir. Onun himaye ettiği âlimlerin başında çocukluk arkadaşı, daha sonra divan beyi nişancısı ve nedimi olan Ali Şîr Nevâî ile ünlü mutasavvıf şair Molla Abdurrahman-ı Câmî ve Hüseyin Vâiz-i Kâşifî gelmektedir. Bunlar bazı eserlerini Hüseyin Baykara’ya ithaf ettikleri gibi devlet siyasetinde de önemli rol oynamışlardır. Meselâ Ali Şîr Nevâî, Hüseyin Baykara’nın tahta çıktığı sırada on iki imam adına hutbe okutmasına engel olmuştur. Câmî’nin yazdığı mektuplardan âdil olması ve çiftçilerden fazla vergi almaması konusunda ona nasihat ettiği anlaşılmaktadır. Hüseyin Baykara’nın himaye ettiği ve sarayında bulundurduğu kişiler arasında İranlı şairlerden Hâtifî, Ehlî-i Şîrâzî, Âsafî, Seyfî-i Buhârî, Mîr Hüseyn-i Muammâyî, Yûsuf Bedîî, Âhî, Muhammed Sâlih, Hüseyin Kâmî, Hâmidî, Hilâlî-i Çağatâyî ve Benâî; ressamlardan Bihzâd ve Şah Muzaffer; tarihçi Mîrhând ve Hândmîr; hattatlardan Sultan Ali Meşhedî ile Türk asıllı Mîr Ali Herevî; mûsikişinaslardan Hoca Abdullah Murvârîd, Kul Muhammed, Hüseyin Ûdî, Şeyhî Nâyî; bestekârlardan Gulâm Şâdî ve Mîr Azû zikredilebilir.

Hüseyin Baykara’nın hüküm sürdüğü yıllar tezhip, minyatür ve cilt sanatının ilerleme kaydettiği bir dönemdir. Meselâ Herat tezhip okulu tezhip sanatının altın devrini teşkil etmiştir. Daha sonra Safevî sanatına öncülük eden bu okul Osmanlı tezhip sanatının gelişmesinde de etkili olmuştur. Hüseyin Baykara’nın himayesinde Ali Şîr Nevâî, Molla Câmî, Gulâm Şâdî ve daha pek çok sanatkârın çalışmaları sonucu mûsikide önemli bir yeri olan “Herat mûsiki okulu” doğmuştur.

İmar faaliyetleriyle de ilgilenen Hüseyin Baykara, Cihânârâ Sarayı ile kendi adını taşıyan bir cami ve medrese inşa ettirdi. Şifâiye adı verilen tıp okulu ve hastahane de onun döneminde hizmete girdi. Sultan Hüseyin Baykara genellikle öğleye kadar devlet işleriyle meşgul olup öğleden sonra sarayındaki kültür, sanat ve edebiyat adamlarıyla sohbetler düzenlerdi. “Hüseyin Baykara divanı” veya “Hüseyin Baykara meclisi” diye meşhur olan bu eğlence ve şiir sohbetleri pek çok Türk sarayında sanat, edebiyat ve şiirin himaye edilmesine örnek teşkil etmiştir. Osmanlı edebiyatında Hüseyin Baykara adı daha ziyade sazlı sözlü eğlencelerle anılmış, pek çok şair kendi dönemindeki meclisleri Baykara meclislerine benzetmeyi âdet edinmiştir.

Hüseyin Baykara ile Ali Şîr Nevâî, klasik Çağatay edebiyatında Nevâî-Baykara devri diye anılan bir dönem açmışlardır. Hüseyin Baykara Hüseynî mahlasıyla Çağatayca ve Farsça şiirler yazmıştır. Ali Şîr Nevâî gibi Çağatay dili ve edebiyatının klasik seviyeye ulaşmasında önemli rol oynayan Hüseyin Baykara’nın bu şiirleri devrinde şairlerin beğenisini kazanmıştır. Nitekim Ali Şîr Nevâî Mecâlisü’n-nefâis adlı eserinde Baykara’nın şair kişiliğini övmüştür. Ancak bazı şiirlerinin edebî nitelik taşımakla birlikte çoğunun sıradan olduğunu belirten kaynaklar da vardır (meselâ bk. Baburnâme [trc. Reşit Rahmeti Arat], II, 255). Hüseyin Baykara mûsiki ve hat sanatıyla da meşgul olmuş ve İran’da divanî hattını güzel yazan hattatlar arasında yer almıştır.

Eserleri. 1. Divan. Çağatayca ve Farsça şiirlerini ihtiva eden eser, Özbek şairi Fıtrat’ın kütüphanesinde bulunan bir nüsha esas alınarak ilk defa Ali Asgar Hikmet tarafından yayımlanmıştır (Bakü 1926). İsmail Hikmet Ertaylan da İstanbul’daki bir nüshayı 1946’da neşretmiştir. Divan daha sonra Muhammed Yâkub Vâhidî Cûzcânî tarafından Kâbil’de yayımlanmıştır (1346 hş./1967; yazma nüshaları için bk. Bilhan, s. 64-65). Safevîler’den I. Sultan Hüseyin’in emriyle yapılan, Hüseyin Baykara’nın bazı şiirlerinin Farsça’ya tercümesinden oluşan bir derleme British Museum’dadır (OR. 3379). 2. Risâle-i Hüseyn-i Baykara. Hüseyin Baykara yedi bölümden oluşan bu eserinde sırasıyla kendi nesebini, dervişlere gösterdiği saygıyı, adalete düşkünlüğünü, kurduğu vakıfları, Molla Câmî’ye gösterdiği hürmeti, şairleri himaye ettiğini ve Nevâî’nin faziletlerini anlatır; kendini ideal bir müslüman hükümdar olarak tanıtmaya çalışır. Risâle, 1945’te İsmail Hikmet Ertaylan tarafından faksimile olarak (eserin transkripsiyonu için bk. TDED, I/1 [1946], s. 41-47), 1954 yılında Turhan Gencevî tarafından İtalyanca tercüme ile beraber (bk. bibl.) ve Cûzcânî’nin neşrettiği Hüseyin Baykara divanının sonunda yayımlanmıştır (Kâbil 1346 hş./1967, s. 212-226). Eserin bir nüshası İstanbul Arkeoloji Kütüphanesi’nde Şükürnâme adıyla kayıtlıdır (nr. 257). 3. Gül ü Mül. Mehdî Beyânî, Baykara’nın ünlü hattat Meşhedî tarafından 1490’da istinsah edilen Gül ü Mül adlı risâlesinin Tahran’da Dr. Mehdevî adlı bir şahsın özel kütüphanesinde bulunduğunu söyler.

Sâm Mirza Safevî’nin Hüseyin Baykara’ya nisbet ettiği (Tuḥfe-i Sâmî, s. 12) velîlerin hayatından bahseden Mecâlisü’l-uşşâk adlı eser Bâbür’e (Baburnâme, II, 275-276), Hândmîr’e göre ise (Ḥabîbü’s-siyer, IV, 325) Kemâleddin Hüseyin Gazurgâhî’ye aittir. Bu eserin içinde yer alan kısa bir “Hüsrev ü Şîrîn” hikâyesi sebebiyle Hüseyin Baykara da “Hüsrev ü Şîrîn” mesnevisi yazan şairler arasında gösterilmiştir (Timurtaş, s. 33-34).

Hüseyin Baykara, Bâyezîd-i Bistâmî’nin soyundan Şemseddin Muhammed’in isteğiyle, Belh yakınlarında bir köyde bulunan ve Hz. Ali’ye ait olduğu söylenen bir makamın üzerine türbe yaptırmış, burada daha sonra çarşı ve hamamlarıyla yeni bir köy kurulup vakıflar tahsis edilmiştir. Bu köy XIX. yüzyılda büyüyerek Mezârışerif adıyla Afganistan’ın en büyük şehirlerinden biri haline gelmiştir.

Kaynakça
TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 18.  S. 530-532.