Sosyoloji Tarih

Barışın Teminatı: Mutlu Barış Harekatı’nın 50. Yıl Dönümünde Kuzeydeki Bayrak Kıbrıs

Kıbrıs’ın tarihî arka planına baktığımızda, asırlardır süre gelen bir mesele görmekteyiz. Tarihin ilk dönemlerinden günümüze kadar devam eden bir sorun olmakla beraber Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki en temel problemdir. Kıbrıs’ı bu kadar önemli kılan şüphesiz ki jeopolitik ve stratejik konumudur. Bu stratejik konumu nedeniyle ada tarih boyunca devletlerin üzerinde oynadığı çeşitli oyunlara sahne olmuştur. Akdeniz’ in kuzeydoğusunda yer alan 9238 km²lik kuzey bölümünde bugün KKTC bulunmaktadır. Jeopolitik incelemeler sonucunda Anadolu’nun bir parçası olduğu tespit edilmiş, Akdeniz’deki 5 büyük adadan birisi olmuştur. Türkiye’den 40 mil, Yunanistan’dan 570 mil uzaklıkta bulunan ada, Asya-Avrupa ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan merkezi bir konumdadır ve Doğu Akdeniz’ in bir kilit noktası haline gelmiştir.[1] Adını “kına çiçeği” isimli bir çiçekten aldığı rivayet edilen adanın sahip olduğu pek çok özellik onu bir odak noktası haline getirmiştir. Kıbrıs adası Akdeniz’de sabit bir uçak gemisi niteliğindedir. Osmanlı hakimiyetine girinceye kadar adaya Hititler, Fenikeliler, Asurlular, Eski Mısırlılar, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslar, Cenevizliler, Memlûkler ve Venedikliler hâkim olmuştur.

Kıbrıs Sorunu taraflarının çok olması çözüm sağlanamamasının en önemli nedenidir. Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’ı fethetmesiyle birlikte 1571’den itibaren ada üzerinde Türk egemenliği hukuken kurulmuştur. 307 yıl Türklerin hakimiyeti altında kalmıştır. Türk yönetimi adada yaşayan halka dini açıdan bir özgürlük ve bağımsızlık tanımıştır. Bu yüzden Türklerin gelişi Ortodoks inancında olanları da mutlu etmiştir. 19. Yüzyıla kadar halk tarafından olumlu karşılanmış, bir isyan olmamıştır. Ada, 1571’den 1878’e kadar hem hukuken hem de fiilen Osmanlı idaresinde kalmıştır ve tarihinin en sorunsuz ve huzurlu dönemini yaşamıştır. Ancak 1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Osmanlı Devleti savaşı kaybetmiştir. Savaş sonunda imzalanan 93 Harbi olarak da bilinen Ayastefanos Antlaşması ve daha sonra toplanan Berlin Kongresi ile Kars, Ardahan ve Batum Ruslara bırakılmış; Bulgaristan Devleti kurulmuş, Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlık kazanmıştır. Ve Osmanlı Devleti, 4 Haziran 1878’de İngiltere’yle yaptığı antlaşma da Rus tehlikesine karşı geçici olarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye devretmiştir. Ancak ada hukuken Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmaya devam etmiştir. Fakat bu antlaşma yeterli olmamıştır; çünkü antlaşmada çoğu hükümler yetersiz kalmıştır. Bu yüzden İngilizler baskıları sonucunda amaçlarına ulaşmışlar ve 1 Temmuz 1878 yılında 4 Haziran antlaşmasına ek imzalanan antlaşma ile ada için yıllık kira ödemeye başlamıştır. Bu antlaşmaya göre İngilizler, Osmanlı’ya 92 bin altın vermiş ve Rusların, Kars, Batum ve Ardahan’dan çekilmeleri durumunda da ada tekrar Osmanlı Devleti’ne geri verilmiştir.[2] İngilizler adada söz sahibi olduktan sonra tahmin edileceği üzere Rumlara daha yakın davranmıştır. Bu durum ise önlerindeki tek engelin Türkler olduğu düşüncesine ve Türk nefretinin katlanarak arttığı bir durumun ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1878’de Osmanlıların Kıbrıs’ta askeri üstünlüğünün sona ermesinden bugüne kadar, adada Türk ve Rum toplumları arasında bir barış ve güven ortamı yaratılamamıştır.[3] Adada yaşananların üzerine İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında 1955 yılında Londra’da bir görüşme gerçekleştirilmiştir fakat bu görüşmelerden olumlu netice alınamamıştır. Gerçekleştirilen bu görüşmenin önemi; Uluslararası Hukuk açısından konuya o güne kadar dahil olmayan Yunanistan’ ın bu görüşmeler sonucunda adadaki soruna dahili yeti olmuştur. Yunanistan sorunun BM çatısı altında çözülmesi için bazı teşebbüslerde bulunmuş ve sonunda 1957 yılında talebi kabul edilmiştir. BM Genel Kurulu 1958 yılında müzakerelere başlanmasına karar vermiştir. BM’nin aldığı karar üzerine 1958 yılında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Paris’te bir araya gelmiş ve sorunun çözümü için görüşmelere başlamıştır. 1959 yılında Zürih ve Londra görüşmeleri neticesinde imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmaları sonucunda adada iki eşit halkın ortak yönetimine dayanan Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a haklar tanınan Kıbrıs 1960 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. 1960 yılında adada bir cumhuriyet kurulmasına rağmen Makarios bu anayasayı kabul etmemiş ve kendi lehinde değiştirilmesi için Türk tarafına öneride bulunmuştur fakat Türk kesimi bu öneriyi reddetmiştir. 1963 yılının 21 Aralık günü tarihi vardır ki bu tarihte Kıbrıslı Türkler tarihe “Kanlı Noel” ismiyle geçen olağanüstü bir Rum vahşetine maruz kalmıştır. Ancak kısa bir süre sonra başlayan toplumsal huzursuzluk 1964’te zirveye tırmanmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını emellerini gerçekleştirme adına bir fırsat olarak gören Yunanistan ve Rum tarafı adada bazı Türk köylerini basmış ve yüzlerce Türk vatandaşını katletmiştir. Türkiye adada Rum saldırılarının artması üzerine 1964 yılında BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmuştur. 1964’te BM Barış Gücü oluşturmuş ve adaya göndermiştir. Aynı yıl Kıbrıs Başpiskoposu Makarios’un anayasayı askıya alıp Türk kesimini azınlık olarak nitelendirmesi üzerine Türkiye adaya müdahale etmeyi istemiş fakat bu istek ABD’den gelen Johnson Mektubu ile son bulmuştur. Dönemin Başbakanı Ecevit’e ABD Başkanı tarafından gönderilen bu mektupta Türkiye kaba bir üslupla ve alttan alta tehdit edilmiştir. Bu mektup ve ileride yaşanmış olan ABD’nin koyduğu silah ambargosu ile Türkiye-ABD ilişkileri de olumsuz etkilenmiştir. Johnson Mektubu Türkiye’nin adaya müdahalesini 10 yıl ertelemiştir.[4] Yunanistan’da 1965 yıllarından itibaren ortada olan hükûmet krizi, 21 Nisan 1967 tarihine gelindiğinde askerler cuntasının iktidarı ele geçirmesiyle nihayete ermiştir. Makarios ile Yunan hükûmeti arasında başlayan anlaşmazlıklar, askerî cunta döneminde daha da artmıştır. Yunanistan Kralını ortadan kaldırmaya çalışan ve onun yurt dışına kaçmasına neden olan Askerî Cunta, Kıbrıs’ta da Makarios’tan kurtulmak istemiştir. Makarios, ilki 8 Mart 1970 tarihinde gerçekleşen 3 suikasta uğramış fakat her suikasttan da kurtulmuştur. Cunta, Geçitkale saldırısını düzenleyen “Grivas” ismindeki subayını 28 Ağustos 1971 tarihinde gizlice adaya göndermiş ve faaliyetlerde bulunmasını söylemiştir. Makarios, Kıbrıs’taki Yunan subayların kendisi üzerinde bir baskı ortaya çıkardıklarını düşündüğü için Yunan Hükûmetinin Kıbrıs konusunda tek başına karar vermesini engellemek ve subaylardan kurtulmak istemiştir. Makarios, Cunta liderine yazdığı mektupta, kendisinin Yunan valisi olmadığını belirtmiş ve Cuntaya karşı bir tavır takınmıştır. Cunta hükûmeti, bu gelişmeler üzerine Makarios’u devirmeye karar vermiştir. 15 Temmuz 1974 tarihinde Millî Muhafız Birliğine bağlı askerler, Makarios’un Başkanlık Sarayını bombalamaya başlamıştır. Makarios saldırıdan kurtulup İngiliz üssüne geçmiş ve adayı terk etmiştir. Yunan subayları darbenin ilk zamanlarında saldırıların Türklere yönelik olmadığını belirterek, Türkiye’nin ve Türk kesiminin müdahalesini engellemeye çalışmışlardır. Kıbrıs’ta yapılan bu darbe, açık olarak, Ada’ya Yunan müdahalesi olmuş, adadaki anayasal düzen yıkılmış, meşru olmayan askerî bir yönetim başa gelmiştir. Bunun sonucunda Londra ve Zürih Antlaşmaları da ihlal edilmiştir. Amerika Birleşik Devleti dışındaki tüm devletler, Kıbrıs’ta yeni yönetimi tanımadıklarını açıklamıştır. 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Cuntası ve EOKA mensuplarının Kıbrıs’ta gerçekleştirdikleri gayri meşru darbe Türkiye için bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu darbede Türklerin cesetlerinin kimliklerinin tespitine bile fırsat verilmeden, bazıları canlı olduğu halde kazdırılan çukurlara atılmışlardır. Bu olayları yaşamış ve ölüleri gömmüş olan Lefkoşa Yeni Rum Mezarlığı Papazı Papatsestos verdiği ifade de: ‘’Darbede öldürülmüş bulunan 77 kişiyi cunta tarafından tanınmalarına bile fırsat vermeden köpekler gibi iki çukura gömdük ve gömme sırasında başlarına da tabanca dayadık.’’ dile getirmiştir.  Dünyada, insanda insanlığın kalıp kalmayacağını sorgulatan ne yazık ki gerçekten böyle bir acı yaşanmıştır. Kimse bilmez ki o gün alıp götürülen bir anne ve babanın, şimdiler de kocaman olmuş çocuklarının içi hala ilk günkü kadar yanar.

1974 yılına gelindiğinde; Türk vatandaşlarını azınlık durumuna düşürmüşler ve Türk kesiminin haklarının kaldırılması üzerine de Türkiye adaya müdahale kararı almıştır. Kıbrıs Barış Harekâtı 20 Temmuz 1974 tarihinde sabahın erken saatlerinde başlamıştır. 20-23 Temmuz günleri devam eden I. Barış Harekâtı sonucunda, Kıbrıs’ın kuzeyindeki çıkarma plajı ile Girne arasındaki kıyı şeridi ve Girne’den Lefkoşe’ye uzanan yolun her iki yanı Türk birliklerinin eline geçmiştir. Türk askerlerine Kıbrıs Mücahitleri de önemli katkıda bulunmuşlardır. Türk Birlikleri Kıbrıs’ta ilerlerken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanarak ateşkes çağrısında bulunmuştur. Türkiye bu çağrıya uyarak askerî harekâtı durdurmuştur. Kıbrıs’ta çözüm için Cenevre’de toplanan konferans güç olsa da bir sonuca varmıştır. Birinci Cenevre Görüşmeleri olarak anılan bu görüşmelerle Kıbrıs’ta kurulan Özel Türk Yönetimi tanınmış, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’ta varlığı kabul edilmiştir. 30 Temmuz 1974 akşamı sona eren görüşmeler, Türkiye’nin isteklerinin büyük bir kısmının kabul edilmesi ve bir protokol imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.[5] Türk Barış Harekâtının hukukî temelleri bu protokolle pekiştirilmiş ve Kıbrıs’ın yeni statüsünün kurulmasına doğru bir adım daha atılmıştır. Cenevre Protokolünün en önemli hükümlerinden biri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde fiiliyatta Türk ve Rum olmak üzere iki idarenin mevcut bulunduğunun taraflarca kabul edilmesidir.[6] Birinci Cenevre görüşmelerinde öngörülen şartlar Rumlar ve Yunanlılar tarafından yerine getirilmemiştir. Rum ve Yunan askerleri Türk bölgelerinde kuşatmayı kaldırmamışlar, binlerce Türk’ü esir kamplarında tutmuşlar ve yer yer Türklere karşı toplu cinayetlerde bulunmuşlardır. Türk tarafının yaptığı uzlaşı plânları da Rumlar tarafından reddedilmiştir. Bu esnada, adaya bulunan Türk askerleri çok küçük bir bölgede sıkışık durumda kalmıştır. Türk kuvvetleri dışarıdan veya içeriden başlatılacak bir saldırı hâlinde hedef olmuştur. Rumların oyalama stratejisinden Türk ordusu büyük yara almıştır. Yeni bir harekâtla stratejik imkânları geliştirmek, Rum-Yunan askerleriyle çevrili Türk bölgelerini kurtarmak ve kuzeyde özgür ve güvenli bir Türk bölgesi oluşturmak gerekliydi. Cenevre’de sürdürülen görüşmeler sırasında anlaşmanın mümkün olmadığı kanaati kesinleşince harekâtın yeniden başlatılacağı anlamına gelen “Ayşe tatile çıksın!” (Ayşe, Turan Güneş’in kızı Ayşe Güneş Ayata’nın adıdır.) parolasını Türk Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Başbakan Bülent Ecevit’e bildirmiştir. Bu doğrultuda İkinci Barış Harekâtı 14 Ağustos 1974 tarihinde başlatılmıştır. Türk birlikleri iki gün içinde Kıbrıslı Türk Mücahitlerin de desteği ile bir yandan doğuda Magosa’ya, öte yandan batıda Lefke’ye kadar olan bölgeyi ele geçirmişlerdir. Daha sonra Yeşilırmak Türk halkıda, oradaki mücahitlerle birlikte özverili ve kahramanca direnişleri sonucu Rum tehdidinden kurtulmuşlardır. Böylece, Karpaz Yarımadası’nın doğu ucundan batıdaki Yeşilırmak’a kadar uzanan ve bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sınırlarını oluşturan hattın kuzeyi Türklerin eline geçmiştir.[7] Barış Harekâtı ile Türkiye, Kuzey Kıbrıslı Türklerin yaşanan çatışmalardan uzak yaşayabilecekleri coğrafi bir alanı kontrolü altına almıştır. Daha sonra Kuzey Kıbrıslı Türkler, kendi geleceklerini kendileri belirlemek için 1983’te KKTC’yi kurmuştur. Fakat KKTC, Türkiye dışındaki devletler tarafından tanınmamıştır. Bu süreçte, Kıbrıs sorununun çözümü için adadaki iki toplum sürekli görüşmelerde bulunmuş ancak çözüme yönelik çabalardan bir sonuç çıkmamıştır. Çünkü Kıbrıs’ta oluşturulacak bu yeni devletin nasıl olacağı konusunda uluslararası toplum, Rum tarafı ve Türk tarafı arasında ciddi görüş ayrılıkları ortaya süregelmiştir. Türkler KKTC’nin tanınmasını istemiştir. Diğer taraftan uluslararası toplum, devlet çatısı altında adadaki iki toplumu zorla bir araya getirerek Türklerin tekrar azınlık konumuna düşmesini istemiştir.[8]

Bütün bu olayların ışığında baktığımızda; Kıbrıs Meselesi, Türk-Yunan münasebetlerinin gerçek yüzünü ortaya çıkaran ve gerçeği acı bir dil ile anımsatan bir mesele olmuştur. Bu olaylar Türk Milletine, yüzbinlerce evladının hayatına ve Türk vatanının harabe haline çevrilmesine sebep olmuş Yunan emellerini hatırlatır. Mora’da Türk askerlerini arkadan hançerleyenler, balkanlarda hayvanları bile tiksindirecek zulümleri hazırlayanlar, Batı Anadolu’da geçtiği her yeri harabeye çeviren Yunan sürüleri, Kıbrıs’ta katliamlar düzenleyenler, her zaman aynı ideal için çabalamışlardır.  Bu amaç, Bizans İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasının hedefi olmuştur. Kıbrıs, Elen istilası altında bulunan Türklerin, bir asırdır katliam, tehcir ve asimile yoluyla ada da nasıl azınlık haline getirildiğini anlatmaktadır. Adanın bir Türk toprağı olduğu gerçeği, hiçbir surette inkâr edilemez. Kıbrıs Türkleri, dil, din, kültür ve tarih bakımından Türkiye Türklerindendir. Adanın yabancı ve düşman bir gücün kontrolüne geçmesi Kıbrıslı Türkler için hiç de iyi bir durum değildir. Türkiye güney sınırlarını tehdit eden, Akdeniz’e açılma imkanlarını yıkan bir kuşatmaya asla tahammül edemez. Kıbrıs Türklerinin yok olmasına karşı direnmek, onları var kılmak ve geliştirmek, Türkiye Türklerinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin vazifesidir. Kıbrıs Türklerinin varlığını koruma davası, Türkiye dışında yaşamaya mecbur kalmış dünya Türklerinin var olma davasının bir parçasıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bütün ülkelerin dış politikalarını kendi menfaatleri çerçevesinde yönlendirmekte olduğudur. Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıs Türklerini eşit siyasi bir ortak değil, zaman içinde ortadan kaldırılacak bir azınlık olarak görmeye devam etmektedir. Böyle bir ortamda bizim Kıbrıs adasını boşaltıp alanı tamamen başkalarına bırakmamızın hiçbir anlamı olmayacağı açıktır ve de büyük bir tehlike arz etmektedir. Kıbrıs Türkleri adada uluslararası toplumdan her zaman kalıcı bir barış ve adil bir düzen beklemişlerdir. Türkiye ise hiçbir ülkeden bir karış bile toprak istememiş, her zaman bu düzeni sağlamaya çalışmış ve bunun en açık örneğini komşu ülkelerde uzun yıllar sürmüş bulunan olaylardan ve savaşlardan fırsat kollamayarak göstermiştir. Bu yüzden Türk milleti bütün imkanlarını kullanarak tüm dünyaya kendini anlatmış ve anlatmaya da devam edecektir. Bize düşen, her zaman okuyan ve bunları milyonlara ulaştırarak bu tarihin tek bir yürek üzerinde titremesini sağlamaktır. Bize düşen Türkiye’nin asırlardır üzerine çöktürülmek istendiği Rumların yaşadıkları yerleri Yunanistan bayrağı altında birleştirmeyi amaçladığı Megalo İdea fikrini parçalamak ve ülkenin geleceğini teminat altına almak için Kıbrıs’ta başarılı olmaktır. Biz hala yaşayan, acı çeken, düşünen, okuyan, araştıran, ilim için can atan ve kalbi var olan insanlarız. Bugün Türkiye üzerinde oynanan olumsuz oyunlar göz önüne alındığında bunların hepsinin altında Rumların Kıbrıs’a sahip olma hayalleri bulunduğu görülmektedir. Üzerine de çalışmış olduğum bu çok kıymetli Ana Vatan için bize düşen KKTC’yi yaşatmak, bir şeref meselesi, tarihe, Türklüğe ve hatta insanlığa karşı sorumluluk, Türkiye Türklerinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin vazifesidir. Vatanın hiçbir toprağı kolay kazanılmamıştır. Bu topraklar gerek dünya tarihinin gerekse milli tarihimizin kaydettiği en büyük ve en şanlı mücadelelere sahne olmuştur. Bu mücadeleler, toplum olarak yanmış, yıkılmış, istila edilmiş bir coğrafya üzerinde yeniden dirilişimizin mücadelesidir. Bugün hiç kimse Kıbrıs Türkünden müktesep haklarından, kendi devletinden, eşit statüsünden, egemenliğinden vazgeçmesini, Rumların iradesi altında azınlık olarak yaşamasını, onların tahakkümüne girmeyi kabul etmesini beklememelidir. İşte bu yüzden Türkiye ülkenin geleceği, milli birlik ve bütünlüğü için Kıbrıs konusunda kesin sonuç almak zorundadır. KKTC’yi tanımama, Türkiye’yi pek çok bakımdan kuşatarak sindirmeye çalışan bütün haksız söylemlere, gizli-açık tüm baskı, kısıtlama ve ambargolara rağmen Kıbrıs Türk halkının özgüvenini sürekli arttırarak daha müreffeh yarınlara ulaşacağına inanarak bizlerde hep bu yolda olacağız. Mücahitler ve Mehmetçikler bu topraklarda Kıbrıs Türk halkının geleceği için şehit olmuştur. Onların bıraktığı emaneti koruma sorumluluğu hepimize düşmektedir. Bu devlet, bu güzel ülke yeni nesillerle daha da güçlenecek, Doğu Akdeniz’de barışın sembolü olacaktır. Mutlu Barış Harekatı’ nın 50. Yıldönümünde Kıbrıs Türkünün özgürlüğü, egemenliği uğruna canlarını feda eden şehitlerimizi bir kez daha rahmetle, gazilerimizi de şükranla anıyorum. Bu anlamlı sene de daha nice yıl dönümlerini birlikte kutlamayı niyaz ederek yazıma son veriyorum.

 

“Zalim olsa ne rütbe bi perva

Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız

Merkez-i hâke atsalar da bizi

Küre-i arzı patlatır çıkarız.”

 

 

 

KAYNAKÇA

 

Alasya, H. F. Kıbrıs Tarihi ve Belli Başlı Antikiteleri, Lefkoşe: 1939.

Armaoğlu, Fahir. 20.Yüzyıl Siyasî Tarihi. Ankara: Alkım Yayınları.

Denktaş, Rauf, Raif. 1997, Kıbrıs Meselesinde Son Gelişmeler. Temmuz-Ağustos: Yeni Türkiye. Sayı 16.

Gazioğlu, A. Enosis Çemberinde Türkler, İstanbul;1996.

Olgun Aydın. Dünden Bugüne Kıbrıs Sorunu. 1. Baskı, (İstanbul: Kastaş Yayınları, Ocak 1999).

Eroğlu, Hamza. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Yaratan Tarihi Süreç ve Son Gelişmeler. A.T.O. Ankara, say.70.

Murat SARICA- Erdoğan TEZİÇ-Özer ESKİYURT. Kıbrıs Sorunu.  (İstanbul: İ.H.F Yayınları, 1975), say.200.

Güler Yavuz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna Kadar Kıbrıs Meselesi.  Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi. 5 (2004). say. 101-112.

Savrun Ergenekon. Ön Asya’nın Anahtarı Kıbrıs. (Ankara: Biyografi Net Yayınları, 2020).

Müge Vatansever. Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. 12 Özel Sayı (2010); say. 1487-1530.

Elif Aktaş, Barış Harekatı’na Kadar Kıbrıs Sorununa Kısa Bir Bakış. Türk Araştırmaları Dergisi. 12 Özel Sayı. say 23-40.

Denktaş, Rauf, Raif. Kıbrıs Girit Olmasın. (İstanbul: Remzi Kitapevi, 2004).

Arsava A. Füsun. Kıbrıs Sorununun Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi. Prof. Dr. Oral Sander’e Armağan, No: 1-4, Ankara-1996, say. 43-51.

KKTC Cumhurbaşkanlığı Resmi Sitesi; “23 Mayıs Anlaşması”, http://www.kktcb.org/upload/pdf/69290.pdf, (02.08.2024).

 

 

[1] Aydın Olgun, “Dünden Bugüne Kıbrıs Sorunu”, 1. Baskı, (İstanbul: Kastaş Yayınları), Ocak 1999, s.12.

[2] Müge Vatansever, “Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi’’, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 12, Özel Sayı (2010), say. 1496.

[3] Vatansever, “Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi”, say. 1497.

[4] Elif Aktaş, “Barış Harekatı’na Kadar Kıbrıs Sorununa Kısa Bir Bakış’’, Türk Araştırmaları Dergisi, Cilt 12 (Özel Sayı), say. 25.

[5] Hamza EROĞLU, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Yaratan Tarihi Süreç ve Son Gelişmeler”, A.T.O., Ankara, say.70.

[6] Murat SARICA- Erdoğan TEZİÇ-Özer ESKİYURT, “Kıbrıs Sorunu”, (İstanbul: İ.H.F Yayınları, 1975), say.200.

[7] Yavuz Güler, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna Kadar Kıbrıs Meselesi”, Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 1 (2004), say. 109-110.

[8] Ergenekon Savrun, “Ön Asya’nın Anahtarı Kıbrıs”, (Ankara: Biyografi Net Yayınları, 2020), say. 204-208.

Yaren Gökçe Bacanlı

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...